Roman (Yabancı)Roman (Yerli)

Sherlock Holmes; Aklın Şüphesi Suçun Gerçeğidir

Akıl yürütme sanatı, uzun ve sabırlı çalışmalar sonucunda elde edilir. Yetenekli bir akıl yürütücü beynini boş bir oda gibi kullanır, gereksiz bilgileri eler ve odaya sadece işine yarayanları yerleştirir. Dönüp baktığında gördüğü şey ise, ona doğru sonucu veren, dâhice çizilmiş bir tablodur. Sherlock Holmes Unutulmaz dedektif Sherlock Holmesun keskin zekâsını kullanarak çözdüğü, birbirinden ilginç ve esrarengiz 12 hikâyenin anlatıldığı serinin son kitabı Aklın Şüphesi Suçun Gerçeğidir, suç dünyasına bambaşka bir açıdan bakmanızı sağlayacak. Sadece ülkemizde değil, bütün dünyada yıllardır güncelliğini koruyan ve büyük ilgiyle okunan, toplam 56 hikâye ve 5 kitaptan oluşan bu seri, hayali kahraman Sherlock Holmesa duyulan hayranlığı kat ve kat arttırmaya devam ediyor Bakış açını değiştirdiğinde, başta sana saçma görünen şeyler bile seni gerçeğe götürecek birer ipucu olabilir. Sherlock Holmes

İÇİNDEKİLER

ŞANSLI MÜŞTERİ
BEYAZ ASKER
MAZARİN TAŞI
ÜÇGEN ÇATILAR
SUSSEX VAMPİRİ
ÜÇ GARRIDEB
THOR KÖPRÜSÜ
SÜRÜNEN ADAM
ASLAN YELESİ
PEÇELİ KİRACI
SHOSCOMBE PRENSİ
EMEKLİ BOYACI

ÖNSÖZ

Bana öyle geliyor ki, Bay Sherlock Holmes, zamanını çoktan doldurmuş olmasına rağmen ateşli hayranlarının is­teği üzerine tekrar tekrar sahneye çıkan popüler tenorlara benzemeye başladı. Ama artık bunun sona ermesi gerekiyor; gerçek ya da hayali, ne derseniz deyin, ait olduğu dünyada etten kemikten ölümlülerin yolundan yürümesinin zamanı geldi. İnsan, hayal ürünü çocukların gittiği bir cennet oldu­ğunu düşünmeden edemiyor; sanki orada Fielding’in şöval­yeleri Richardson’ın leydileriyle koklaşmaya devam ediyor. Bir bakıyorsunuz, Scott’un kahramanlan hâlâ at sırtında, do­ludizgin aşıyorlar yolları, tepeleri; sonra Dickens’ın sevimli kahramanlan çıkıveriyor karşınıza, sergiledikleri türlü hü­nerlerini yüzünüzde bir tebessümle seyrediyorsunuz; Thackeray’in dünyalılarıysa gözlerden ırak uğraşlarını sürdürüyor­lar. İşte bu cennetin bir köşesinde, belki Sherlock ve sevgili Watson’ı da kendilerine bir yer bulurlar ve onların bıraktıkları sahneye daha kurnaz bir dedektif, ondan daha az kurnaz bir dostuyla birlikte yerleşir.

Kendisinin kariyeri -bu her ne kadar abartmaya müsait olsa da- epeyce uzun sürdü. Yanıma gelip, çocukluklarının Holmes’la geçtiğini söyleyen, bir ayağı çukurda zavallı bey­efendileri gördükçe, benden bekledikleri cevabı verip ver­memekte kararsız kalıyorum. Açıkçası insan özel tarihine bu şekilde yaklaşılmasından pek hoşlanmıyor. Hepinizin bildiği gibi, Holmes ilk kez 1887’de ve 1889’da yayınlanan iki uzun hikâyeyle, yani Kızıl Dosya ve Dörtlerin İmzası ile ortaya çıktı. Kısa hikâyelerden oluşan uzun dönemin ilk yapıtı olan Bohemya’da Skandal’m The Strand dergisinde ilk yayınlanışı ise 1891 ’e rastlıyor. Halk hoşnut kalıp daha fazlasını iste­yince, o tarihten itibaren, ki bu 39 yıl önce demek, yayınla­nan 56 hikâyelik külliyatın büyük kısmı şimdiye kadar dört kitapta toplandı. Geriye kalan 12 hikâyeyi de burada bulabi­lirsiniz. Holmes maceralarına Victoria döneminin sonlarında başladı, pek kısa süren Edward döneminde devam etti ve kendi küçük dünyasını yaşadığımız bu hummalı günlerde bile ayakta tutmayı başardı. Dolayısıyla onu gençliklerinde okumaya başlayanlar, çocuklarının büyüyüp aynı maceraları aynı dergide takip ettiklerine şahit oldu. Bu, İngiliz halkının sabrının ve sadakatinin çarpıcı bir göstergesidir.

Henüz ikinci kitabın sonunda Holmes defterini kapat­maya karar vermiştim; zira o zamanlar enerjimi tek bir ka­nala aktarmamak gerektiğini düşünüyordum. Bu soluk tenli, uzun boylu adam haksız yere hayal gücümün önemli bir kıs­mını harcıyordu. Gerekeni yaptım da; ama neyse ki hiçbir müfettiş, beyefendinin kalıntılarına ulaşamadığı için, aradan uzun bir süre geçmesine rağmen insanların beklentilerine ce­vap verip yaptığım şeyin nedenlerini açıklayabilmem hiç de zor olmadı. Bundan hiç pişmanlık duymadım çünkü bu hafif hikâyelerin; beni tarih, şiir, tarihi roman, psişik araştırmalar ve tiyatro gibi farklı edebiyat dallarından alıkoyduğunu asla düşünmedim. Hatta kimileri, daha ciddi edebi çalışmalarımın tanınmasına biraz engel olduğunu söylese de, ben, Holmes olmasaydı daha fazlasını yapamayacağımı çok iyi biliyorum.

Evet sevgili okur, Sherlock Holmes’a veda etmenin za­manı geldi artık. Geçmişte gösterdiğin sadakat için sana te­şekkür ederim, umarım hayatın endişelerinden kaçarak, sa­dece edebiyatın büyülü krallıklarında bulabileceğin o heye­can verici düşlere geri dönmende biraz olsun katkım olmuş­tur.

ARTHUR CONAN DOYLE

“Artık kimseye zararı olmaz,” dedi Bay Sherlock Hol­mes. Okuyacağınız bu hikâyeyi anlatmama izin vermesi için bunca yıldır ısrar ediyordum ve ilk kez olumlu cevap alıyor­dum. Sonunda, bir bakıma dostumun kariyerinin en büyük anlarından biri olan bu vakayı anlatma iznini koparmıştım.

Holmes ve ben Türk hamamına dayanamazdık. Kurut­ma odasının o hoş, dumanlı atmosferinde dostumun daha ko­nuşkan ve cana yakın olduğunu görmek beni her zaman şaşır­tırdı. Northumberland Caddesi’ndeki binanın üst katında, yan yana iki yatağın bulunduğu gözden ırak bir köşe vardır; işte hikâyemizin başladığı 3 Eylül 1902 günü Holmes’la ben o yataklarda yatıyorduk. Canını sıkan bir şey olup olmadığını sorduğumda, cevap olarak, vücudunu saran örtülerin altından uzun, ince ve sinirli kolunu kurtararak arkasında asılı duran ceketinin cebinden bir zarf çıkardı.

“Pimpirikli, kendini beğenmiş bir sersemin işi de olabi­lir; pekâlâ bir ölüm kalım meselesi de,” dedi mektubu bana doğru uzatırken. “Bu mesajdan çıkarabileceğim başka da bir şey yok.”

Mektup Carlton Kulübü’nden geliyordu ve üstünde ön­ceki gecenin tarihi vardı. Şöyle yazıyordu:

Sir James Damery; Bay Sherlock Holmes’a saygılarını sunarak yarın saat 4.30’da kendisine uğrayacağını bildir­mektedir. Sir James, Bay Holmes’a danışmak istediği mese­lenin son derece hassas ve önemli olduğunu vurgulamak istemektedir. Dolayısıyla Bay Holmes ’un görüşmeyi kabul edeceğini ummakta ve Carlton Kulübü ’ne telefon ederek bunu onaylamasını beklemektedir

“Kabul ettiğimi söylememe gerek yok herhalde, Watson,” dedi Holmes, mektubu geri alırken. “Bu Damery denen adam hakkında bir şey biliyor musun?”

