Hikaye - Öykü

Andre Gide – Dunya Nimetleri

Bu kitaba verdiğim kaba ada bakıp da aldanma, Nathanael; ona Menalque da diyebilirdim, ama senin gibi Menalque da hiçbir zaman var olmadı. Bu kitabın bürünebileceği biricik ad kendi adımdı; ama o zaman da imzalamayı nasıl göze alabilirdim?

Utanmadan, hiçbir yapmacığa kaçmadan, kendimi koydum bu kitaba; bazan da hiç görmediğim ülkelerden, duymadığım kokulardan, hiç yapmadığım işlerden -ya da senden, daha hiç karşılaşmadığım Nathanael’im- sözedersem, ikiyüzlülükten değildir bu, ve bunların yalanlı-ğı, gerçek adını bilmediğim için sana verdiğim bu adın, beni okuyacak olan Nathanael adının yalanlığını geçmez.

Neyse, beni okuduğun zaman, bu kitabı at ve çık. Kitabım çıkmak arzusu versin isterdim sana, nereden olursa olsun çıkmak, – şehrinden, ailenden, odandan, düşüncenden. Yanına alma kitabımı. Menalque olsam, seni götürmek için sağ elinden tutardım, sol elin bunu bilmezdi, sonra, şehirlerden uzaklaşır uzaklaşmaz bırakırdım bu sıktığım eli, sonra sana: Beni unut, derdim.

Kitabım kendisinden çok kendi kendinle ilgilenmeyi öğretsin sana – sonra kendi kendinden çok her şeyle ilgilenmeyi.

BİRİNCİ KİTAP
Uzum zaman uyuklamış tembel mutluluğum Uyanıyor…
HAFIZ
I
Nathanael, Tanrı’yı her yerden başka yerde arama.
Her yaratık Tanrı’yı belirtir, apaçık göstermez hiç biri.

