Roman (Yabancı)Roman (Yerli)

Surat Asmak Hakkımız

 

Surat asmak hakkımız diyoruz, ama bunu eleştiri hakkımızı elde tutabilmek için söylüyoruz.

SURAT ASMAK HAKKIMIZ
İyi bir sonuç iyi bîr başlangıcın ürünü müdür? Kendimize hayvanlar dünyasını örnek alırsak iyi bir sonuç elde etmek için iyi bir başlangıç yapmamız lazım diye düşünebiliriz. Balıklar kötü başlıyorlar hayata. Çok yumurtluyorlar, çabuk çoğalıyorlar ama aynı çabuklukta telef olabiliyorlar. Buna karşılık kuşların başlangıcı iyi. İçinden çıktıktan yumurta onlara yumurtanın dışına çıkma gücünü verecek kadar gıdayı sağlıyor. O kadar kî kuşlar kendi yumurtalarını kendi gagalarıyla kırarak dünyaya geliyorlar. Balıkların kötü bir başlangıç yapmaları hayatlarının tamamını etkiliyor. Yani balıklar hem başka balıkların avı oluyorlar, hem de onları balık olmayanlar da kolaylıkla avlayabiliyor. Oysa hayvanlar dünyasında kuşların baskın özelliği avcı oluşlarıdır, kuşlar nadiren av olurlar. İnsanoğlunun “İmperial bir hayvan” olduğu görüşüne yakınlık duyan herkes toplum hayatında iyi bir başlangıç yapmış bireylerin hayata kötü başlamış bulunanları avlayacağını düşünür. Daha doğrusu toplum ilişkilerinde veya toplumlar arası ilişkilerde gasıp ve gaibin mevkiinde bulunan herkes bu haksız yerlerini başkalarının gözünde meşrulaştırmak, durumlarını aklî kılmak için ellerinde tuttuklarının iyi bir başlangıcın ürünü olduğunu savunur. Dişlerin varsa ısır, pençen varsa parçala. Hayatta kalmak için senden daha zayıf olanları avlamak, yutmak zorundasın. Gücün yetiyorsa hükmet, ama gücün yetmiyorsa üzerindeki hükümranlığınıza göster. İşte batı burjuva medeniyetinin telkin ettiği ahlâk, dönüp dolaşıp karar kıldığı ideoloji budur. Yürürlükteki dünya sistemi içinde iyi bir başlangıç yapmayı başaranların üstünlükleri tartışmaya açılmaz. Bu despotik ortamda ırkçılık bazan açıkça, ama çoğu zaman gizli bir şekilde batı burjuva medeniyetinin mayasını oluştur.
Oysa hepimizin kolaylıkla farkedebildiği gibi, ırkçılık hayvanlar dünyasına hayatiyet veren hiyerarşiyi insanlar dünyasına taşıma gayretinden fazla bir şey değildir. Çünkü ırkçılık doğuştan gelme özellikleri yüzünden iyi bir başlangıç yapmaya müsait olanların, yine doğuştan getirdikleri noksanlıklar sebebiyle kötü bir başlangıç yapmaya mahkum olanlar üzerinde hükümranlık hakkı bulunduğunu Öne sürer. Irkçılığı biyolojik vasıflara indirgediğimiz zaman karalamak pek kolaydır. Oysa ırkçılık günümüz dünyasında sosyal, siyasi ve iktisadi kurumların devreye girmesiyle yürütülüyor. İyi bir başlangıç yapmak belli bir sınıfa, belli bir zümreye, belli bir millete mensubiyetle ifade ediliyor.
İnsan olmak ırkçılığın reddedilmesine imkân veren yetilerle donatılmış olmak demektir. Biz insanlar kötü bir başlangıcın iyi bir sonuca dönüşmesini sağlayan tedbirler alabilecek ve aynı şekilde yaptığımız iyi bir başlangıcın bize kazandırdıklarını yozlaştırabilecek tıynette yaratıklarız. Bu yüzden ırkçılığı insan hayrına bir düşünce saymıyorsak, tersine ırkçı tutumlardan bütün insanlığın zarar gördüğünü savunuyorsak, bu takdirde iyi bir başlangıç yapanların diğer insanları şöyle veya böyle yaşamaya icbar edemeyeceklerini de savunmamız gerek. Hatta bu noktada da duramayız. Kötü başlayanların bu eksikliklerini telâfi etmek, eksiklik sanılan özelliklerinin yeni bir manâya mekân kılma niyetlerini ciddiye almak zorundayız. Kendimizi, mevcudiyetimizi ciddiye almak zorundayız.
