Elinizdeki kitaptaki gazeller hem yüzyıllar ötesinden bize birtakım güzellikleri sunduğu, hem atalarımızın kadındaki güzellik anlayışlarının rafine zarafetini verdiği, hem de şairlerin peri kızlarına benzettikleri sevgililerini anlatmak bakımından perî-şan (peri gibi güzel olan, şanı pericesine yüksekte bulunan) sıfatını üzerinde taşıyordu. Bu yüzden adına Perî-şan Güzeller dedik. Sanki Divan şiirinden tanıdığımız melek suretli, peri endamlı bir dilberin iki dize arasından bize gülümsemesi gibi.Perî-şan Güzeller, bir görünüp bir kayboluveren peri kızlarının izinde eski bir masalı yeniden yaşamak üzere derlendiler ve şimdi, bir medeniyetin kaybolduğu yerde size bütün olup biteni yavaş yavaş anlatacaklar. Bu kitabı okurken her bir dizeden ayrı bir hatıranın tüllendiğini göreceksiniz çünkü.
İÇİNDEKİLER
Sunuş
1 Yoluna Harcadık Bütün Varımız
26 Bin Güzeller Bulunur Yusuf a Mânend Amma
49 Yok Bu Şehr Içre Senin Vasfettiğin Dil-ber Nedîm
73 Beni Candan Usandırdı Celâdan Yâr Usanmaz mt?
98 Hidayete Erdiren Aşk
115 Kanadını Aşk Mumuna Yandıraıı Pervane
145 Dizin
SUNUŞ
Gençtim, klâsik şiirin ne olduğunu yeni yeni kavramaya başlamıştım, ama ne bilgim, ne de hayal dünyam onları anlamaya yetiyordu, önümde yumak yumak güzellikler duruyordu ve ben şirkin düğümleri çözemediğimin farkındaydım. Bir insanın, atalarına ait metinleri anlamak için birilerinin yorumuna ihtiyaç duyması yahut sözlükler kullanmasının ne kadar acı olduğunu o vakit anladım. Hani rüyada çığlık atmak istersiniz de sesiniz çıkmaz, yahut koşmak istersiniz de kımıldayamazsnız ya; öyle bir şeydi.
Yıllar nasıl da çabuk geçmişti. Anlayamadığım o metinleri kendilerine anlatmamı isteyen gençler vardı artık çevremde ve Divan şiirini anlamak isteyen bu insanların yüzlerinde, ben kendi Öğrencilik yıllarımın hazin hatıralarını görüyordum. Kendi medeniyet birikimimize ait şiirleri anlamak, kendi kültürümüze açılan kapılardan girmek demekti. Bu metinler yorum
istiyordu ve bizden önceki edebiyatçılar neslinin tecrübeyle bildikleri ve bildikleri için de muhataplarına açıklama gereği duymadıkları gelenekleri, bu gençlere bilim diye anlatmak gerekiyordu. Hayat hızla değişiyordu ve her neslin düşüncesi Divan şiirini biraz daha yıpratıyor, eskitiyor, sahnenin dışına itiyordu. Bir yerden başlamak gerekiyordu. Vç öyle yaptık… 1993 yılından itibaren Atatürk Kitaplığı. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı. Tarık Zafer Tunaya (TZT) Kültür Merkezi gibi kültür mekânlarında, sinema ve konferans salonlarında, değişik radyo stüdyolarında divan şiiri yorumlamaya başladık. Gitgide daha çok insanın ilgi gösterdiği bu toplantılar, gün geldi belli bir disiplin İçerisinde periyodik seminerlere dönüştü ve ses kayıtları tutulmaya, tekrar tekrar dinlenilmeye başlandı. Bir alternatif üniversite gibi, her yaş ve eğitim düzeyinden öğrencilerimiz oldu. Ev hanımları, lise veya üniversite öğrencileri, öğretmenler, avukatlar, mühendisler, sanatçılar, yazarlar, meraklılar, işsizler, karlı havalarda ısınmak için yer arayan avareler vs. Hepsi ilk seferinde tesadüfen seminer salonuna girmiş olsalar da, sonraki toplantıları kaçırmamaya özen gösterdiler. Salonlar her defasında kapasitesinin üstünde insanla doldu. Divan şiiri yeniden hayata merhaba diyor ve gülümseyen yüzlere bir terapi aydınlığıyla vuruyordu. Bu arada bana da -hak etmediğim halde- “Dîvan şiirini sevdiren adam” dediler.