Üzerinde bakışımız durmayagörsün, her yaratık uzaklaştırır bizi Tanrı’dan.
Başkaları kitaplar yayınlarken, çalışırken, ben kafadan öğrendiğim herşeyi unutmak için tam üç yıl yolculuk ettim. Ağır oldu, güç oldu bu bilgilerden kurtulma; ama insanların zorla verdiği bütün bilgilerden daha faydalı geldi, gerçek bir eğitim başlangıcı oldu.
Hayatla ilgilenmemiz için ne çabalar, ne çabalar harcamamız gerekti, bunu hiç bir zaman bilemiyeceksin; ama şimdi bizi ilgilendiriyor ya, bu da herşey gibi olacak – tutkuyla.
Sevinçle cezalandırıyordum etimi, ceza suçun hazzından da büyük bir haz veriyordu – yalnız günah işlemekle kalmamak gururu öylesine sarhoş ediyordu beni.
Değer fikrini silmeliyiz içimizden; akıl için çok büyük bir engeldir o.
. .. Yollarımızın belirsizliği ömür boyunca yedi bitirdi bizi. Ne diyecektim sana? Her seçim ürperticidir, bir düşünüldü mü: Bir görevle yönetilmez olmuş özgürlük ürperticidir. Hiç bir yanı bilinmedik bir ülkede tutulacak bir yoldur bu, herkes kendi yolunu kendi bulur orada, hem de, hem de, iyi dikkat et, yalnız kendisi için bulur; öyle ki, en bilinmedik Afrika’da en belirsiz bir iz bile böylesine şüpheli değildir..- Gölgelik korular çeker bizi; hâlâ kurumamış kaynakların serapları çeker… Ama arzularımız kaynakları nerede akıtırsa kaynaklar daha çok orada olacak; çünkü ülke yaklaşmamızın yarattığı ölçüde vardır ancak, görünüm (1) de çevremizde yavaş yavaş, biz ilerledikçe hazırlanır; ufkun ucunda görmeyiz; yanımızda bile birbiri ardından gelen, değişken görünüşlerden başka birşey değildir.
Ama böylesine önemli bir konuda benzetmeler yapmak neden? Hepimiz inanıyoruz: Tan-rı’yı bulmamız gerek. Yazık ki biz onu buluncaya kadar dualarımızı nereye yönelteceğimizi bilmeyiz. Sonra, en sonunda insan onun, Bu-lunmaz’ın, her yerde, herhangi bir yerde olduğunu düşünür, sonra da gelişigüzel diz çöker.
Ve sen, Nathanael, sen kendi yolunu bulmak için, elinde tuttuğu ışığın ardından giden insanla bir olacaksın.
Nereye gidersen git, yalnız Tanrı’yla karşılaşabilirsin. – Menalque söylerdi: Tanrı önümüzde olandır.
Nathanael, herşeye geçerken bakacaksın, hiçbir yerde durmıyacaksın. Yalnız Tanrfnın geçici olmadığını düşün.
önem bakışında olsun, bakılan şeyde değil.
Benliğinde ayrı bilgilerden sakladığın her-şey, yüzyılların tükenişine kadar senden ayrr kalacak. Neden böylesine değer veriyorsun onlara? Arzularda fayda vardır, arzuları doyurmakta fayda vardır, – çünkü bundan çoğalırlar. inan bana, Nathanael, sözlerim gerçek: Her arzu, arzumun her zaman yanlış ereğinden daha çok zenginleştirdi beni.
Birçok güzel şeyler için aşkla yıprattım kendimi, Nathanael. Onlar için hiç durmadan yanıp tutuşmamdan geliyordu parıltıları. Yorulmak bilmiyordum- Her coşku (1) bir aşk yıpranmasıydı benim için, pek hoş bir yıpra-nıştı.
Sapkınların en sapkınıydım, sapa kanılar çekti hep beni, düşüncelerin şiddetle yön değiştirmeleri, aykırılıkları çekti. Her kafa yalnız ve yalnız başkalarından ayrılan yanıyla ilgilendiriyordu beni. Bu yüzden sonunda sevgiyi kovdum içimden, bunda yalnız ortak bir coşkunluğun nimetini görür oldum.
Sevgi değil, değil, Nathanael, – aşk.
Yaptığının iyi mi, kötü mü olduğunu yargılamadan davranmalı. İyi mi, kötü mü olduğuna bakmadan sevmeli birşeyi.
Nathanael, sana coşkuyu öğreteceğim.
Durgun durgun yaşamaktansa, acı bir ö-mür daha iyi, Nathanael. ölüm uykusundan baş
1) Ferveur: Büyük gayret, şevk, hararet.
ka dinleniş istemem ben. ömrüm boyunca do-yurmıyacağım her arzu, her güç, sonraki yaşayışlarında beni rahatsız ederler diye korkuyorum. içimde bekliyen herşeyi boşalttıktan sonra, doyduktan sonra, tamamiyle umutsuz öleceğimi umuyorum.
Sevgi değil, değil, Nathanael, aşk. Anlıyorsun, değil mi, aynı şeyler değil bunlar. Bazı bazı kederleri, sıkıntıları, sızıları sevebilmem, bir aşkı yitirmek korkusuylaydı, yoksa pek çekemezdim onları. Bırak, herkes kendi eliyle düzenlesin hayatını.
(Bugün yazamam, çünkü ambarda bir çark dönüyor. Dûn gördüm; kolza dövüyordu. Sap havalanıyordu; tohum yere yuvarlanıyordu. Toz soluğu kesiyordu. Bir kadın taşı döndürüyordu-İki güzel oğlan, yalınayak, tohumları topluyordu.
Ağlıyorum, çünkü söyliyecek sözüm kalmadı.
Biliyorum, söyliyecek şeyi kalmadı mı yaz-mıya başlamaz insan. Ama ben gene de yazdım, daha başka şeyler de yazacağım aynı konuda.)
Nathanael, daha hiç kimsenin vermediği bir sevinç vermek isterdim sana. Nasıl vereceğimi bilmiyorum, gene de bu sevinç bende var. Sana daha hiç kimsenin seslenmediği kadar içten, candan, yakından seslenmek isterdim. Sana gecenin öyle bir saatinde gelmek isterdim ki, herbirinde sana gösterilenden daha fazlasını arıyarak birbiri ardından birçok kitaplar açıp kapamış olasın; hâlâ beklediğin bir gece saatinde, desteklendiğini duymamak yüzünden coşkunun keder olacağı saatte gelmek isterdim sana. Yalnız senin için yazıyorum; sana yalnız bu saatler için yazıyorum, öyle bir kitap yazmak isterdim ki, onda her düşünce, her kişisel coşkunluk yol görünsün sana, onda yalnız kendi öz coşkunun gölgesini görür gibi olasın. Sana yaklaşmak isterdim, beni sevesin isterdim.
Hüzün dinmiş bir coşkudur, başka birşey değil.
Her yaratık, çırılçıplak olabilir; her coşkunluk, dopdolu.
Coşkunluklarım bir din gibi açıldı. Anlayabilir misin bunu; her duyunun sonsuz bir varlığı (1) vardır.
Nathanael, sana coşkuyu öğreteceğim.
Fosfora ışığı nasıl bağlanırsa, yaptıklarımız da bize öyle bağlanır. Bizi tüketirler, orası öyle, ama parıltımızı da onlar sağlar.
Ruhumuz bir değer kazandıysa, başka ruhlara göre daha candan tutuştuğu için kazandı.
Şafağın aklığında yunmuş, büyük tarlalar, sizleri gördüm; mavi göller, sularınızda yundum
– güleç havanın her okşayışı gülümsetti beni, bunu sana tekrar tekrar söylemekten bıkmıya-cağım, Nathanael. Sana coşkuyu öğreteceğim.
Daha güzel şeyler bilsem onları söylerdim sana, – elbette onları, başkalarını değil.
Sen bana bilgeliği öğretmedin, Menalque. Bilgeliği değil, aşkı öğrettin-