Bugün dünya üzerinde yaşayan müslümanların iyi bir başlangıç yaptıkları söylenemez. Maddî ve ruhî bakımdan kötü başlangıçların ürünleriyiz. Maddî denilebilecek kötü başlangıcımız sermaye birikimi, teşebbüs imkânı, teknolojik donatım gibi alanlara hasredilmemeli. Noksanlıklarımızın buralarda bulunduğunu sanmak bizim ruhî başlangıcımızın ne kadar kötü olduğunu dışa vurmaktan başka işe yaramaz. Eğer kütü başlangıcımızın maddî yönünü araştırıyorsak bunu müslümanlara mahsus hayat tarzının yıkılışında bulacağız. Meskenlerimiz, mekteplerimiz, kütüphanelerimiz, hastahanelerimiz yok. Bir yerlerde oturuyor, uyuyup uyanıyoruz; bir yerlerde okuyor, birşeyler öğrenmeye çabalıyoruz; bir yerlerde dertlerimize deva arıyoruz. Ama bütün buralar müslümanları dünyadaki haysiyetli yerlerinden tardedenlerin oturup, okuyup, tedavi oldukları yerlerin kötü birer kopyası. Bizler yalnızca kötü başlayanlar değiliz, kötü başlamış olanların da torunlarıyız. Onların maddî alandaki kötü başlangıçları, ruhî alandaki kötü başlangıçlarının kaçınılmaz sonucuydu. Bizler dedelerimizin yanılgılarını devraldık.
Ruhî bakımdan kötü başlangıcımızın ne olduğunu bir atasözü açıklıyor: “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olduk.’ Kâfir tasallutu altındaki müslümanlar olarak bizler başımıza gelen felaketlerin bize musallat olanların gücüne sahip olmamaktan doğduğunu sanıyoruz. Karşımızdaki “iyi başlayanların yerini öylesine meşru, Öylesine gerekli ve kaçınılmaz sayıyor olmalıyız ki “bizim de güleceğimiz günler gelecek” düşüncesiyle avunuyoruz. Gülmek bizim de hakkımız düşüncesiyle yola çıkarsak bu tutumumuzu nükleer güce sahip olmak bizim de hakkımız noktasına götüreceğiz, demektir. Ancak dileğimiz batı burjuva medeniyetinin bütününe ilişkin dileklerden ayrı tutulamayacaktır. Tenis oynamak bizim de hakkımız dediğimiz zaman bu özlemimizi kokain kullanmak bizim de hakkımız cümlesinden farklı bir yerde değerlendirmek mümkün olmayacaktır. Batı burjuva medeniyetinin sonuçlarını yüzümüzü güldürecek unsurlar saymışsak eleştirel bir tutumu da terketmiş oluruz. Bundan böyle başımıza gelen felâketleri kaçınılmaz gelişmeler kabul etmemiz ve iyi bir başlangıç yapanların tedariksiz avlan olduğumuzu içimize sindirmemiz gerekecek. Onların gücüne erişme çabalarımız da ırkçılığın değirmenine su taşımaktan başka bir sonuç vermeyecek. Çünkü canavarlık hiyerarşisinde bize ayrılan yeri benimseyecek ve büyük balığın önünden kaçmaya, küçük balığı yutmaya çabalayacağız. Belki son birkaç yüzyılda hep bunun saçma sapan uygulamasını yaşadık.
Bugün dünya sistemi iyi bir başlangıç yapanların güçlü katkılarıyla ayakta duruyor sayılmaz. Sistemin işleyişine en çok katkıda bulunanlar kötü bir başlangıç yapıp da kendilerini bir gün iyi başlangıç yapanların gücüne ulaşacaklarına inandıranlardır. Onlar gülmek bizim de hakkımız diyerek ve mütebessim bir çehre ile sistemin yıpranan çarklarım onarmaya, tükenen yakıtını takviye etmeye çabalıyorlar. Böylece ırkçılık örnek ırkın ideallerini gerçekleştirme yolunda çalışan aşağı ırktan unsurların desteğiyle güçleniyor. Belki firavunlar piramitlerini kırbaç altında inleyen kölelerin emekleriyle yükselttiler. Günümüzde olay biraz farklı. Köleler belki ben de firavun olurum düşüncesiyle piramidin inşasına gönüllü olarak ve tebessüm ederek katılıyorlar.
Biz firavun olmayı iyi bir sonuç saymadığımız için tebessüm etmiyoruz. Firavun olmak için iyi bir başlangıç yapmadığımıza da üzüldüğümüz söylenemez. Surat asmak hakkımız diyoruz, ama bunu eleştiri hakkımızı elde tutabilmek İçin söylüyoruz. Surat asmamız, Dimyat’ta pirinç bulamadığımız veya evdeki bulgurdan olduğumuz için değil; bizi böyle bir yolculuğa sevketmek isteyenlerin gasıp olduğunu bildiğimiz içindir. Bundan böyle müslümanlığımızın herhangi bir tuzağa yem olarak konmasına, kâfirlerin konforu ve tatmin yollan müslümanların da hakkıdır yollu aldatmacaya bir son verebilmek için surat asmak hakkımız demeyi seçiyoruz.

