Behzat Ç., Cinayet Büro Amirliği’nde başkomiser, hayata karşı işlenen suçlar uzmanı…
Başına gelenlerden sonra lanet etmiş, çekip gitmişti aslında. (Dizinin ilk kitabı Her Temas İz Bırakır’ı okuyanlar bilir.) Hayır, hâlâ işinin başında! Ama ağzını bıçak açmıyor. Tek bir laf çıkmıyor ağzından. El işaretleriyle, çehresiyle, suskunluklarla anlatıyor anlatacağını ve tabii dellenmeleriyle…
Bu bir AnKara polisiyesidir…
Behzat Ç. ve ekibi, kötü bir Renault Toros’la Sakarya Caddesi’nden Ayaş’a kadar altını üstüne getiriyor Ankara’nın.
Sadece cinayetçiler değil, belediyenin envai çeşit birimi de altını üstüne getiriyor Ankara’nın. Her yer hafriyat. Kavşak inşaatıydı, kabloydu, boruydu, tamirattı…
Sadece onlar da değil ama… Kendine “Red Kit” diyen bir adam da çukurlar kazıp duruyor. Öldürdüklerini tabuta koyup gömüyor o çukurlara – gömüp polise haber veriyor. Çok acayip, çok da zeki bir adam bu, feleğin çemberinden geçmiş, içinde intikam acısı… Belli, polisle bir meselesi var.
Behzat Ç. ve ekibi, Ahlak Bürosu’na bile nasip olup da hâlâ kendilerine verilmeyen bir Megane’ın hayalini kurarak, kötü Renault’yla Ankara’da fink atıp Red Kit’i arıyor.
Bir AnKara polisiyesi…
Çatışma ihbarını aldıklarında TED Kolejin önünden Kurtuluşa çıkmak üzereydiler. Harun “Şu ihbar bir gün de doğru istikametteyken gelsin arkadaş.’ diye söylendi Sevgililer Günü’ydü ve sulu kar yağıyordu.
Behzat Ç., Polisi’nin arka sayfasına sarılı Tekel Birasının dibinde kalanı fondipledi. İki parmağıyla çevirdiği silenin bir yanında göğüslerini koluyla kapatmış manken, diğer yanında küresel ısınma nedeniyle zor günler geçiren kutup ayıları vardı Ayılarla ilgili habere göz gezdirip şişeyi ayaklarının arasına koydu Harun’un vites küçültmeden, akıllara ziyan bir U dönüşü yapmaya hazırlandığını anlayınca, camın üstündeki viraj tutamağına yapıştı. Saate baktı: 23.15.
Harun gazı kökleyip Renault Toros’un burnunu dönüş yapacağı yere kırdı ve birden el frenine asıldı Arka taraf merkezkaç kuvvetiyle savrulunca. spin almamak için direksiyonu viraj istikametinin ters yününe çevirip şık bir kontra çekti, U’dan çok Vyi andıran bir dönüştü. Güç bela topladı, başkası olsa arka koltuğu orada bırakırdı,
Behzat Ç. normal şartlar altındaNŞA “Biraz yavaş!” ya da en azından “Dikkatli!” diyebilirdi ama demedi. Çünkü bir yılı aşkın süredir kimseyle konuşmuyordu. Çok gerekirse kendi kendine ses talimleri yapıyor, o anlarda da zamanlamayı tutturamayan bir dublaj sanatçısı gibi hissediyordu kendini. Yolu düzleyip Kızılay tarafına gittiklerinden emin olunca camı açtı. mavi tepe lambasını zarif bir turnikeyle bıraktı Toros’un üstüne. Karla yağmur arasında bocalayan karaktersiz hava, ıslak ve buzlu nefesini üflemeye başlamıştı yan açık camdan içeri. Ambulansa yol vermeyen olabilir, ama arkadan gelen poiisse. biraz sıkar
Trafiğe kapalı Sakarya Caddesine SSK işhanı çiçekçiler tarafından girdiler. Harun, önüne çıkan çöp kamyonunu sollayıp direksiyonu toplamaya çalışırken, sallantıya dayanamayan tepe lambası düştü, sag ön jant fırladı Seyyar satıcı taifesi, üstlerine zikzaklarla gelen Toros’u görünce, ışıldaklı oyuncakları, dil çıkaran ördekleri ve bilumum zerzevatı toplayıp, zabıta baskınından kaçar gibi sağa sola dağıldı. Mal canın yongasıdır diyen bir iki çiçekçi gül demetlerini içen aldı. Sarhoşun biri yuvarlanan jantı yakalayıp Hey koçum benim be!” diye bağırdı Toros’un arkasından. “FBI mısınız?” işte ancak undan sonra Harun, ayaklarının arasında bir fren pedalı da olduğunu hatırladı. Asılınca arka tekerler kilitlendi, bir süre kaydılar ve tam yerinde durdular. Çatışmanın ortasında. Behzat C saate baktı: 23.l0
Harun, geri vitese takmaya uğraşırken bir Toros’un en nazik yeridir, şefkat ister “Ahlak Büro bile Mcgane’a geçti, biz hâlâ bu dandik Toroslarla,” diye söyleniyordu. Hah! Akbaba da gelmiş.”
Akbaba. Hoşta Piknik’le çiçekçiler arasında kalan, yanına yöresine Ankaragüçlülerin sprey boyayla yazılar karaladığı acayip heykeli kendine siper almıştı. Olay yerine ondan önce varmanın imkânı yoktu; bir adama durup dururken Akbaba demezler. Harun’a el edip “Gelin, gelin!” diye bağırdı.
Ardından havaya iki el ateş etti “At silahını! Polis!” Ama siyah ceketti adamlar silahlarını atmaya niyetli değildi. Balık tezgâhlarının arkasına konuşlanmış, SSK’nın girişine doğru saydırıyorlardı.
Hanın. TOROSU heykelin önüne çekti. Arabadan çıktılar. Behzat Ç. boş Tekel şişesini çöpe atarken olay yerini kokladi. Çürümüş çiçek, taze çöp, köfte, kokoreç, döner ve mermilerden yayılan barut gazı kokusunun iç içe geçtiği kaotik bir karışımdı. Akbaba, iki büklüm dursa da kabak gibi meydandaydı ve taştan tasarruf eden heykeltraş Finlandiyalıydı.
Harun, Akbabaya “Mesele ne?” diye sordu.
“Haraç kavgası.”
“Öbür grup nerede?”
“SSK’nın önündeki bankamatik VLH ya, ikisi orada. Bir adam da bira fıçılarının arkasında.”
“Hah! Hayalet de geldi.”
Hayalci, yüz derisi kemiklerine yapışmış, gözleri içe çökük, bembeyaz ve incecik bir adamdı. Üstünde yazlık bir çekel, ceketin içinde yüz yıldır giydiği küf yeşili, kısa kollu gömleği vardı. Zabıta Noktası’nın önünden süzülüp geldi: görünmeyen bir raylı sistemin üzerinde ilerliyordu sanki.
Behzat Ç işaret parmağını karşıya diktikten sonra bir çengel işareti yaptı. Harun, bir gözü amirinde, telsizi aldı “45 32 Merkez,” dedi.
“Merkez dinliyor 45 32.”
“Biz heykel tarafını tuttuk, öbür ekip havuzun oradan gelsin. Tamam.”
“Hangi havuzun?”
“Ya bu milletin oturup bira içtiği havuz yok mu?”
“Havuz mu kaldı, doldurdular orayı.”
“Ya uzatma Merkez! Oradan gelsinler işle.”
“Anlaşıldı tamam.”
…