Ben Menalque’a dostluktan fazla birşey duydum, Nathanael, aşka pek yakın birşey. Hem de kardeş gibi seviyordum onu.
(1) Burada, “varlık” kelimesi “mevcudiyet” anlamına kullanılmıştır.
Menalque tehlikelidir; kork ondan; bilgilere yaka silktirir, ama çocukları korkutmaz kendinden. Onlara ailelerinden soğumayı öğretmekle kalmaz, yavaş yavaş, bırakmayı da öğretir; bir buruk yaban meyveleri arzusuyla hasta e-der yüreği, görülmedik aşkla kaygıya gömer. Ah! Menalque, seninle başka yollar üzerinde koşmak isterdim hâlâ. Ama zayıflıktan nefret edersin sen, bana seni bırakmayı öğrettiğini ileri sürüyordun.
Her insanda görülmedik imkânlar vardır. Geçmiş hemen üzerine bir hikâye yansıtmasa, “şimdi” bütün geleceklerle dolu olurdu. Ama, yazıklar olsun! tek bir geçmiş tek bir gelecek sunar – önümüze gölgesini düşürür, uzayın üstünde sonsuz bir köprü gibi.
Yalnız anlıyamadığım yapamıyacağını bilir insan. Anlamak, yapabileceğini duymaktır. YAPABİLECEĞİMİZ KADAR ÇOK ŞEY ALMALIYIZ ÜZERİMİZE, en iyi yol budur işte.
Hayatın çeşitli şekilleri; hepiniz de güzel göründünüz bana. (Benim bu sana söylediğimi Menalque da bana söylüyordu.)
Bütün tutkuları, bütün günahları tanımı-şımdır inşallah; hiç değilse destekledim onları. Bütün varlığım bütün inançlara doğru atıldı; kimi akşamlar öylesine çılgındım ki, ner-deyse kendi ruhuma inanacaktım, öylesine duyuyordum bedenimden sıyrılmak üzere olduğunu. – Bunları da Menalque söylüyordu bana.
Hayatımız önümüzde buzlu suyla dolu şu bardak gibi olacak, öylesine soğuk olduğu, sıtmanın ateşi onu öylesine susattığı için dudağına pek tatlı gelen bu bardağı itemiyen, içmek isteyen, beklemesi gerektiğini bile bile bir dikişte içiveren bir sıtmalının ellerinde tuttuğu şu ıslak bardak gibi olacak-
II
Ah! gecenin soğuk havasını nasıl çektim içime, ah! pencereler! sonra, ne kadar da soluk ışık akıyordu aydan, sisler yüzünden, kaynaklar gibi – içer gibi oluyordu insan.
Ah! pencereler! kaç kereler alnım gelip serinledi camlarınızda, sonra, sonra, çok sıcak yatağımdan balkona, uçsuz bucaksız, durgun göğü görmeye koştuğum zamanda, kaç kereler arzularım sisler gibi dağıldı.
Geçmiş günlerin ateşleri, etim için ölümcül bir yıpranıştımz; ama kendini hiç birşey Tan-rı’dan uzaklaştırmadı mı, ruh nasıl kurur, tükenir!
Sevgimin değişmezliği ürperticiydi; bütün varlığımla çürüyordum onda.
Sen ruhların imkânsız mutluluğunu daha uzun zaman arıyacaktın, demişti Menalque…
Belirsiz coşkunluğun ilk günleri geçtikten sonra – ama daha Menalque’la karşılaşmadan önce – kaygılı bir bekleyiş çağı başladı, bataklıkta bir yolculuk gibiydi. Uyku bitkinliklerine batardım, uyumak iyileştirmezdi beni. Yemekten sonra yatardım; uyurdum; daha da yorgun uyanırdım, aklım uyuşuk olurdu, sanki pek yakında biçim değiştirecektim.
Varlığın karanlık oluşumları; içten işleme, bilinmiyenin yaratılışları, çalışkan doğurmalar; uyuklayışlar; bekleyişler, kozalardaki kurtlar gibi, kelebek olacak böcekler gibi, uyurdum; “ben” olacak ve daha şimdiden bana benzemez olmuş yeni varlığı biçimlenişiyle başbaşa bırakırdım içimde. Her ışık, yeşermiş su tabakalarının içinden, yapraklar, dallar arasından gelir gibi gelirdi bana; bulanık, uyuşuk anlamalar, sarhoşluklardaki, büyük şaşkınlıklardaki anlamalar gibi. – Ah! gelsin artık, diye yalvarırdım, gecikmez…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Edgar Allan Poe – Morgue Sokağı Cinayeti

Editor

Osmanlı Fıkraları

Editor

Özge Calafato – Çekilir Dert Değil

Özge Calafato
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası