Hikaye - Öykü

Rasim Özdenören – Ansızın Yola Çıkmak

Bir Kapının Önünde Gecenin karanlığı aralanıyor ağır ağır: he Mutfaktan tüpün harıltısını işitti. (Anası da uyanmış. Her sabah yoksa bu saatte mi uyanırdı? Şimdiye değin nasıl olmuştu da üstünde durmamıştı bunun? Cami evlerine uzaktı.

Gitmeye kalksa belki yetişemeyecekti. Ezan sesi kesilmişti.) Yer yatağından kalktı. Ortalık ağarmamıştı daha. Mutfağa geçti. Anası tüpün üstündeki tencereyi karıştırıyordu. “Erkencisin bugün?..” (Ne demeliydi acaba? Düşünemedi. Taşların ıslaklığı kurumamıştı daha.

İlk bakışta takıldı gözüne. Anası da ayrımsamıştır bunu. Rezalet.) “Öyle.” dedi. “Ben de ortalığı toparlayım öyleyse.” “Yok, yok” dedi yersiz bir telaşla “belki gene uyurum.” Anası şaşkın şaşkın baktı: “Sende bir hal var.” Bir şeyler homurdandı, ama ne dediğini kendisi bile anlamadı. Su doldurmak için ibriği aldı, ama doluydu ibrik: şimdi doldurulmuş, belli.

Oracıkta aldı abdestini. Odaya döndü. (Pijamasını çıkartıp elbisesini giyse miydi? Ama böylesi daha rahattı. “Nefs dikkati kendi üzerine çekmemeli.”) Seccadeyi serdi, namaza durdu. Namazı ve duaları bitirince yerinden kalkmadı. Gözlerini yumdu. (Yumdu gözlerini):

Yüreği çarpıntılar içindeydi kapalı bir gölün sabah rüzgârlarıyla başlayan sinirli çırpıntıları akıp gidiyordu kararmış bir gecede ya da karartılmış gündüzlerde, ıslak eski karanlık binaların koridorlarında yürüyüp duruyordu.. saydam geceliğine gizlenmiş o kadını görüyordu: koridorun su sızan bir duvarına sinmiş, orada kendisinden yardım bekliyor, fakat kendisi nasılsa beklenen yardıma bir türlü cevap veremiyordu. Kadınsa birinin metresiydi.

Hiç olmazsa öyle olması gerektiğini düşünüyordu. Ama niçin? Niçin? Niçin? Niçin? Kendisine emredilen yüzü anımsamaya çalıştı şiddetle, fakat ne tuhaf, bir türlü anımsayamıyordu, bir, o soluk mavi şalvarıyla üzerinden uçacakmış gibi duran tiril tiril pardösü geliyordu gözünün önüne.. ama önemli olan yüzdü, onuysa bir türlü biçimlendiremiyordu.

“Sen bilirsin” dedi yakararak. Gözlerinin aralanmış olduğunu sezinledi, biçimlenmemiş bir karartıya bakıyordu. Birazdan babası seslenecek, dükkâna gitmesi için evdirecekti. Ambardan mal çıkartması gerekiyordu bugün. Şurda burda alışıkları kalmıştı, onlara koşuşturacaktı. Sıkılıyordu bu işlerden. Elinde olsa bütün alacaklarını bağışlayabilirdi. Elinde olsa?..

Elinde olan ne vardı ki? Yıllar önce satın aldıkları bağ da şimdi ortaya çıkan bir tapu sorunu yüzünden nizalıydı. Bugün yarın onun mahkemesi de başlayacaktı. Kardeşleri adam olsa da bu işlerin bir bölümünü üstlenselerdi ya.. hayır, hepsi hazıra konmak istiyordu.

Babası da onlara güvenemediği için kendisine yükleniyordu. Oysa bu işlerin adamı olmadığını, hiçbir zaman da olamayacağını biliyordu. İyi ama ne işe yarardı kendisi? Neyin adamıydı? Bademlerin gölgesinde otururken görüyordu kendini. Lekesiz bir gökyüzü vardı badem ağaçlarının sık yaprakları arasında.

YukardaBir köpek geziniyordu Serçeler ve kargalar Üzüm bağları Rüzgârda sallanan bir korkuluk: tepesinde bir köpeğin kuru kafası, yani bir iskelet ve ne güzel bir dizi inci dişleriyle Issızlık ki, o kadar olur Rüzgârın çıkardığı ıslıklar bademleri zeytinleri üzüm tiyeklerini sıvazlıyor Rüzgâr, bir yılan derisini önünden süpürüyor yeşil boz pul pul ve toprağa uyumlu Köpeğin nasıl olup da buralara düştüğü sorulmalıdır.

