Sabahattin Ali, Türk edebiyatının önemli isimlerinden biridir. Önce şiirleriyle ortaya çıkar, sonra ise hikâye ve romanlarıyla tanınır. Eserlerinin listesi ilk yayımlanış tarihleriyle önsözün sonunda verilmiştir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında verdiği bu eserlerle edebiyat tarihimizde kendine saygın bir yer edinen Sabahattin Ali, en çok hikâyeleri ile sevilmiştir. Hikâyeciliğimizde “toplumcu gerçekçi” tarzda yazdığı öyküleri ile bir mihenk taşı sayılır.
Gördüklerini gayet sade bir dille, kısa ve açık ifadelerle anlatarak çarpıcı olmayı başarabilen bir hikâyecidir. Hikâyelerinde karakterlerinin kişisel yaşantılarını, onları oluşturan toplumsal koşullar içinde verir. Bireysel ile toplumsalı son derece başarılı bir biçimde birbirinin içinden geçirerek damıtır ve etkileyici bir şekilde hikâye eder.
Sabahattin Ali, hikâyelerinin çoğunda dünyayı ikiye ayırır; ezenler ve ezilenler. Bu karşıtlık eserlerinde, zenginler fakirler, aydınlar halk, saldırgan erkekler düşmüş kadınlar, jandarmalar köylüler, doktorlar hastalar gibi kılıklara bürünür. Her zaman ezilenlerden yana olan Sabahattin Ali, birçok hikâyesini keskin ve sarsıcı bir biçimde bitirir.
Sabahattin Ali, edebiyatçılığının yanı sıra politik görüşleriyle de dikkat çekmiş bir yazardır. Siyaset ile edebiyatın birbirinden pek ayrılmadığı 1930’Iarın ve 1940’Iarın Türkiye’sinde solcu bir yazar olarak tanınmış, bu çizgide eserler vermiş ve bu eğiliminden dolayı devamlı mücadele içinde yaşamıştır. 1948’de, genç yaşında, esrarengiz bir biçimde öldürülmesiyle Türkiye’de edebiyat siyaset ilişkisinin sorgulandığı bir kişi haline gelmiştir.
Türk edebiyatının en önde gelen hikâyecilerinden biri olan ve yaşadıkları ile bir dönem Türkiye’sinin sosyo-politik yapısını gözler önüne seren Sabahattin Ali, benim her zaman ilgi duyduğum bir yazardı. Kızı Filiz Ali 1997 yılında babasından kalan içi evrak dolu bir sandığı bana gösterdiği zaman çok heyecanlandım.
Bu sandık ve içindeki kâğıtlar senelerdir Filiz Ali ve annesi Aliye Ali tarafından saklanmaktaydı. Bu evraklardan bazıları çeşitli vesilelerle çıkarılıp Filiz Ali ve Atilla Özkırımlı’nın hazırladığı Sabahattin Ali başlıklı kitapta olduğu gibi yayımlanmıştı. Çoğu Arap alfabesiyle kaleme alınmış olan bu yazılardan seçkileri eski yazı bildiği için Aliye Ali yapmıştı. Fakat evrakın tümü elden geçirilmemiş ve içinde neler olduğu saptanmamıştı.
Filiz Ali bu işi benim yapmamı istedi. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Zeynep Uysal, Engin Kilis Olcay Akyıldız’la bir ekip oluşturduk ve sandığın içindekiler üzerinde çalışmaya başladık. Eldeki malzemenin çoğu Arap alfabesiyle kaleme alınmıştı. 1928’deki harf devriminden sonra dahi insanlar ilk öğrendikleri harflerle yazmayı yeğlediklerinden, 1930 veya 1940″larda yazılmış olan birçok metin eski harflerle yazılmıştı.
Mesela Sabahattin Ali’nin hikâyelerinin kendi el yazısıyla ve yeşil mürekkepli dolmakalem ile yazdığı orijinallerinin çoğu eski yazıydı. Aynı şekildi Sabahattin Ali’ye yazılmış mektupların hemen hepsi gene eski yazıyla yazılmışlardı. Bu yüzden bunları okuma sorunu ön plana çıkıyordu.
En erken yazılanların 1920’lerde yazıldığı göz önüne alınırsa 1990’larda ele alınan bu evrak 70 senedir bir sandıkta kapalı kalmış, solmuş, sayfaların kat yerleri yıpranmış, bazıları nem aldığı için lekelenmiş kâğıtlardı. Bundan dolayı yazıları okuma faslımız üç yıl sürdü.
Bu süreçte birlikte çalıştığımız ekibin dışında Prof. Dr. Günay Kut ve Yard. Doç. Dr. Zeynep Sabuncu bize çok yardımcı oldular. Kendilerine burada bir kere daha teşekkür etmek isterim. Ayrıca, Kutlukhan Erin ve öğrencilerim Şenel Gerçek ile Onca Tapınç ’a da yazıları okuma konusundaki yardımları için teşekkür ederim. Ortaya çıkan malzeme çok çeşitliydi.