Klâsik şiirin yorumu için her şeyden evvel klâsik zamanların nefes alıp verişini hissetmek, fısıltılarını duymak gerekiyordu. Bunun için uzunca bir süre tarih okuduğumu söyleyebilirim. Eskilerin “râviyân-ı ahbâr ve nâkılân-ı asar’ dedikleri insanların ruh hâllerini anlayabilecek konuma geldiğimi hissettim. Tarihî öğrendikçe şairleri daha yakından tanıyor ve beyitlerini daha kolay yorumlayabiliyordum. Meğer atalarımız ne güzel şiirler söylemişler!..
2000-2001 Eğitim-Öğretim yılının çarşamba günlerinde.İ.B.B.ine ait TZT Kültür Merkezi’nde “Osmanlı Şiir Okumaları” üst başlığı İle gerçekleştirdiğimiz seminerleri çok kalabalık bir dinleyici kitlesi takip etti ve ses kayıtları yine çoğaltılıp elden ele dolaşmaya başladı, lîu arada tam takım olmasa da ben de bir kopya edinebildim. Değerli meslektaşım Prol. Dr. Cihan Okuyucu, öğrencilerinden Nurhan Krdem’e bu bantların çözümü ile yazıya çekilmesini bitirme tezi olarak hazırlatma lütufkarlığını Köslerdi Heı İkisine de teşekkül ederim Böyleı cm taya büyükçe bir metin çıktı. Daha evvel yayınladığımız Şi’r-i Kadım İle… Ve Gazel Yeniden adlı şiir yorumlarına dayanan kitaplara benzer bir metindi elimizdeki. Ancak bu, onlardan çok daha geniş ve kültür malzemesi bakımından çok daha ayrıntılı idi. Her bir şiir, ortalama iki saatlik bir oturumda yorumlandığı İçin konu daha delaylandırılmış, beyitler üzerine söylenecek ne varsa söylenmeye çalışılmıştı, (tunun için eldeki hacimli metin ikiye bölündü ve Perişan Güzeller Perişan Gazeller, adlı iki kitapçık oluştu.
Elinizdeki kitaptaki gazeller hem yüzyıllar ötesinden bize birtakım güzellikleri sunduğu, hem atalarımızın kadındaki güzellik anlayışlarının rafine zarafetini verdiği, hem de şairlerin peri kızlarına benzettikleri sevgililerini anlatmak bakımından perl-şan (peri gibi güzel olan, şanı perleesine yüksekte bulunan) sıfatını üzerinde taşıyordu. Bu yüzden adına Perişan Güzeller dedik. Sanki Divan şiirinden tanıdığımız melek suretli, peri endamlı bir dilberin İki dize arasından bize gülümsemesi gibi.
Perhşan Güzeller, bir görünüp bir kayholuveren peri kızlarının İzinde eski bir masalı yeniden yaşamak üzere derlendiler ve şimdi, bir medeniyetin kaybolduğu yerde size bütün olup biteni yavaş yavaş anlatacaklar. Bu kitabı okurken her bir dizeden ayrı bir hatıranın tüllendiğlni göreceksiniz çünkü.
