Vapurdan iniyorum.
Evlerine çok yakın bir yerdeyim.
Yürüyorum.
Sokak lambaları, karanlık ağaçların hışırtısı ve uğultu.
Ona yaklaşıyorum.
Hayali, gözlerimde belli belirsiz. Bütün evlerde o var.
Binlerce kişiye çoğalmış sanki beni çağırıyor.
Yürüyorum.
Evlerine iyice yaklaşıyorum. Titriyorum.
Penceresi.
Perde.
Ve sızan sarı ışık.
Bir tapınağa bakar gibi saygıyla bakıyorum. Bu evde bir sözüyle bana yeniden yaşama sevinci verecek
Bir varlığın bulunduğunu bilecek kadar duyumsuyorum yaşamı. O var. Çıldıracak gibiyim. Kendimi çok
Özledim. Yani onu.
Yürüyorum.
Zamanın bittiği yerdeyim ve zamanın başladığı.
Saatlerce dolaşıyorum.
Üşüyorum.
Bir dünyalı o. Herkesten daha zamansız, ama en çok yersiz, yurtsuz… Tek sığınağı yazdıkları belki. Kendisine zorlanan her aykırılığa direnerek taşıdığı protest kimliğin bedelini öderken yeryüzünün en cesur adamı. Bir dünyalı o. Ferhat’ların, Mecnûn’ların soyundan geldiğine inanıyor.
> dediği muhteşem insanı bulduğunu sandığı anda yitirmelerin yıkımını ne kadar taşıyabileceğini kendisi de bilmiyor.Yıllar yılı giderek etkisini artıran kapitalizmin boğucu kuşatmasına karşı her sözü, her satırı bir direniş çığlığı sanki. Sevginin gücünün, aşkın büyüsünün insanlaşma sürecindeki önemini sürekli vurgulayarak bir savaşım veriyor. > derken taşıdığı umut, kendi içinde adı konmamış bir destana dönüşüyor. Yaşadığına hiçbir zaman inanmadı. Bu nedenle de yaşı yok onun. Özgeçmişi de. Aramızdan ayrıldığında, geride bıraktığı kitapları > olarak sonsuza kadar hiç tanımadığı okurlarınca okunacak, dudak bükmelerinde bir gülümseme kadar kalacak. Bizden biri /belki, hiç kimse değil.
Yapıtları: Sevgiliye, 7 Mektup, Sevgili(m), Yalnız Sen Varsın, Kartpostal Yazıları, Hayallerimi Sende Unuttum, Söyleyemediklerimi Sen Anla, Aşkı Konuşmak, Sevgi Günlüğü,
Gözlerimi Geri Ver, Aşkın Ömrü Yüreğiniz Kadardır, Tristan ve Iseut, Seni Sev(m)iyorum.
Sevgi, inceldikçe büyür.
UZAKLIKLAR SÖYLENCESİ
Bende sığar iki cihan; ben bu cihana sığmazam.
Nesimi
3 Mart
Her zamankinden erken kalkıyorum. Nedense içimde tuhaf bir sıkıntı var. Onu arasam mı? Nasıl karşılar acaba? Korkuyorum. Boğulacak gibi oluyorum böyle zamanlarda. Beynimağırlaşıyor. Yaşadığım hiçbir olaya inanamıyorum. Kahvaltı yapmayacağım. Şekersiz bir süt hazırlamalıyım. Kendimi çok dağıttığımın farkındayım. Böyle zamanlarda annemi de üzdüğümü biliyorum. Bu bana ayrı bir sıkıntı veriyor. Aşkın bedelini yalnızca kendim ödemeliyim oysa.O kız yine çok şık giyinmiş,gidiyor. Penceremin önünden geçerken yıldız gibi kayıyor. Ama anlamadığım bir şey var: Yüzü neden hep asık oluyor? Bazan koşar adımlarla uzaklaşıp gidiyor.Telefon ısrarla çalıyor. Birden heyecan basıyor içimi. Açıyorum. İlhan arıyor. Değişik tasarılar üretmiş yine. Benim de düşüncemi almak istiyormuş.Bugün gelemeyeceğimi söylüyorum. Dışarı çıkmayacağım.
Kendim olmadıktan,gideceğim yere kendimide götüremedikten sonra, bu,topluma karşı adı konmamış ikiyüzlülük sayılmaz mı?
4 Mart
Yaşam ananın payıma ayırdığı yaşanmazlıkların hiçbirine alışamadım. Anılar olanca ağırlığıyla içimi acıtıyor. İnsan, sevdiğini en son nasıl görürse öyle anımsar.
Onu son gördüğümde çok üzgündü.Sormak geldi içimden, bir türlü yapamadım.Nedenini bilmiyorum.Belki gücüm yoktu yeni bir yaşanmazlığa. Böyle olmasaydı ona şunu sormak isterdim: Aşkı yaşamak varken, aynı yerde iki yabancı gibi oturmayı, aşkı kaçamak bakışların arayışına bırakmayı hak ettik mi sence?
5 Mart
Uzun zamandır dışarı çıkmamıştım. Bu kentin her kaldırımında ondan bir iz var sanki. Aşkı bu kadar yoğun yaşamak yıpratıyor beni. Ama bu iklimden kurtulmaya çalışmak, ona ihanetmiş gibi geliyor bana. Tuhaf bir duygu. Sirkeci Garı’nın önündeyim. Telaşlı insan kalabalığı, vapur düdükleri, martı sesleri ve Beyoğlu’nun insanı çepeçevre sarıp koynundaki bilinmezlere çeken müthiş çağrısı.Kalabalık içerisinde çok yalnızım yine.