Bu malzemeyi üç grup altında toplamaya ve yayımlamaya karar verdik. Birinci grup bu kitapta ele alınan Sabahattin Ali’nin yayımlanmamış eserlerinden oluşuyordu. İkinci grup Sabahattin Ali’nin hayatı boyunca karşı karşıya kaldığı hukuki sorunlarını yansıtan çeşitli mahkemelerinin tutanakları, savunmaları, mahkeme kararlarından oluşuyordu.
Üçüncü grup ise, Sabahattin Ali’ye yazılmış çok sayıda mektupla onun birkaç kişiye yazdığı ve belli ki o kişilerden geri alıp sakladığı veya kendisi için bir kopyasını çıkardığı mektuplardan oluşuyordu. Sabahattin Ali’nin tüm eserlerini yayımlayan Yapı Kredi Yayınları bu malzemeyi üç kitap halinde yayımlamaya talip oldu.
Sabahattin Ali’nin bu kitaba aldığımız yayımlanmamış eserleri arasında ikisi tam, biri bitmemiş üç kısa hikâye, bir uzun hikâye, on bir şiir, bir hikâyesinin opera formunda yeniden yazımı, ileride yazmayı planladığı hikâye ve romanlarına dair kısa notlar ve bazıları 1940″larda gazetelerde yayımlanmış sosyo-politik makaleleri yer alıyor.
Yayımlanmamış hikâyelerinden biri, “O Arkadaşım”, hem “sandık”tan çıkanlar arasında kendi el yazısıyla var, hem de 15 Mayıs 1928’de Irmak dergisinde yayımlanmış. Ama sonra Sabahattin Ali hikâyelerini bir kitapta toplarken bu hikâyeyi aralarına katmamış. Büyük bir bölümü mektup tarzında olan bu hikâye herhalde oldukça zayıf olduğundan sonradan da hiçbir hikâye kitabına alınmamış.
“Barsak” adlı tamamlanmamış hikâye ise, tam Sabahattin Ali üslubunda bir hikâye. Anadolu’da yapılan bir otobüs yolculuğu ile başlayan hikâyede nefis bir çevre tasviri ile beraber otobüsün içindekilerin birbirleriyle başlayan ilişkilerinin küçük ayrıntılarla çizimi var.
Bozulan otobüsten inen şoför, muavin ve değişik tiplerdeki yolcuların birbirleriyle yaptıkları konuşmalar çok canlı ve gerçekçi. Aralarında oluşmaya başlayan bir gerilimle devam eden hikâye fazla ilerlemeden kesiliyor. “Bir Hakikatin Hikâyesi” başlıklı hikâyenin anlatıcısı bir öğretmen ve öğrencilerinden bir kıza hissettiği aşkı anlatıyor.
Sabahattin Ali’nin Aydın ortaokulunda öğretmen olduğu 1931 yılında yazılmış bu hikâye. Adının bir “hakikatin” hikâyesi olması ve Sabahattin Ali’nin bu hikâyeyi hiçbir yerde yayımlanmamış olması dikkat çekiyor. Yazarın özel hayatından bir parçanın hikâyeleştirilmesi olabileceğini akla getiriyor.
“Çakıcının İlk Kurşunu” adlı uzun hikaye, Türk edebiyatında hakkında çok yazılmış ve efsaneleşmiş bir kişinin hikâyesi. 1872-1911 yılları arasında Aydın’da yaşamış olan ünlü bir eşkıyanın, Çakırcalı Mehmet Efe veya Çakıcı Efe denen eşkıyanın hikâyesi.
Edebiyatımızda bu konuda yazılmış birçok hikâye ve roman var. Sabahattin Ali bu hikâyeyi kendi üslubu ve politik görüşüne uygun olarak yeniden yazmış. Abdülhamit döneminde geçen hikâyede Çakıcı’nın ilk kurşununu atıp dağa çıkmasını, Abdülhamit’e karşı Anadolu halkının isyanının başlangıcı olarak sunuyor Sabahattin Ali.
Zeybekler anlatılırken onların “halis Türk ırkı” olduğu belirtiliyor. Zeybeklere ve Çakıcı’ya karşı Abdülhamit’in yolladığı güçler Arnavutlardan ve Çerkeslerden oluşuyor. Tüm bu düşman güçlerini Çakıcı ve çetesi yeniyor. Hikâyenin sonunda Çakıcı’yı ancak gene bir Zeybek vurabiliyor ama aslında başkasını vurmak isterken yanlışlıkla Çakıcıyı vuruyor.
Yani Çakıcı sonunda ölüyor ama yenilmiyor. * * * Hikâye sömürenler ve sömürülenler üzerine kurulu. Abdülhamit döneminde düzenin bozukluğu, ekonomik eşitlik olmaması çok zengin ve çok fakirlerden oluşan bir düzende “mütegallibe”lerin (zorbaların) zulümleri anlatılıyor. Padişah tahtta kaldığı sürece hürriyet olamayacağı ifade edilerek meşrutiyet eleştiriliyor. Bu arada İttihat ve Terakki’nin de Çakıcı’ya düşman olduğu belirtiliyor.