Yoluna Harcadık Bütün Varımızı
Balıkesirli Zatiden okuyalım:
Eyle gel bin pare cönö sîne-i sad-çâkimiz Şad u hurrem olsun açılsın dİH gamnâkimiz
Baştın içün al ele yürül ayağı sakîya EH’i gamdan helak olduk getir tiryakimiz
Ol kıyamet Kamet ti Isi-dem ü âb-ı hayât Hemdem olsun bir nefes olmaz ecelden Bakimiz
Canımız alırsa derd-i hasret-İ la’li tebün Cümle-i derde deva ola tabibim hakimiz
Görmedik bâzânrnizda zerre denlü föide Yoluna hare ettik ey hâce kamu emlâkimiz
Himmet-i mıhrûnle ey meh asumanı ser-be-ser Seyr eder bir demde peyk-i nâle-i çâtâkimiz
Zâttyâ mûjgânımız yüz üzre cârûb eylemen Yolların pak eylerüz dirse nigör-ı pâkimiz
Zatî. Bayezid Camii avlusunda kendine ait bir dükkânda teşbih, yüzük vb. satarak, bir taraftan da gelene geçene remil atarak, fallarına bakarak geçimini temin etmiş bir zattır. Ömrünü bu dükkânda tüketmiştir. Dükkânının bir özelliği olarak, İstanbul’da şiir onun dükkânında teraziye konurmuş. Kim güzel bir şiir söylerse o şiir o dükkâna mutlaka uğrarmış. 0, üstat olarak herkese icazet verirmiş. Dükkânı tam bir edebiyat sohbetinin yapıldığı Özge mekân olarak yaşanır ve o da başköşede posta oturmuş vaziyette dururmuş- Genç şairler de onun yanında rahlesinin kenarında otururlarmış. Dükkânı bir şiir. sohbet mekânıdır. Tam bir mahfil denebilir. Üst seviyede estetik ruhu taşıyan bir dükKân. Bakî ile arasında geçen şöyle bir hikâyesi vardır:
Bakî delikanlı iken bir gün Zatfnin dükkânına gelmiş ve yazdığı şiiri göstermiş. Zatî de onu azarlayarak, “Git, böyle küstahlıklar yapma. Sen kim. bu şiiri yazmak kim?” demiş. Zatî daha sonra gerçekten onun yazdığını öğrenince bu şiire bir nazire yazmıştır.
Zatî çok fazla şiir yazmıştır. Üç bin gazeli, beş yüz civarında da kasidesi vardır. Bu çok büyük bir hacimdir. Rahmetli Ali Nihat Tarlan onun divanını neşretmeye başlamış, fakat ömrü divanın hepsini neşretmeye yetmeyince rahmetli Çavuşoğlu, onun da ömrü yetmeyince Ali Tanyeri devam ettirmiştir.
Yani sadece gazelleri üç cilt hâlinde neşredilmiştir. Bunun yanında, beş bin beyitlik bir Mihr-i Mân mesnevisi, bir Edirne Şehrengezi ve en küçük eseri olan Letâıf Mecmuası adlı risalesi vardır. İçerisinde latifeler vardır. Kendi çağına ait kelime işçlliğinin ona kazandırdığı bir lâtife tarzı. Her tür mesleğin bir nükte, bir espri ile anıldığını burada görmek mümkündür. Bu bakımdan bu tür eserler, yani letâifnameler ciddî manada tarihi kaynaklardır. Zatînin kitabının içerisinde sekiz yüz tane meslek sayılmıştır. Demek ki, Zatfnin yaşadığı çağda İstanbul’da, Kapahçarşı ve muhitinde sekiz yüz meslek uygulanıyormuş. Örnek olsun diye, birkaç tanesini şöyle söyleyebiliriz:
Yemiş uğurların kıyametle nar yiye.
“Meyve çalanlar kıyamette nar yiyeler inşallah.” Narın bir başka manası da “ateş”tir. Burada da “ateş” manasında kullanılmıştır.
Bakkalların bir eli yağda bir eli baldo ola.
Şekerine sinek üşen şekercilerde boğucular çok ola.
Tallıcak satanların ağzına sinek üşe.
Turşucuların yüzü gözü turşu sala, halka ekşi suret göstereler.
Köfleciler’de köfte horlar çok olur
Değirmen yapıcıların donuzlukta nazîh olmaya.
Değirmenin bir bölümüne donuzluk denir. Onun için bunların donuzlukta benzen bulunmaz.
Şehre yakın köylüler yoğurtçu ola.
O dönemin deyimleri arasında “yoğurtçu olmak” -çok affedersiniz- “yalaka olmak” anlamına gelmektedir.
Yel değirmenlerinde bâdı hevâ eksik olmaya.
Bâd-ı hevâ, günümüzde bedava denilen şeydir. Bûd-ı hevâ, bedava kelimesinin aslıdır, yani rüzgâr ve hava. Rüzgâr alıp hava satmak gibi bir şey.
Uncular’ın pazan ekmekli ola.
…..