Derken Birdenbire Orda, tek başına kalmışlığının soğuk, pırıl pırıl bilincinde olmak içine işliyor Avcısını arayan keklikler Issız, terkedilmiş dağ yamaçlarının beyaz kireçli taşları üzerinde birinden ötekine sekip duruyorlar Ve güneş güneşlerden bir güneş Bir günü uzatıyor uzatıyor uzatıyor.

Öyle ki o gün, orada sonsuza değin DONUP kalıyor DONUYOR Derken O kadın bir yerlerden tozların arasından O yılanın ölü derisinden Badem yapraklarından hışırtıların köpüklerinden Çıkıp geliyor karşısına

Öyle özlemişti ki onu çağırmaklar yetmiyordu sevgiler yetmiyordu paylaşmak yetmiyordu bunların da ötesinde her şeyi aşan bir şeyler gerekliydi: ıssızlıklarla ıssızlığın uğultularıyla bir yolculuktan arta kalan son izlerle ölümle ve hayatla bütünleşmek ve paylaşmaktan daha fazla bir şey olan bunların arasında bunlarla birlikte yitip gitmek..

ne kadar çağırsa, ne kadar onun içinde olsa, o ne kadar kendi içinde olsa bu özlemin doymayacağını biliyordu: öyleyse onu çağırmaktan daha fazla bir şey olan bir iç açışıyla kucaklamalıydı. İşte, karşısındaydı şimdi. Bir sanrı gibiydi.

Çok iyi tanıdığı fakat hiç görmediği bir sevgili.. Sonra ateş çarpıntı içbayıltan krizler başdönmesi helezonlar ve dehlizlerde onun saydam giysileri içindeki duruşu karışıklık. Kendi içinde duruyorken nerde yakalayabilirdi onu? Ve nasıl? Dolaştığı bütün kirli sokaklar parkeler taşların arasına sızmış çirkefler tek gecelik sevgiler bir yazlık sevgiler panjurlar panjurlara vurmuş güneşler bütün bunlar duruyor gözlerinin önünde yani onun düşsel ama katı sevgisi.

Adını koyamadığı karışıklık. Buydu. Bu kapıdan girecekti. Sıcak, patlamaya hazır, kabarmış sevgi. Şeytanın meleğin ve benliğin baş döndürücü dengesinde gerçeğin ve gerçekdışının merkezinde bir remz gibi duruyor. Karşısında. Çıplak. (Yollara düşüyor böylece.

Bulamamanın umutsuzluğu büyüdükçe araması çoğalarak..) (Ah, Tanrım, ben ne yapıyorum? Aklım nerelere gidiyor?) (Ev. O. Onun çıplaklığı. Düşte yitirileni gerçekte bulabilmek için çıkılan bir yolculuk: olmazın, onulmazın ardına düşmek yani: onu, onun evini ve çıplaklığını bulmak ve avuçlarında tutmak için. Oralarda bir yerde kendi evi de olacaktır.) (Evi mi? Ne evi?

Pansiyon dense daha doğru. üst katta, yani terasta, ama bina eski yapı olduğu için bağımsız değildi: alt kattaki bir kiracı ile daha alt katta –zeminde- oturan ev sahiplerinin merdivenlerini kullanarak çıkıyordu yukarı. bu yüzden ev sahipleriyle yaptıkları sözleşme gereğince evine kadın olsun, erkek olsun hiçbir biçimde konuk kabul edemiyordu. arka sokaktaydı ev, ana caddeye birkaç yüz metre uzaklıkta, tıkış tıkış bina doluydu oralar.

evlerin balkonları mutfakları banyoları yatak odaları nerdeyse birbirinin içindeydi gene de düzenli komşuluk ilişkileri kurulamamıştı. çoğunca birbirlerini bile tanımazlardı. zorunlu karşılaşmalarda sözsüz bir gülümseme selamlaşma yerine geçerdi.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Hasan Ali Toptaş – Ölü Zaman Gezginleri

Editor

George R. R. Martin – Dunk ile Egg’in Hikayeleri #1 Gezici Şövalye

Editor

Guy De Maupassant – Mutluluk

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası