“Sokrates Yeşil Sahalarda” gerçek bir felsefeye giriş kitabı. Ama alışık olduğumuz tarzda nüfuz edilmesi zor, okuyucunun seviyesine inmeyen, birbiri ardına büyük filozofların öğretilerini sıralayan bir giriş kitabı değil. Kendisi de vaktiyle bir felsefe öğrencisi olan Mathias Roux benzer kitaplarla felsefeye girişte sorun yaşadığı için kendisine ‘Felsefeye giriş nasıl daha kolay ve eğlenceli hale getirilebilir?’ diye sormuş ve kadın erkek hakkında konuşmaya doyamadığımız futbol üzerinden bir giriş yapmaya karar vermiş. Roux, bu kitapta Fransa ile İtalya arasında oynanan 2006 Futbol Dünya Kupası’nın efsanevi final maçını çıkış noktası olarak alıyor ve maçın farklı dakikalarındaki pozisyonlardan hareketle felsefenin temel alanlarının temel sorunsallarını ortaya koyup tartışıyor.
“Kimilerine göre kale dişi cinsi temsil ediyordu ve gol atmak da toplu tecavüzden başka bir şey değildi! Oedipus kompleksinin açıklayıcılığından şaşmayanlara göre ise top anneyi, rakip de babayı temsil ediyordu.”
“Çok iyi biliyoruz ki taraftarlar bugün taptıkları şeyin köküne bir hafta sonra kibrit suyu dökeceklerdir; gazeteciler birkaç gün önce göklere çıkardıkları futbolcuları yerin dibine sokacaklardır. Neyin peşinde olabilirler ki öyleyse?”
“Bir futbolcu lotodan para kazandığı anda futbol oynamayı bırakmayacaktır. Demek ki futbolcunun bu sözde ekmek kapısı aslında işten ziyade bir boş zaman aktivitesi, hatta bir eğlencedir.”
—
Antoine Roux için, bir taşla iki kuş.
Mathias Roux, 1976 yılında doğdu. Ecole Normale Supérieure’den mezun oldu. Vernon kentinde yer alan Dumézil Lisesinde felsefe öğretmenliği yapmayı sürdürmektedir. Aynı zamanda Paris’in kuzeyinde halen aktif bir spor kulübü olan Sòcrates FC’nin kurucu üyesi ve eski başkanıdır. J’ai demandé un rapport (2011) başlıklı siyaset felsefesi kitabının da yazarıdır.
Barbaros Yanık, 1985 yılında İstanbul’da doğdu. Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. Aynı alanda master derecesini Paris 1 Panthéon Sorbonne Üniversitesinde tamamladı.
İçindekiler
Başlarken…………………………………………………………………………………….7
Olayın Kahramanları ……………………………………………………………………. 15
1. 1. Dakika – Futbol Gemisi: Toplum ve Siyaset ……………………. 17
2. 6. Dakika – “Ağır çekime göre…”: Algı ………………………………. 25
3. 7. Dakika – Panenka Tarzı: Özgürlük………………………………….. 35
4. 13. Dakika – Hem döverim hem severim: Öteki……………………..45
5. 19. Dakika – Bir uçtan öbür uca: Arzu…………………………………..53
6. 32. Dakika – İşini Yapmak: Çalışma ……………………………………..61
7. 40. Dakika – Düşenin Allah belasını versin: Bilinç ve Özne……. 71
8. Devre Arası – Konuşsak ne olacak sanki: Dil…………………………..81
9. 46. Dakika – Kramponlu sanatçının portresi: Sanat…………………89
10. 63. Dakika – Rüyadan uyanmak: Doğruluk/Hakikat ………………. 97
11. 80. Dakika – On ikinci adam Khronos: Zaman ……………………… 107
12. 107. Dakika – Kafa Darbesi (1): Adalet ve Hak/Hukuk ……………. 115
13. 107. Dakika – Kafa Darbesi (2): Ahlak ve Ödev ……………………… 125
14. 120. Dakika – Benim için dua ediniz Aziz Maradona: Din ……….. 135
15. Maç Sonu – İktidar (Panem et circenses) …………………………….. 143
Bitirirken…………………………………………………………………………………….. 151
Ek: Futbola Adım Atmamış Olanlar İçin Birkaç Hatırlatma ……………… 157
Seçilmiş kaynaklar……………………………………………………………………….. 159
Başlarken;
Lise:
1) Antik dönemde ahlaki ve felsefi konuların konuşulduğu okul;
2) Modern zamanlarda futbol muhabbeti yapılan okul.