“Cemiyet içinde ismini duymayan yoktur.”

“O zaman ben sana daha fazlasını anlatayım. Kendisi gazetelerden uzak tutulması gereken hassas meseleleri hal­letmesiyle ünlüdür. Hammerford Will vakasında Sir George Lewis’le yaptığı pazarlığı hatırlarsın. Özellikle diplomasiye karşı doğal bir yeteneği olan, aklı başında bir adamdır. Uma­rım bu sahte bir ipucu değildir ve yardımımıza gerçekten ih­tiyacı vardır.”

“Yardımımıza mı?”
“Tabii sence de bir sakıncası yoksa Watson.”
“Onur duyarım.”

“O halde randevu saatini biliyorsun, 4.30. O zamana kadar bu mesele üzerinde daha fazla kafa yormaya gerek yok.”

O             sıralar Queen Anne Sokağı’ndaki kendi dairemde kalsam da, vaktinden önce Baker Sokağı’ndaki odaya varmıştım. Saat tam 4.30’da Albay Sir James Damery de gelmişti. Kendisini tarif etmeye pek gerek yok; çoğunuz bu iriyan be­deni, samimi karakteri, geniş, traşlı yüzü ve hepsinden önem­lisi o hoş, yumuşak sesi hatırlarsınız. Gri, İrlandalı gözlerin­den dürüstlük okunur, kıpır kıpır, gülümseyen dudaklarından keyif akardı. Parlak silindir şapkasına, koyu renkli frakına, siyah saten kravatındaki mor broştan tutun pırıl pırıl ayakkabılarının eflatun rengi tozluklarına kadar giyime gösterdiği özeni fark etmemek imkânsızdı. Bu iriyan, otoriter aristokrat içeri girdiğinde adeta bütün odayı kaplamıştı.

“Dr. Watson’ı da göreceğime emindim zaten,” dedi na­zikçe eğilerek. “Kendisinin katkılarına çok ihtiyaç duyabili­riz, Bay Holmes, çünkü bu meselede karşı karşıya olduğu­muz adam hem şiddetten çekinmeyen hem de hiçbir şeyden gözünü sakınmayan biri. Avrupa’da onun kadar tehlikeli biri daha olmadığını söyleyebilirim.”

“Bu övgüleri hak eden başka rakiplerim de oldu,” dedi Holmes gülümseyerek. “Siz içmiyor musunuz? Pipomu yak­mamda sakınca yoktur umarım. Adamınız müteveffa Profesör Moriarty’den ya da hâlâ hayatta olan Albay Sebastian Moran’dan daha tehlikeliyse kendisiyle tanışmaya değer de­mektir. İsmini sorabilir miyim?”

“Baron Gruner’i duydunuz mu?”

“Şu AvusturyalI katilden mi söz ediyorsunuz?”

Albay Damery keçi derisi eldivenli ellerini havaya sa­vurarak kahkaha attı. “Üstünüze tanımam Bay Holmes! Ha­rika! Demek kendisinin katil olduğunu siz de tespit ettiniz.” “Kıtalararası suçlan takip etmek benim işim. Prag’da olanları okuyup da adamın suçlu olduğuna şüphe duymak mümkün mü? Tamamen kanundaki bir boşluk ve tanığın esrarengiz ölümü sayesinde kurtulmuştur! Splugen Geçidi’nde ‘kaza’ dedikleri o olay yaşandığı sırada karusını öldürdüğüne eminim. Ayrıca İngiltere’ye geldiğini de biliyordum. Er ya da geç benimle işi olacağını hissediyordum. Söyleyin, Baron Gruner bu sefer neyin peşinde? O eski trajedi yeniden su yü­züne çıkmamıştır herhalde.”

