Moskova Valisinin kızı Sophie Rostopchine, Kont Eugene de Ségur ile evlenip (1819) Parise yerleşmiş, torunlarına anlatageldiği öyküleri, yıllar sonra kaleme almış bir soyludur. Sonuç, Yeni Peri Öyküleri, Sophienin Yaramazlıkları, Örnek Küçük Kızlar ve Tatiller adlı bugün klasikleşmiş çocuk kitaplarıdır. Metin, yazarın kendi çocukluğundan izler taşır. İşte, diye yazar de Ségur, torunu Elisabeth Fresneuaya bu konuda, büyükannenin çocukluğundan çok iyi tanıdığı küçük bir kızın gerçek öyküleri; o çabuk öfkelenen bir kızdı, zamanla yumuşak huylu biri olup çıktı. Çok oburdu, fakat azla yetinmesini de öğrendi; yalancıydı, doğru sözlü oldu; çalma huyu vardı, dürüst oldu; sonuçta bu sevimli yaramaz, iyi bir kız olup çıktı
Siz de Sophie gibi kusursuz biri olun.
Sophienin Yaramazlıkları: Masum haşarılıklar.
***
ÖNSÖZ
Asıl adı Sophie Rostopchine olan La Comtesse de Ségur, 1799’da Rusya’nın Saint Petersburg şehrinde doğdu. Sophie, yirmi yaşındayken, Moskova valisi babasının gözden düşmesi üzerine aile Paris’e yerleşmiş, Sophie Rostopchine bir Fransız soylusuyla evlenip Ségur Kontesi unvanını almış, ömür boyu Fransa’da yaşayıp 1874 yılında yetmiş beş yaşında orada hayata gözlerini yummuştur. Kimi bilgilere göre kendi çocukları ve torunları için masalsı öyküler yazmaya başlamış, ama yazdıkları çok geçmeden malikânenin dışında da tanınıp sevilmiştir.
De Ségur’ün kitapları, ünlü Fransız yayınevi Hachette tarafından “Bibliotheque rose” dizisi arasında yayınlanıp o dönemde büyük ilgi görür. Bu dizi genellikle gençlere, ama asıl bugün bizim ilköğretim dediğimiz düzeye az çok karşılık gelen küçük okur öbeğine, özellikle de kızlara seslenmektedir. Elbette eğlendirici, eğitici, öğretici kaygıları birbirine bağlayan bu masallar, öyküler, olaylar ve öteki kitaplardaki “oyunlar”, aradan geçen yüz elli yıla yakın zaman içinde klasikleşmiş, çeşitli dünya dillerine çevrilmiş ve değişik ünlü illüstratörlerce resimlenmişlerdir.
De Ségur’ün çocuk karakterleri, masal kahramanları değil, gerçek çocuklardır; hakiki küçük yaramazlar gibi kirlenir, haşarılık eder, dövüşür, yalan söyler, aptalca, çocukça yanlışlar yapar, çoğu zamanda ipin ucunu kaçırırlar. Sophie’nin Yaramazlıkları, Örnek Küçük Kızlar ile Tatiller adlı kitapla birlikte bir üçleme oluşturur.
Elbette her yazar gibi, Sophie’nin yazarı da, zamanın dışında, tanımlanamaz, özellikleri belirsiz bir “masal dünyasında” yaşamadı. Lewis Caroll, “Alice’i” tavşan deliğinden bütün o tuhaflıkların yaşandığı, yukarıdaki ya da deliğin öteki ucundaki dünyanın bir tür “tersini” sergileyen bir âleme gönderdi, ama kendisi 19. yüzyılın İngiltere’sinde yaşayan bir üniversite hocası, matematikçi, mantıkçı ve fotoğrafçıydı. Lewis Caroll dil ve mantık oyunlarının dolup taştığı bir metin koydu okurunun karşısına. Soylu de Ségur de Avrupa’nın en çalkantılı yüzyıllarından birinde, gene en çalkantılı bir ülkenin şartlarında bu metinleri kaleme aldı. 1852 yılında Louis-Napoleon kendini imparator ilan ettirip Fransa’da 2. İmparatorluk dönemini başlattı. Yaklaşık 20 yılsüren bu dönem, Fransa’da, düzeni koruma kaygısının öne çıktığı, sanayi üretiminin, dış ticaretin büyüdüğü, sanayileşmenin içinde buharlı makine kullanım payının eskiye göre beş kat arttığı, Fransa’nın dış ülkelere ticari yatırımlar yapmaya yöneldiği bir dönemdi. Sophie’nin Yaramazlıkları (1864) özellikle eğitim sisteminin modernleşmesi yönünde önemli adımların atıldığı bu yıllarda doğdu.