Ambrose Bierce,
Şeytanın Sözlüğü
Felsefeye adım atmak için oyun uygun bir araç mı?
Futbol kadar boş bir uğraşın felsefeyle ne ilgisi olabilir? Felsefi etkinliğin göz korkutan haşmeti apriori olarak her açı- dan oyunun ciddiyetsizliğinden ayrılır. Oyun oynamak, tanımı itibariyle ciddi bir işe girişmemektir. ‘Oyun’ (Fr. jeu) kelimesi ‘şaka yapmak, matrak geçmek’ anlamlarına gelen Latince jocus kelimesinden gelir. Oyunun, boş zaman aktiviteleriyle ve doğrudan bir fayda ya da verim alma amacı gütmeyen her türlü eylemle bir yakınlığı vardır. Genellikle işten sonra ya da çalışma saatlerinin dışında, yani yapılması gerekenler yapıldığında ve yaşamsal zorunluluklar ellerini yakamızdan çektiğinde kendimizi oyuna veririz. Futbolun oyun olmasının yanında bir spor olması da bu tanımlamayı güçlendirir; nitekim spor kelimesi ‘eğlenme, gevşeme’ anlamlarına gelen eski-Fransızca desport kelimesinden türemiştir. Hal böyleyken, futbol hangi üçkağıtla ortaya çıkıp felsefe yapmaya reddedilmez bir davet sunacak, pek anlamış değiliz. Yine de filozofların işi belli olmaz, çünkü bokun içinde boncuk arar gibi anlamsızlığın için- de kavram bulmaya çalışmakta üstlerine yoktur. Parmenides’ten de gazı alarak, kılın tüyün ya da kirin pasın bile “idea” düzeyine yükseltilebilmesine hiçbir mani olmadığını söyleyen Sokrates değil miydi? Filozoflar uzun süredir Terentius’un şu meşhur sözünü şiar edinmiş görünüyorlar: “Ben bir insanım ve insani olan hiçbir şey bana yabancı değildir.” Futbol bile mi? Asıl futbol yabancıdır!
Futbolda mesele basitçe bir şeyden hoşlanmanın ya da güzel vakit geçirmenin çokça ötesindedir. Liverpool’un 60’lı yıllardaki efsanevi menajeri Bill Shankly’nin kısa ve öz bir şekilde ifade ettiği gibi: “Futbolda maçın sonucu ölüm kalım meselesidir derler. Siz de aynı fikirde olabilirsiniz. Oysa yanılıyorlar; bundan çok daha fazlasıdır.”
Yine de spor her şeyden çok bir oyun olmak itibariyle eşsiz bir felsefi matris oluşturur. Genel olarak spor, özel olarak da futbol, oyun oldukları ölçüde düşünceye epey bulanık bir gerçeklik alanı sunar ve bu alanın sınırlarının muğlaklığı zımnen kabul ettiğimiz kavramsal sınıflamalarımızı altüst ederek bizi kendi kendimizi sorgulamaya iter. Roger Caillois Les Jeux et Les Hommes adlı kitabında oyunu tanımlayabilmek için gerekli altı özellik sayar. Oyun özgür (zorlamanın olmadığı) bir etkinliktir. Gündelik hayatın geri kalanından ayrılmış, zaman ve yer itibariyle sınırlanmıştır. Sonucu ister istemez belir- sizdir. Kendi içinde verimsizdir çünkü herhangi bir ekonomik değer yaratma eğiliminde değildir. Son olarak da hem düzenlenmiş (kendine özgü kurallara ve yasalara bağlanmış) hem de “bu sadece bir oyun” dediğimiz anlamda bir kurmacadır. Her oyun gibi futbol da bütün bu özellikleri az çok tartışmalı biçimde bünyesinde bir araya getirir.
Buyurun siz değerlendirin:
Futbol yalnızca bir eğlenme aracıdır; yine de takımları mağlup olduğu için ekran başındakilerin kendilerini camdan attığı ya da, daha kötüsü, hayalkırıklığına uğramış taraftarların birbirilerini öldürdüğü olur.
Futbol sıklıkla halkları yakınlaştırmaya çalışır ve kaynaşmalarını sağlar (1998’deki ABD-İran karşılaşmasını hatırlayalım); fakat aynı zamanda, Temmuz
1969’da Honduras ve Salvador arasında çıkan savaşta olduğu gibi, çatışmaların da kaynağında yer alabilir.