“Hayır, bu seferki daha da ciddi. Suçun intikamını al­mak önemlidir, ama bunu engellemek daha da önemli. Kor­kunç bir olayın, vahşi bir cinayetin gözlerinizin önünde ha­zırlandığını görmek, olayın sonuçlarını kavramak ama engel­lemek için elinizden bir şey gelmemesi ne kadar kötüdür, bi­lirsiniz Bay Holmes. Bir insan daha üzücü bir gerçekle yüz yüze olabilir mi?”

“Haklı olabilirsiniz.”              ;

“O halde çıkarlarını korumakla yükümlü olduğum müş­terimin durumunu daha iyi anlıyorsunuz.”

“Sizin aracı olduğunuzu bilmiyordum. Müşteriniz kim?”

“Bay Holmes, lütfen bunun cevabını istemeyin benden. Şerefli isminin bu meseleye karışmaması gerekiyor. Kendi­sinin beklentileri son derece soylu ve kahramanca, ancak ta­nınmak istemiyor. Ücretinizin fazlasıyla ödeneceğine ve engellenmeyeceğimize emin olabilirsiniz. Bu durumda müş­terinizin gerçek ismi önemini yitiriyor olmalı.”

“Üzgünüm,” dedi Holmes. “Vakaların sadece bir ucu­nun esrarlı olmasına alışkınım ama her iki ucun da bilinmez olması rahatsız edici. Sir James, korkarım bu işe girmek is­temiyorum.”

Konuğumuz hayal kırıklığına uğramıştı. Geniş, hassas yüzünde duygu ve endişe okunuyordu.

“Bu kararınızın doğuracağı sonuçların farkında değilsi­niz Bay Holmes,” dedi. “Beni çok ciddi bir çelişkide bırakı­yorsunuz. Eminim size bütün gerçekleri anlatabilseydim bu meseleye el atmaktan gurur duyardınız, ama verdiğim bir söz beni bundan alıkoyuyor. En azından anlatabileceğim kadarını anlatmakla başlasam nasıl olur?”

“Söz vermediğimi unutmadığınız sürece sakıncası yok.” “Anlaşıldı. Öncelikle, herhalde General de Merville’i duymuşsunuzdur. ”

“Hayber’deki De Merville mi? Evet, duymuşluğum var.” “Generalin bir kızı vardır: Violet de Merville. Kendisi genç, zengin, güzel, başarılı; kısacası her açıdan harika bir kadındır. İşte bizim de bir iblisin elinden kurtarmaya çalıştı­ğımız kişi bu kız; bu güzel, masum kız.”

“Baron Gruner’in pençesine mi düşmüş?”

“Bir kadın söz konusu olduğunda aşkın pençesi kadar güçlü bir tutsaklık yoktur. Siz de duymuşsunuzdur; adam son derece yakışıklı, büyüleyici bir sesi var, bir kadın için çok şey ifade eden romantik ve gizemli bir havaya da sahip. Bütün karşı cinsin ayaklarına kapandığı ve bundan yararlanmaktan çekinmeyen biri.”

“Peki nasıl olmuş da böyle bir adam, Bayan Violet de Merville’in konumundaki bir hanımefendiyle tanışabilmiş?” “Akdeniz’de bir yat gezisinde tanışmışlar. Pasaportlarını şirket ayarlamış. Tabii baronun gerçek karakterini kimse an­layamamış. O alçak, hanımefendiye öyle bir yapışmış ki, so­nunda kalbini fethetmeyi başarmış. Hanımefendinin onu sadece sevdiğini söylemek yetersiz. Ona adeta tapıyor, ak­lından bir türlü çıkaramıyor. Onun dışında kimseyi gördüğü yok. Onun aleyhinde sarf edilen hiçbir söze kulak asmıyor. Kızcağızı bu çılgınlığından kurtarmak için her türlü çareye başvurulmuş, ama nafile. Kısacası, önümüzdeki ay evlen­meyi kararlaştırmışlar. Hanımefendi reşit olduğu ve demir gibi bir iradeye sahip olduğu için bunu engellemek imkânsız gibi görünüyor.”