Başta da belirttiğimiz gibi, Sophie ve öteki çocuklar gerçek, hayatın içinden alınma kimseler, ama elbette geçen yüzyılın ortasında, tıpkı öykülerin yazarı gibi, belli şartlar altında yaşamış olduklarıunutulmamalı. Sophie büyük bir malikânede, uşaklar, hizmetçiler arasında yaşayan bir kızdır; söz dinlememesi, küçük bir asi gibi özgür davranması, öteki örnek çocuklar ile onun arasındaki sınırı kolayca belirliyor. Sophie büyüklerin, özellikle de annenin koyduğu kurallara hiçbir anlam veremediği gibi, vermeye de çalışmıyor ve o özgür dünyasında, her kuralı ve uyarıyı bir baskı olarak algılıyor; ortalığı karıştırıp işleri yüzüne gözüne bulaştırınca da, pişman olmaktan çok, büyüklere (anneye) hesap verme zorunluluğunun sıkıntısını yaşıyor. Yazar, çocuk eğitiminde, Kutsal Kitap’tan esinler taşıyan öğütlere yer vermeyi de elbette ihmal etmiyor. Sophie bir gece rüyasında, biri cenneti öteki cehennemi temsil eden iki yol görüyor. Cennete giden yol engebeli, zor yürünür bir yol, öteki ise ilk bakışta zorluklar çıkartmayacak bir yol.
De Ségur’ün küçük kahramanları, muziplikler yapıp dururken bize o günlerin çocuk dünyası ile günümüz çocuk dünyasını karşılaştırma bakımından da önemli bir fırsat sunuyor. Öyküler hakiki ve yaşanan hayatın alanında yer aldıkları için, dikkatli bir göz, soylu, zengin bir tabakanın çocukları olsalar da onların bugüne göre ne kadar sınırlı yaşadıklarını, dönemin oyuncaklarını, olanaklarını, o çocukların, oldukça kapalı, koruyucu bir alana çekilmiş ilk “eğitimlerini” günümüz koşulları ile karşılaştırıp ilginç ve verimli sonuçlar çıkartabilir. Bugün özellikle büyük kentlerde, sokağın her türlü hışmından, tehlikesinden ve anarşisinden tedirgin olan ailelerin, “dışarıdan” çok daha güvenli buldukları “çocuk odalarında” bilgisayardaki oyun programlarıyla “eğlendiğini” ya da “eğitildiğini” varsaydıkları çocuklarının (küçüklerin, genç insanların) Sophie’lerden daha mutlu ya da özgür hatta daha fazla güven içinde olup olmadığını sormak gerekir belki de. Geçmiş yüzyılların soylu sınıflarının, malikânelerinin dört duvarı arasında hayata hazırladıkları çocukların yerini, günümüzde elektronik donanımlı odalar alıp durmakta. Muziplikler de o odalara sıkışıp kaldı.
Gerçekten de onların, ileride, dışarıdaki, hakiki, engebeli, “cennete çıkan” “zor” yolu seçip üzerinde yürüyebileceğinden de acaba Ségur kadar emin miyiz?
Veysel Atayman
Eylül 2004, İstanbul
SOPHIE’NİN YARAMAZLIKLARI
TORUNUM
ÉLİSABETH FRESNEAU’YA
Sevgili yavrum, bana her zaman, “Ah büyükanneciğim!.. Sizi ne kadar seviyorum! Ne kadar iyisiniz!” dersin. Aslında büyükannen her zaman o kadar iyi olmadı; birçok çocuk da onun gibi yaramazlıklar yapmış, ama tıpkı onun gibi zamanla olgunlaşmıştır. İşte, büyükannenin çocukluğunu çok iyi bildiği küçük bir kızın gerçek öyküleri: O küçük kız çabuk öfkelenen bir çocuktu, zamanla yumuşak huylu biri oldu çıktı; çok oburdu, fakat azla da yetinmesini öğrendi; yalancıydı, doğru sözlü oldu; çalma huyu vardı, dürüst oldu; sonuçta, bu sevimli yaramaz, iyi bir kız oldu. Büyükanne aynısını yapmaya çaba gösterdi. Sevgili yavrularım, siz de onun gibi yapın; Sophie gibi kusursuz biri olun. Göreceksiniz size daha kolay gelecektir bu.
COMTESSE DE SÉGUR,
doğuşunda Rostopchine.
I
BALMUMU BEBEK
Sophie bir gün “Dadı, dadıcığım,” diye koşarak odasına girdi. “Çabuk gelin. Babam bana Paris’ten bir kutu göndermiş. Galiba içinde bebek var. Bana söz vermişti. Balmumu bebek. Kutuyu açın. Hadi açın.”
Dadı: “Kutu nerede?”
Sophie: “Sofada duruyor. Hadi açın. Ne olur çabuk açın.”
Dadı, elişini bıraktı ve Sophie’nin peşi sıra sofaya koşuşturdu. Bir sandalyenin üzerinde beyaz, tahta bir kutu duruyordu. Kutuyu açtı. Sophie, çok şirin bir balmumu bebeğin sapsarı kıvırcık saçlarını görür gibi oldu. Bir çığlık attı. Kâğıda sarılı bebeği hızla kutudan çıkarmaya çalıştı.
Dadı: “Dikkat küçük hanım!” dedi. “Bebek kutuya iplerle bağlı. Böyle çekerseniz, kırılır.”
Sophie: “Hadi hemen koparın onları. Açın, açın. Bebeğimi bana verin.”
Dadı bağları eliyle koparamayınca makasını aldı, ipleri kesti ve bebeğin sarılı olduğu kâğıtları açtı. Bebek ortaya çıktığında Sophie bir sevinç çığlığı attı. Şimdiye kadar gördüğü en güzel bebekti bu. Bebeğin yanakları gamzeli ve pespembeydi; gözleri mavi ve parlak, balmumundan boynu, göğsü ve kolları ise çok hoş ve tombul tombuldu. Kıyafeti çok sadeydi; basmadan çiçekli bir elbisesi, mavi bir kemeri, pamuklu çorapları ve cilalı deriden siyah bağcıklı ayakkabıları vardı.
Sophie, belki yirmi kez öptü yeni bebeğini; sonra da, onu kucaklayarak dans etmeye başladı. Bunun üzerine Sophie’lerde misafir olan beş yaşındaki kuzeni Paul onun attığı bu sevinç çığlıklarını duyup Sophie’nin yanına geldi.
“Bak Paul, babam bana ne güzel bir bebek göndermiş!” dedi Sophie.
Paul: “Bana bir ver de daha iyi göreyim.”
Sophie: “Olmaz, kırarsın sonra.”
Paul: “Dikkat ederim, merak etme. Zaten hemen geri vereceğim.”
Sophie, bebeği kuzenine verdi; ama, onu yere düşürmemesi için sıkı sıkı tutmasını söylemeden de edemedi. Paul bebeği evirip çevirdi, her yanını gözden geçirdi; sonra da, başını sallayarak onu Sophie’ye geri verdi.
Sophie: “Neden başını salladın?”
Paul: “Çünkü pek sağlam bir şey değil bu bebek, onu kırmandan korkuyorum.”
Sophie: “Aman! İçin rahat etsin. Öyle dikkat edeceğim ki, hiç kırmayacağım onu. Annemden de güzel bebeğimi görmeleri için Camille ile Madeleine’i bize kahvaltıya çağırmasını isteyeceğim.”
Paul: “O zaman da senin yerine onlar kırar bu bebeği.”
Sophie: “Hayır, zavallı bebeğimi kırıp beni üzmeyecek kadar iyi kalplidir onlar.”
Ertesi gün Sophie, bebeğinin saçlarını tarayıp elbisesini giydirdi; çünkü, birazdan arkadaşları gelecekti. Bebeği giydirirken yüzünün solgun olduğunu fark etti. “Belki de üşüyordur,” dedi kendi kendine. “Ayakları buz gibi olmuş. Onu biraz güneşe koyayım da, arkadaşlarım onu soğuktan koruduğumu, nasıl iyi baktığımı görsün.”
Sophie, bebeği salonun penceresine, güneşli bir yere götürdü.
“Pencerenin orada ne yapıyorsun, Sophie?” diye sordu annesi.
Sophie: “Bebeğimi ısıtıyorum, anne; çok üşümüş de.”
Anne: “Dikkatli ol kızım, sıcaktan erir sonra.”
Sophie: “Oh, hayır anne! Böyle bir tehlike yok; bebek odun gibi sert.”
Anne: “Ama sıcak onu eritip bozabilir. Bak seni uyarıyorum. O zaman da bebeğin hiçbir şeye benzemez.”
Sophie, annesinin sözlerine kulak asmadı. Bebeği kızgın güneşin altına boylu boyunca uzattı.
Aynı anda da bir araba sesi duyuldu; gelenler arkadaşlarıydı. Sophie, onları karşılamaya koştu. Ancak Paul onları evin girişinde karşılamıştı bile. Kızlar hep bir ağızdan konuşarak koşar adım salona girdiler. Bebeği görmek için sabırsızlanmalarına rağmen, öncelikle Sophie’nin annesi Madam de Réan’a günaydın demekle işe başladılar. Sonra da kucağında tuttuğu bebeğine üzgün üzgün bakan Sophie’nin yanına gittiler.
Madeleine: (Bebeğe bakarak) “Bebek kör, gözleri yok bunun.”
Camille: “Ne yazık! Halbuki ne kadar da güzel!”
Madeleine: “Ama, bu bebek nasıl kör oldu ki! Kesinlikle gözleri olmalı bunun!”
Sophie, hiçbir şey söylemiyor, bebeğe bakıyor ve ağlıyordu.
Madam de Réan: “Sana söylediydim, Sophie; bebeği güneşe koymakta inat edersen başına kötü bir şey gelir diye. İyi ki yüzüyle kolları eriyecek kadar uzun süre kalmadı. Dur bakalım, ağlama. Çok usta bir doktorum ben; belki de ona gözlerini geri verebilirim.”
Sophie: (Ağlayarak) “Olanaksız bu anne; onun gözleri yok artık.”
Madam de Réan bebeği gülümseyerek kızından aldı, biraz salladı. Bebeğin kafasının içinde bir şey yuvarlanıyormuş gibi bir ses duyuldu. “Bu sesler