Kültür savaşlarının yapıldığı günümüzde aydın kimliğine / sahip olacak insanlar, mutlaka kendi klâsiklerini tanımak ve ‘ geçmiş güzellikleri gözler kamaştıran kültür hazinelerinden yararlanmak zorundadır. Kapı Yayınları olarak bizler, Türk klâsik şiirinin söz ustalarından on adedine ait gazellerin yer aldığı bazı cep kitapları hazırlamayı bir kültür hizmeti olarak gördük. Türk klâsik şiirinin ister lirik ve âşıkane, ister rindane ve şûhane, isterse mistik ve felsefî eda ile söylenmiş gazellerini, ama mutlaka en “Şahane Gazeller”ini sizlere sunmayı plânladık. Böylece elinize ulaşan her kitapçıkta, ünlü bir şairin yine ünlü gazellerinden ve güzelliklerinden örnekler bulacaksınız. Hepsi bizim olan, bizim atalarımız olan, bize ait duyguları, aşkları anlatmış olan bu şairlerin dizelerini okudukça, inanıyoruz ki, onlarla aramızdaki tanışıklık bağları pekişecek ve eski asude zevklerden yeni ve estetik bakış açıları devşireceğiz. Belki şimdiki şairlerimiz o gazellerden damıtılmış ilhamlar ile soneler yazacak, belki şimdiki âşıklar sevgililerine yeni sevgi sözcüklerini bu dizelerden devşirerek fısıldayacaklardır. Buna çok ama çoook ihtiyacımız var.
SUNUŞ
Büyük, köklü ve medenî uluslar kendi millî kimlikleri üzerinde büyür, gelişir ve devamlılık sağlarlar. Böyle ulusların geçmişinde öyle isimler vardır ki, öz kültürün eseri olmak üzere sonraki nesillere hiç zedelenmeyecek bir kimlik bağışlarlar. Bunlar, uzun yıllar, halta yüzyıllar boyunca zevk ve İstifade ile okunacak kitapların yazarlarıdır ve milletin toplum vicdanını şekillendirirler. Türk medeniyetinin bu sınıfa girecek eserleri veya kültürünün temel taşları olan bazı eski kitaplar, yazık ki, şimdi taş duvarların soğuk ve rutubetli ortamında, yan yana istiflenmiş olarak, bir okuyucunun merhabasını beklemektedirler. Bizi biz yapan, her şeyiyle biz olan ve bizim olan bu klâsik eserler, maalesef kütüphanelerin sıkıcı dünyasından dışarı takamamakta, onca olumsuzluğa rağmen geçmişten geleceğe uzanabilmek için direnip durmaktadırlar.
…
FUZULİ (1482 1556)
Şark coğrafyasında yetişen en muhteşem âşıklardan biri olarak, yalnızca aşkı, her yönüyle aşkı anlatan adamdır Fuzûlî. Gazellerinde dillendirdiği her aşk tasviri, Leyla ile Mecnun adlı muhteşem mesnevisinde anlattığı her aşk sahnesi, ayrı bir derinliğin çıkarımı olarak durur karşımızda. Çünkü onun dünyasında ne âşık ne de maşuktur önemli olan; hayır, bizatihi aşkın kendisidir. Ona göre, hayatı yaşanılır kılmak ancak aşk ile mümkündür. Ona göre, bir aşka ancak aşk olduğu için âşık olunabilir ve gerisi kuru lâftan, asılsız görüntüden ibarettir. Cihan aşk üzerine yaratılmıştır der ve mutlak güzelliğin ancak aşk ile kavranılabildiğini söyler. Allah İle kulu arasındaki en sağlam bağ da, kul İle kulu bağlayan İlişkiler bütünü de, kulun eşya İle arasında oluşan tavır da aşk merkezli şekillenir ve pozitif veya negatif güç kazanır. İnsan, mevcudata bakar ve onu görürken yalnızca aşk deseninden ruh biçerek, güzellik kumaşından giysi dikerek yansıtır kalbindeki süveydaya. Bu yüzden, şiirlerinde aşkın acı ve ıstırabını anlatır durmadan. Ayrılık, dert ve üzüntüyü arar her dizesinde; kavuşma, neşe ve mutluluğu kovar dünyasından. Acı çekmekle olgunlaşacağına, yüceleceğine inanır ve hüznün kanatlarında özge bir zevk bulur. Hamuru aşk ile yoğrulmuş birisi olarak hak ettiği yeri şöyle belirler…
Bütün zamanların aşkları birbirine benzer şüphesiz ve bütün zamanlarda âşıklar birbirlerinden devralırlar bayrağı. Âdem’le Havva’dan kalan kurallar geçerlidir hâla bu yarışmada ve Ferhatlar, Keremler, Vamıklar, Salamanlar, Romeoların adı yazılı olan şeref listesinin en başında kendi adının bulunmasını isteyen şairdir o. Kendisi ile Mecnun arasındaki bağ o derece kuvvetlidir ki. bütün divanında en ziyade Mecnun’un aşkına öykünür ve kendi söylediği Leyla masalının kahramanını hep kıskanır. Bu yüzden yeri geldikçe onu küçük görerek gizli bir intikam da aldığı olur:
‘’Gerçi aşk derdinin tutsağı ve güzellik kadehinin sarhoşu pek çoktur amma ey sevgili, içlerinde en ünlü olan yine de biziz. Çünkü şimdilerde sana Leyla, bana da mecnun diyorlar.’’
Hani, pişmek yanmak kadardır ya!.. Fuzûliye göre aşk öyle bir ateştir ki, ruhları bin türlü kirinden arıtır ve gönülleri yaktıkça âşığa itibar kazandırıp rütbesini artırır. Aşk işinde başarılı kîlmak, sevgilinin iltifatını ve aşkını kazanmak için bu yanışın derinlikli olması gerekir. Ne kadar çok yanarsa âşık. o kadar pişer bu meydanda. Çünkü bütün dertlerin çaresi aşktır. Ötesi büyük bir boşluk… Tasavvuf, ilâhî aşkın o uzun patikalarında karşılaşılan güçlükleri aşmak, dikenleri çiğnemekle, belki onları aşk duyan gönüllerde yakmak, belki de bizzat gönülleri aşkta pişirmekle hedefine varır çünkü..
Bir aşık düşününüz; aşk ile kendinden öylesine geçmiş, öylesine mesl ve hayran kalmış olsun ki, artık dünyanın ne olduğunu idrak edemez duruma düşsün. Hatla kendisinin yahut sakinin kim olduğunu bilmesin ve içki yahut kadehi de zihninden silsin. Öyleyse Fuzülinin burada söylediği aşk sarhoşu ile tasavvufun fenalillâh makamına erişmiş erleri arasında ne fark vardır?!.. Her ikisi de dünyayı ve dünyaya ail her şeyi gönüllerinden, zihinlerinden silmiş; her ikisi de kendi varlıklarını Mutlak İrade’nin içinde eritip O’nunla bütünleşmiş… Öyle ya. sakinin, içkinin, kadehin ne olduğunu bilmeyen bir mest, kendini de bilmiyorsa bundan ne çıkar? Var olan, ancak bir başkasında yok olmakla varlığını hisseder…
I. YAKARIŞ!..
Yâ Rab hemîşe tûtkınu kıl rehminü bana
Gösterme ol tarihî kî yetmez sana bana
Kat’ eyle aşinalığım andan ki gayrdır
Ancak öz âşinaların et âşinâ bana
Bir yerde sabit el kademi itibârımı
Kim rehberi şeri’at ola muktedâ bana
…