Futbol başlangıçta karşılık beklemeksizin, çıkar gözetmeden yapılan bir etkinlikti. Bugün ise milyarlarca dolarlık bir futbol ekonomisi var.
Futbol ihtirasları tavana vurdurduğu gibi analiz gücü- nü ve aklın kullanımını da harekete geçirir.
Bedeni ön plana çıkarsa da önce ‘kafada’ oynanır.
Futbolun tek hakiki evrensel dil olduğu söylenir. Yine de her halk bu dili farklı bir şekilde konuşur.
Bir düzene oturtulmuş her pratikte olduğu gibi futbolda da zorlayıcı kuralların konması aslında sürekli bir özgürlüğü ve yaratıcılığı teşvik etmek içindir.
Futbol en rezilce sahtekarlıklara olduğu gibi kahramanca gösterilerin en güzel örneklerine de sahne olur:
1986 Dünya Kupası’nda İngiltere’ye karşı oynadığı maçta eliyle kasten attığı golden birkaç dakika sonra bütün rakip takımı ipe dizerek tarihin en görkemli gollerinden birini kaydeden Maradona gibi.
Maç, rekabetle takım çalışmasının bir araya geldiği yerdir.
Futbol çirkini allayıp pullar; bir zamanların çelimsiz ve çarpık bacaklı efsanesi Garrincha ya da bugünün façalı Ribéry’si gibi.
Futbol aleyhtarları, futbolda kitleleri yabancılaştıran ve aptallaştıran bir yan görürler. Ticarileşen eğlenceler arasında futbol piyasanın gözdelerinden biri haline gelmiş olabilir fakat statlar hala liberal zihniyetin spor üzerindeki baskısına direnen toplu gösteri alanlarını temsil ediyor…
Düşüncemiz kaygan bir zemine adım attığında alışılageldik ayrımlarımızın sınırları sarsılmaya başlar ve üzerinde uzlaştığımız bu ayrımlar gündelik kullanımlarından ileri gelen apaçıklığı yitirir. İşte, futbol böyle bir zemine ayak basabilmek için kayda değer bir imkan sunar. Oyun, tam da ayan beyan olduğunu düşündüğümüz şeylerin seyrini askıya aldığı ve kerteriz noktalarını yerinden oynattığı için bizi felsefeye davet eder.
Felsefe bir oyundur
Oyun, Sokratik ironi aracılığıyla, en başından beri felsefenin içindedir. “Düşündüğünün aksini savunarak biriyle dalga geçme”yi ifade eden ironi kavramı, ‘sorgulama’ anlamına gelen Yunanca eironeia kelimesinden gelir. Demek ki felsefe başından beri hem sorgulama hem de üç anlamda oyundur; eğlenme (ironi muhatapla kafa bularak onu komik duruma düşürür), kurmaca (Sokrates anlamazdan gelir), çıkar gözetmeme (sorgulama illa bilgi üretecek diye bir şey yoktur, sorgulamanın önce- den belirlenmiş bir amacı da yoktur, hedeflediği şey kendi ce- haletimizin farkına varmamızdır). Sokrates cahil numarası ya- par ve muhatabını sorgulayarak onu kendi cevaplarıyla kendi cehaletini ele vermeye zorlar. Sanki kalın kafalıymış gibi davranır ve karşısındakiyle oyun oynayarak (kibarca) alay eder. Ya- şayan Sokrates figürü sorgulamayı ve ironiyi öyle iç içe geçirir ki işin oyun ve felsefe boyutları birbirinden ayrılmaz hale gelir. Sonuçta nasıl ki oyun bizi varoluşun olağan akışından çekip alır, felsefe de düşünme alışkanlıklarımızdan kopmamızı sağlar. Bakış açımızı değiştirir ve dünyayla dolaysız olarak kurduğumuz pratik bağı bir kenara koyar. Oyunla olduğu gibi felsefeyle de zaman öldürmek, çoğu durumda nasıl davranmamız gerektiğini dayatan faydacı ya da pragmatik kriterleri unutup başka yollara sapmak aslında bize bir şey kazandırır.
Pascal Düşünceler kitabında şöyle diyor: “İnsan o kadar bedbaht bir varlıktır ki hiçbir sebep olmaksızın, sırf mizaç itibariyle canı sıkılabilir. Ve o kadar pervasızdır ki derdi başın- dan aşmışken bile bilardo masası kadar basit bir şey ve itelediği bir top (altını çiziyorum) onu eğlendirmeye yeter.” Kendisi- ne sonsuz bir hayranlık duysam da müsaadenizle Pascal’ı bu konuda haksız bulduğumu söylemek isterim. ‘Eğlenme’ (Fr. divertissement) başlığını verdiği bu düşüncede (139) Pascal (her zaman yaptığı gibi) kelimenin muhtemel iki anlamını bilerek birbirine karıştırıyor ve ‘dinlenme’yi (se divertir) ‘ruhun gerçek anlamda derin şeylerden uzaklaşması’yla (être diverti de) bir tutuyor. Bizim kitabımızın amacı da bu anlamları birbirinden ayırmak ve futbolun aynı anda hem eğlendirdiğini hem de düşünmeye sevk ettiğini uygulamalı olarak göstermektir.
Okuyucunun dikkatine
Kitabı okumaya başlamadan önce birkaç noktaya dikkati çekmekte fayda var. Takip eden sayfalar bir futbol felsefesi sunmak niyetinde değil. Fransa ve İtalya arasında oynanan
2006 Dünya Kupası finalini analizimin çıkış noktası olarak almamın sebebi bu maçın futbol dramatürjisi açısından bir zirve teşkil etmesi ve hafızalara kazınmış olmasıdır. Fakat bu konuda da yanılgıya düşmemek lazım; niyetim bu olaya özgü bir analize girişmek de değil. Bence bu maç, farklı veçheleri ne- deniyle, her şeyden önce bir felsefeye giriş yönteminin uygulanabilmesi için iyi bir fırsat. Son olarak, her türlü yanlış anlamayı önlemek için şunu da belirtelim ki bu kitap alttan alta bir futbol savunusu ya da reklamı da değil. Her ne kadar hiç sönmeyen bir çocukluk hevesinin heyecanından beslense de, futbola hakkı olandan fazlasını teslim etmekten de imtina eder. Nietzcshe’nin tabiriyle söyleyecek olursak; “insanca, pek insanca” bir şey olan futbolun hakkı ne budalaca bir memnuniyetle övülmek ne de topyekun üstüne çullanılmaktır. Yukarıda da değindiğimiz gibi, futbol sevabıyla günahıyla, ölçüsüzlüğü ve ayarsızlığıyla neyse odur. Yakın zamanda Cezayir ve Mısır arasında oynanan eleme maçında yaşanan şiddet olayları ya da Thierry Henry’nin 18 Kasım 2009’daki Fransa-İrlanda maçında yaptığı sahtekarlığın arkasından patlayan tartışmaların sertliği bunun göstergesidir. Kitapta yol alırken Antik Yunan şüphecilerinin épochè yöntemini de uygulamamız gerekecek; bir şey hakkında hüküm vermeden onun varlığına odaklanmamızı sağlayan, bir tür ‘hüküm vermekten imtina etme’ ya da ‘ahla- ki olarak tarafsız kalma’ biçimi olan yöntemlerini… Başka türlü ifade edecek olursak; futbola dair kanılarımızı bir süreliğine rafa kaldıracağız.
Kullanma kılavuzu
Düşünce çalışmamız, sahanın ve yalnızca oyuna ait öğelerin çerçevesiyle sınırlı kalmayıp olayın bütün boyutlarına uzanıyor; stat, ortamın havası, seyirciler, oyuncular, yorumcular, hakemler, ekran başındakiler, maçta bulunan önemli şahsiyetler vb. Kitabın bölümlerinin sırası maçın seyrini takip ediyor. Her bölüm bir olayın anlatımıyla ya da karşılaşmanın ortamına iliş- kin bir gözlemle başlıyor. Düşünce çalışmamız da bu verilerden hareketle bizi apaçık olduğunu düşündüğümüz şeylerden şüphe etmeye ve felsefi sorular sormaya sevk ediyor.
Okuru baştan uyarmış olalım. Bu kitabın temel iddiası şu; genelde bu tarz eserlerde yapılanın aksine, felsefe tarihi anlatmadan felsefeye bir giriş yapmak. Daha açık ifade etmek gere- kirse, kitap boyunca ne filozoflar üzerine bir sunum, ne de felsefi öğretilerin bir özetini bulacaksınız. Bu noktayla ilgili de bir açıklama yapmak yerinde olacaktır.
Beni bu kitabı yazmaya teşvik eden şeylerden biri, lise ve üniversite hayatım boyunca felsefeye giriş adı altında yazılan…