“Peki, Avusturya’daki olaylardan haberi var mı?” “Kurnaz şeytan, geçmişinin bütün tatsız skandallarını anlatmış ama hepsinde kendini masum bir melek gibi gös­termiş. Hanımefendi hikâyelerin sadece onun anlattığı şek­line inanıyor, gerçeği duymak bile istemiyor.”

“Vay canına! Ama az önce müşterinizin ismini, farkında olmadan ağzınızdan kaçırmadınız mı? Demek General de Merville’miş.”

Konuğumuz sandalyesinde huzursuzca kıpırdandı. “Haklı olduğunuzu söylesem sizi aldatmış olurdum Bay Holmes ve bu hiç doğru olmazdı. Evet, De Merville çok acı çekiyor. O güçlü asker bu olay yüzünden hayata küstü. Savaş meydanlarında dimdik ayakta kalmasını sağlayan cesaretini kaybetti ve bu AvusturyalI gibi güçlü bir alçağa kafa tutama­yacak kadar zayıf ve ürkek, yaşlı bir adam olup çıktı. Ama eski bir dostum olan asıl müşterimin generalle yıllar öncesine dayanan bir samimiyeti vardır ve bu genç kadını, çocuklu­ğumdan beri öz kızı gibi sevmektedir. Bir an önce bir şeyler yapılmazsa bu trajediye engel olunamayacağını gayet açıkça görüyor. Bu konuda Scotland Yard’ın yapabileceği bir şey yok. Size danışmamı tavsiye eden de kendisi oldu, ama daha önce de söylediğim gibi isminin meseleye karışmaması koşuluyla. Bakın Bay Holmes, benden yola çıkarak müşterimin kimli­ğini ortaya çıkarabilecek güçte olduğunuza hiç kuşkum yok, ancak bundan kaçınmanızı istemek zorundayım çünkü bu bir onur meselesi.”

Holmes muzipçe gülümsedi.

“Sanırım bu konuda size söz verebilirim,” dedi. “Ayrıca bu meselenin ilgimi çektiğini ve çalışmalara başlamaya hazır olduğumu da eklemeliyim. Peki sizinle nasıl temasa geçeceğiz?” “Carlton Kulübü bana ulaşır. Ama acil bir durum olursa özel bir telefondan da ulaşabilirsiniz bana.”

Holmes numarayı not aldı. Defteri kucağında, hâlâ gülümser halde oturuyordu.

“Baronun şu anki adresini de alayım lütfen.”

“Vernon Köşkü, Kingston. Büyük bir evdir. Bazı şaibeli işlerde şansı yaver gitmiş ve zengin olmuş. Bu yüzden çok daha tehlikeli bir şahsiyet olduğunu söyleyebiliriz.”

“Şu anda evde mi?”
“Evet.”
“Verebileceğiniz başka bilgiler de var mı?”

“Pahalı zevkleri var. Atlara bayılır. Bir süre Hurlingham’da polo oynamış ama bu Prag meselesi ortaya çıkınca oradan ayrılmak zorunda kalmış. Kitap ve resim koleksiyonu da yapar. Doğasında sanatçı bir yönü var. Sanırım Çin por­selenleri konusunda uzman kabul ediliyor; konuyla ilgili bir kitabı bile var.”

“Karmaşık bir zihin,” dedi Holmes. “Bütün büyük suç­lularda vardır bu. Eski dostum Charlie Peace keman virtü­özüydü. Wainwright da ressam olarak hiç fena sayılmazdı. Bunun gibi çok örnek var. Pekâlâ Sir James, Baron Gruner’le ilgileneceğimi müşterinize bildirebilirsiniz. Şimdilik başka bir şey söyleyemem. Benim de kendimce bazı bilgi kaynak­larım var; umarım meseleyi açıklığa kavuşturmanın bir yo­lunu buluruz.”

Konuğumuz gittiğinde Holmes öyle uzun süre düşünce­lere daldı ki, varlığımı unutmuşa benziyordu. Ama nihayet dünyamıza geri döndü.

“Evet Watson, sen ne düşünüyorsun?” diye sordu…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Size Katılıyorum Ama Gülmekten

Editor

Seninim

Editor

Cariyenin Gelini Nurbanu

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası