Barmen kızımız Sookie Stackhouse’un bu aralar şansı pek yaver gitmiyor. Önce iş arkadaşı öldürülüyor ve bu durumu görünürde kimse umursamıyor. Derken, canavar ruhlu bir yaratık tarafından zehirli bir kırbaçla kamçılanıyor. Ve tam o sırada devreye kanından zehri emmek için vampirler giriyor -sanki kan emmek işlerine gelmezmiş de kıyak çekiyorlarmış gibi!
Sookie borçlanıyor tabii. Dolayısıyla bu kan-emicilerden biri ondan iyilik isteyince de geri çeviremiyor. Aradan çok geçmeden soluğu Dallas’ta alan Sookie telepatik güçlerini kullanarak kayıp vampiri bulmaya çalışıyor. Ayrıca bu konuyla alakalı bazı insanlarla da görüşmek zorunda. Yalnız bir şartı var. Vampirler uslu duracaklarına ve bu insanlara zarar vermeyeceklerine söz vermeli. Tabii söylemesi kolay. Vampir tayfasının yoldan çıkması için gereken tek şey leziz bir sarışın ve işlerin katliam boyutu kazanmasına yarayacak minik bir hata…
1
ANDY BELLEFLEUR dut gibi sarhoştu. İnanın bana, Andy için hiç de normal bir durum değildi bu. Bon Temps’tekİ itim sarhoşlan iyi bilirim. Sam Merlotte’un barında çatıştığım yıllar boyunca onlan yakından tanıma imkanı buldum Ama doğma büyüme Bon Temps’li ve buranın küçük polis kuvvetinin dedektifi olan Andy Bellefleur, daha önce Merlotte’ıa hiç sarhoş olmamıştı. Bu gece neden böyle bir istisna yaşandığını çok merak ediyordum. Andy ve benim aramdaki ilişkiye arkadaşlık demek için insanın hayalgücünü oldukça zorlaması gerek. İşte bu yüzden ona neler olduğunu doğrudan soramazdım. Ama bunu öğrenmenin bir yolu daha vardı ve ben de o yolu denemeye karar verdim. Sahip olduğum yeteneği ya da kusuru (artık siz nasıl adlandırırsanız) kullanmayı, sadece beni direk etkileyen meselelerle sınırlandırmaya çalışsam da bazen merakıma yenilebiliyorum.
Andy’nin düşüncelerini okumak için zihinsel kalkanımı indirdim ve pişman oldum.
Andy o sabah adam kaçırma suçundan birini tutuklamak zorunda kalmıştı. Adam on yaşındaki komşu çocuğunu ormana götürüp tecavüz etmişti. Kız hastanede, adamsa kodesteydi ama olan olmuştu ve geri dönüsü yoktu. Kendimi çok üzgün, hatta ağlayacakmış gibi hissediyordum. Bu. benim kendi geçmişimdeki olaylarla oldukça örtüşen bir suçtu. Sıkıntısı Andy’ye olan sempatimi artırmıştı.
“Andy Bellefleur, anahtarlarını ver,” dedim. Bana dönen kocaman suratında söylediklerimi anladığına dair hiçbir ışık yanmadı. Uzun bir sessizlikten sonra şaşkın beyni ne demek istediğimi kavradı. Bunun üzerine sarsakça haki pantolonunun cebine uzanıp ağır anahtar halkasını çıkardı. Barda önüne bir bardak daha burbon kola koydum. “Benden.” dedim ve Andy’nin kızkardeşi Ponia’yı aramak için barın diğer ucundaki telefona yürüdüm Bellefleur Kardeşler, Bon Temps’in en güzel mahallesindeki en güzel sokağın üstünde bulunan ve eskiden görülmeye değer bir yapıyken şimdilerde çürümekte olan, İç Savaş öncesine ait kocaman iki katlı bir evde yaşıyordu. Manolya Çayı Yolu’nun üstündeki tüm evler, içinden bir dere geçen park şeridine bakıyordu Derenin çeşitli yerlerinde sadece yayaların kullanması için dekoratif köprüler inşa edilmişti ve İki yanından da birer yol geçiyordu. Manolya Çayı Yolu’nun Üzerinde Bellefleur’lerin evinden daha eski fazla ev yoktu ama diğerlerinin hepsi de bu ailenin evi olan Belle Rive’den daha iyi durumdaydı. Belle Rive, avukat Portîa ile polis memuru Andy için bakımı fazla masraflı bir yerdi. Böyle büyük bir ev ve geniş araziyi idare etmek için gereken para çoktan bitmişti. Ama büyükanneleri Caroline inatla evi satmayı reddediyordu.
Telefon ikinci kez çaldıktan sonra Portia açtı.
“Portia, ben Sookie Stackhouse.” dedim bardaki gürültü yüzünden sesimi yükselterek.
“Çalışıyor olmalısın.”
“Evet. Andy de burada ve tamamen zom olmuş durumda. Araba anahtarları bende, gelip onu alabilir misin?”
“Andy içkiyi fazla mı kaçırdı? Bu pek olmaz. Tabii, on dakika içinde orada olacağım,” diye söz verdi ve telefonu kapattı.
“Sen tatlı bir kızsın Sookie,” dedi Andy. Bu iltifatı hiç beklemiyordum. ,
Ona koyduğum içkiyi de bitirmişti. Bardağı ortadan kaldırırken daha fazla istememesini umdum. “Teşekkürler Andy.” dedim. “Sen de fena sayılmazsın ‘ ‘Şey nerede… Yani erkek arkadaşın?”
“Burada.” dedi serinkanlı bir ses. Bili Compton, tam Andy’nin arkasında belirmişti. Andy’nin öne düşen kafası nın üzerinden ona gülümsedim. Bili bir doksan boylarındaydı, koyu kahverengi sacları ve kara güzleri vardı. Yıllardır beden isinde çalışmış bir adamın omuz ve kol kaslarına sahipti. Bili çiftlikle önce babasına yardım etmiş, sonra sadece kendisi için çalışmış, ardından da asker olarak savaşa katılmıştı. Savaş dediğim. İç Savaş.
“Hey. VB!” dedi Charlsie Tooten’ın kocası Micah Bili gayet olağan bir şekilde selam vermek için elini kaldırdı ve ağabeyim Jason da “İyi akşamlar Vampir Bili.” dedi son derece nazik bir biçimde. Bill’i küçük ailemize kabul etmek konusunda sıkıntılar yaşayan Jason, yeni bir sayfa açmış gibiydi. Ben de bu yeni tavrının geçici olup olmadığını anlamak için bir bakıma zihinsel olarak nefesimi tutmuş bekliyordum.
“Bir kan emiciye göre iyi sayılırsın Bili,” dedi Andy makul bir sesle. Bill’e yüzünü dönmek için bar taburesini çevirmişti. Andy’nin sarhoşluğuna verdiğim kıymet birden arttı, çünkü diğer zamanlarda Amerikan aile yaşantısının içine vampirleri kabul etmek konusunda bu denli hevesli olmuyordu.
“Teşekkürler.” dedi Bili kuru bir sesle. “Sen de bir Bellefleur’a göre fena sayılmazsın.” Beni öpmek için bar tezgahının üzerine eğildi. Dudakları da en az sesi kadar serindi Buna alışmam gerekiyordu Tıpkı başımı göğsüne gömdüğümde kalp atışı duymamaya alıştığım gibi. “İyi akşamlar sevgi lim,” dedi alçak sesle. Bardan ona Japon yapımı bir bardak sentetik B RIı negatif yolladım, o da yakalayıp dudaklarına götürdü. Sanki daha dokunmasıyla yüzüne renk gelmişti.
“Toplamın nasıl gitti tatlım?” diye surdum. Bili gecenin büyük bir kısmını Slıreveport’ta geçirmişti.
“Sonra anlatırım.”
Onun iş hikayesinin. Andy’ninkinden daha az can sıkıcı olduğunu umdum. “Tamam şimdi Andyyi arabaya götürmekte Portia’ya yardım edersen çok sevinirim İşte geliyor,” dedim kapıyı işaret ederek.
Portia’nın üzerinde ilk kez etek. bluz, ceket, çorap ve alçak topuklu spor ayakkabılarından oluşan kişisel üniforması yoktu Bir kot ve yırtık pırtık bir Sophie N’ewcomb kazağı giymişti Portia’nın da, tıpkı erkek kardeşi gibi tıknaz bir yapısı vardı. Ama upuzun, gür, kestane rengi saçlara sahipti. Onları her zaman bakımlı tutuyor olması, henüz umudunu yitirdiğinin bir kanıtıydı. Bardaki bıçkın kalabalığı azimle ite kaka kendine yol açtı
“Gerçekten dut gibi olmuş,” dedi erkek kardeşinin durumunu değerlendirirken. Portia her zaman rahatsız edici bulduğu İdil’i görmezden geliyordu. “Çok sık olmuyor ama kafayı bulmaya karar verdiğinde, tam buluyor”
“Bili, Andy’yi arabana kadar taşıyabilir Portia,’ dedim Andy, Portia’dan daha uzun ve kalıplıydı ve kızkardeşi için taşınması çok zor bir yük olduğu açıktı. “Sanırım ben basa çıkabilirim.” dedi sence. Hala Bill’e bakmamaya özen gösteriyordu. Bill’se kaslarını kaldırmış, beni süzüyordu.
Ben de durup Portia’nın kolunu erkek kardeşine dolayarak onu tabu reden kaldırmaya çalışmasını izledim. Andy yerinden kıpırdamadı. Portia’nın gözleri barın sahibi Sam Merlotte’u aradı. Ufak tefek görünürdü ama aslında Sam bayağı güçlüydü. “Sam mahalle kulübünde düzenlenen bir kutlama gecesinde barmenlik yapmaya gitti,” dedim. “Bırak da Bili yardım etsin.”
“Pekala.” dedi avukat hanım kan bir sesle. Gözleri barın cilalı ahşabına Takılıydı. “Çok teşekkürler.”
Bili birkaç saniye içinde bacakları jöle gibi sarkan Andy’yi kaldırıp kapıya doğru hareketi etmişti bile. Micah Tooten hızla atılıp kapıyı açınca, Bili de Andy’yi otoparka çıkarabildi.
“Teşekkürler Sookie.” dedi Portia. “Hesap halledildi mi?”
Başımla onayladım.
“Tamam.” dedi Portia. Çıkmak üzere olduğunu belirtmek için elini bara vurdu. Bill’i Merlotte’un dış kapısına kadar takip ederken bar boyunca iyi niyetli bir tavsiyeler korosuyla baş etmek zorunda kaldı.
İşte Dedektif Bellefleur’un eski Buick’inin Merlotte’un otoparkında bütün gece kalmasının sebebi buydu. Andy o aksam arabasından inip bara girdiğinde. Buick’inin kesinlik……