Çakıcı Efe’nin hikâyesi kurulu bozuk düzene karşı çıkan bir halk kahramanının hikâyesi olarak anlatılıyor. Sabahattin Ali’nin yayımlanmamış eserleri arasında kendi el yazısıyla, çoğu hece vezniyle ve halk şiiri tarzında yazdığı bir tane de şiiri var. 1928 tarihli bir şiirini “yedi meşaleciler gibi” diye sunuyor. Ünlü “kurbağalı şiir” tarzında yazdığı biri küçük, dört kurbağalı şiiri daha var.
“Sokakta Kalan Adam” ise, çok değişik tarzda bir şiir denemesi. Başlığı olmayan şiirlerden bir tanesi, belli ki 1932’de Konya’da hapisteyken yazdığı bir şiir. Bu şiirlerinin bir kısmının yanına resimler de çizmiş. Bu eserlerin ardından bir opera metni geliyor. Sabahattin Ali “Kağnı” adlı hikâyesini opera metni olarak da kaleme almış.
Üç perdelik bu opera metninde sahnedeki görsellik ön planda; müzik ve aryalar ile ilgili bir bilgi yok. Sabahattin Ali, 1938 ile 1945 arasında Devlet Konservatuarı’nda öğretmen ve dramaturg olarak çalışmış. Bu sırada Alman tiyatro ve opera yönetmeni Carl Ebert’in tercümanlığını yapmış. Tiyatro ve opera ile ilgilendiği bu süre zarfında kendi eserlerini de sahne düzeni içinde yeniden düşünmek istemiş olabilir.
Sabahattin Ali kendi için tuttuğu kısa notlarda yazmayı planladığı hikâye ve romanların bir listesini yapmış. Önce hikâye veya romanların isimlerini koymuş ve ardından da bunların yazılması için okunmasını gerekli bulduğu eserleri not etmiş. Listede tarih yok ama yazılacakların bazılarını Almanya’da, bazılarını Türkiye’de yazmanın uygun olacağını belirttiğine göre bu listeyi Almanya’ya gitmeden hemen önce Almanya’ya gidişi belli olduktan sonra 1928’de yapmış olma olasılığı yüksek.
Sabahattin Ali’nin evrakı arasında, 1932 yılında Konya Halkevi’nde verdiği kadınlar hakkında bir konferans metni de var. Başlığı olmayan bu konuşmada ülkede kadın erkek eşitliği için gerekli olan zihniyet değişikliklerini tartışıyor ve kadınların eğitiminin önemi üzerinde duruyor. 1933’te yazdığı “Türkiye Hapishaneleri” başlıklı yazıda ise, Türkiye’deki suçlu insan profilini çıkarıyor.
Türkiye hapishanelerindeki mahkûmların gerçek mücrim olmadıklarını, cehalet ile zihniyet ve telakki farkları yüzünden kanuna aykırı davrandıklarını belirtiyor. Gazetelerde çıkmış altı makalesinden dört tanesi Ocak-Mart 1944 tarihlerinde Tan gazetesinde yayımlanmış yazılar. Bu yazılarında Sabahattin Ali zaman zaman Falih Rıfkı Atay’ın Ulus’ta yazdığı yazıları eleştiriyor.
Daha sonra, 1947 yılında, Falih Rıfkı ile mahkemelik oluyorlar. Bu yazılar A. Metin imzasıyla çıkmış. Diğer iki makalesi Sabahattin Ali imzasıyla yayımlanmış. Bunlardan biri Ocak 1948’de Yirminci Asır ’da, diğeri Şubat 1948’de Zincirli Hürriyet ‘te çıkmış. Bu makalelerde hürriyet kavramı tartışılıyor, devletin nüfus artışı önerisi eleştiriliyor, emperyalizmin tanımı yapılıyor, milliyetçiliğin iyi olduğu anlatılıyor.
“Asıl Büyük Tehlike Bugünkü Ehliyetsiz İktidarın Devamıdır” başlıklı son makalede, Amerika’dan yardım alabilmek için ülkede kızıl tehlike varmış gibi göstermeye çalışan iktidarın eleştirisi yapılıyor. Bu makale Sabahattin Ali’nin öldürülmeden önce yazdığı son yazılardan olmalı.
Bu yazıda oldukça sert bir hükümet eleştirisi dikkat çekiyor. Sabahattin Ali bu makalelerin çoğunu zamanında gazetelerde yayımlamış. Gerek bunlar, gerekse yayımlamadığı iki makalesi Sabahattin Ali’nin toplumsal ve siyasal görüşlerini aksettirdikleri için bugün hâlâ önemli.
Sabahattin Ali’nin bu kitapta yayımlanan bilinmeyen hikâye ve şiirlerinin bazıları biraz savruk, belli ki üzerinde pek çalışılmamış. Bu bakımdan kendisinin yayımlamadığı ya da kitaplarına almadığı çalışmaları bugün gün yüzüne çıkarmanın yazara haksızlık olduğu düşünülebilir. Ama Sabahattin Ali gibi önemli bir yazarın kaleminden çıkan her şeyin ortaya çıkmasının, külliyatının tümünün görülebilmesi açısından gerekli olduğunu düşünüyorum.