6 Mart
Gece çok az uyuyabildim.Üst kattakilerin gürültüsü gece boyunca kesilmedi. O adamı hiç sevmiyorum. Bir insan yaşamını paylaştığı insana nasıl elini kaldırabilir? Hangi ilkel kültürün yansımasıdır bu?Kadın dışarıya çok az çıkıyor.Anneme uğruyor bazan, ama hiçbir şey anlatmıyor; içini açıp rahatlama yoluna gitmiyor.Belki açıldığı, yardım umduğu birileri vardır. Beni gördüğü zaman utandığını anlayabiliyorum. Elimden bir şey gelmiyor. Çaresizlik ne kötü!Sevgi’ye suyunu veriyorum. Saksısını değiştirsem mi acaba? Güneşi çok seviyor, yani aydınlığı. Toprağını havalandırmayı unuttuğum zaman küsüyor. Sararmış yapraklarını topluyorum. Çok emek istiyor.Çiçeğime bu adı verdiğimi öğrendiğinde uzun bir sessizlik olmuştu aramızda. Susmak, bazan en anlamlı konuşmaktır, ikimiz de biliyorduk. İçimde saatlerce yazı yazma isteği belirdi yeniden. En iyisi Fahir Atakoğlu’nun ezgileriyle sanatın derinliklerinde yitip gitmek. Dışarı çıkıyorum. Hava biraz soğuk. Sabahçı öğrenciler, yaşamın bütün zorluklarını hiçe sayan çığlıklarla dağılıyorlar. Lise yıllarımı anımsıyorum.Oyıllarda yaşam daha kolay geliyordu bize. Aynaları yanıltan uçuk bakışlar, nedensiz kaprislerin çıkmazında kimliğini yitirmiş liseli âşıklar. Mezuniyet öncesi bir grup arkadaşla çektirdiğimiz fotoğrafa hangi umutlarımızı gizlemiştik?
7 Mart / Öğle
Cemil Bey’e uğruyorum. Gerçek bir İstanbul beyefendisi. Onun sözleriyle İstanbul’a ilişkin nostaljinin
dayanılmaz çekiciliğinde anılara dalmak çok hoş. Gözlerini kısarak anlatıyor; hüzünleniyor biraz da.
Uzun uzun anlatıyor. Eşinin fotoğrafına dalıp gittiğinde, buğulu gözlerle ondan söz ediyor. Bana utla klasik sanat müziği parçası çalıyor. Şarkıyı nedense çıkaramıyorum. Tatyos Efendi’ye ait olduğunu belirtiyor: > diyor. Eşine sık sık ut çaldığını, uzun kış gecelerinde hiç sıkılmadıklarını söylüyor: >derken, bakışlarını sabit bir noktaya düğümlüyor. Yine geleceğimi söylüyorum; izin isteyip kalkıyorum. Beni sevgiyle uğurluyor.
Akşam onu aramak istiyorum. Böyle anlarda umutla umutsuzluk arası adı konmamış bir duygu kuşatıyor benliğimi. Telefon elimi yakıyor sanki. Yine korkuyorum.
Yenilgi bu! Yenilgi bu!
Radyoyu açıyorum. Güzel bir aşk şarkısının ezgisi doluyor odama. Sanatın derinlik boyutunu kavrayabilen güzel bir şarkı, büyüleyici bir yorum. Sezen Aksu farkı kolayca anlaşılıyor:
Doymadım, doyamadım sevmelere seni ben;Kimseyi koyamadım yerine.
Birden hüzün basıyor gözlerime. Yaşamı sorguluyorum.Zamanın alışılmış hoyratlığıyla geceyi koynuna aldığı saatlere teslim oluyorum. Sevgili, sana ah etmem, tanırsın beni; ama Allah’ın
gücüne gidecek, korkum bu. Bilinmedik zamanlarda apansız daldığında beni anımsayacaksın. En son gördüğündenasılsam, öyle anımsayacaksın. Tanımsız korkular bölecek uykunu. Sarsılacaksın!
8 Mart
Bir gün daha doğuyor gözüme;Yine bir şeyler eksik içimde.Çayı demleyip anneme küçük bir sürpriz yapmak geliyor içimden. Çaydanlığı ocağa koyduktan sonra, giyinip gazete ve ekmek almak için çıkıyorum. Yağmur havası var. Birçok insan ivedi adımlarla işe gidiyor:Bir kadın esmerliğini aynalarda unutmuş Gidiyor, kendisi olmak için Zümrüt yeşili gözleri Ceylan sekişi adımları.Annem sürprizime seviniyor. Son bir ayda epey kilo verdiğimi düşünüp kahvaltıya eşlik ediyorum. Canım bir şey istemiyor aslında. Radyoda içli bir halk türküsü.
Masadan usulca kalkıyorum.
Canımdan çok sevdiğim insanla bu kadar yabancılaşmak zoruma gidiyor. Onun neden aramadığını düşünmek bile istemiyorum.Yine eskisi gibi olsa.
> demenin öyle çok yolu vardır ki oysa.Dokunmak sözgelimi.Aşkınen güzel ifadesi yani. Bazan, çözülmedik anlamlar yüklediğimiz bakışlarla dalıp gitmeler. Tatlı sürprizler, heyecan yaratmalar. Onu görmek istiyorum. Elini tutmak istiyorum.Yaşamak istiyorum.
…