VETO
Roma’da, tribünler, yani halkın çıkarlarını savunmakla görevli kişiler Senato’nun, konsüllerin kararnamelerine, yüksek devlet görevlilerinin faaliyetlerine muhalefet etmek için latince bir kelime söylerlermiş: Veto. Bu kelime “karşıyım” demeye geliyor. Veto kelimesi modern zamanlarda, 18. yüzyıldan itibaren yetkili bir organ tarafından oylanmış bir kanunun yürürlüğe girmesinin bir otorite tarafından Önlenmesi anlamını kazanmış. Modern yönetim biçimlerinde veto hakkı genellikle devlet başkanına ve lordlar kamarası veya buna benzer bir kuruluşa tanınan bir hak biçiminde karşımıza çıkıyor.
Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, Genel Kurul’dan çıkacak kararlan veto etme hakkını “beş büyükler” diye adlandırılan devletlere tanımıştı. Bunlar ABD, SSCB, İngiltere, Fransa, Çin’dir. Bu ülkelerden ilk ikisinin “süper” vasıflar taşıdığı bugün de kabul ediliyor, yani büyükler arasında bulunmalarına kimsenin şaşıracağı düşünülemez. Ama diğer üç devletin büyüklüğü tartışmalıdır. Dikkatle bakılırsa onlara bu hakkın tanınmasının doğrudan doğruya İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri arasında yer almalarına bağlı olduğu anlaşılabilir. Bu yüzden Birleşmiş Milletler Teşkilatının bir yönüyle İkinci Dünya Savaşı’nın galibiyet şartlarını düzenlemek ve düzenli kılmak için araç olarak düşünüldüğü de akla gelebilir. Nitekim Birleşmiş Milletler bütün yan kuruluşlarıyla birlikte çağdaş batı medeniyetinin sorumluluğunu yüklenmiş, bir bakıma medeniyetin resmi ağzı olma imtiyazını kazanabil mistir. Gerçi bu kuruluş siyasi anlaşmazlıkların giderilmesinde son derece iktidarsız bir haldedir, ama kültürel ve sosyal hayatın medeniyet lehine tanziminde çok etkin bir rol oynadığı da gerçek.
Siyasi kararlar Birleşmiş Milletlerin “theatral” bir gösterisidir. Bugüne kadar bu teşkilâtın etkinliği yoluyla sonuca ulaşılmış bir siyasî vakıa yok. Her şey yine milli devletlerin ve beynelmilel ilişkilerin objektif ve çıkara dayalı bağlantıları içinde olup bitiyor. Bu yüzden de veto hakkını sadece dünyadaki etkinliği su götürmez iki devlet: SSCB ve ABD etkili olarak kullana gelmiştir bugüne dek. Önceleri Rusya BM kararlarına karşı veto kullanmakla ün yapmıştı. Çünkü teşkilât ABD doğrultusunda kararlar vermeye meyyaldi. Hatta Amerika’nın Sovyetler1! nükleer gücüyle ik….

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Anna Karenina

Editor

AKŞAM GÜNEŞİ

Editor

Tek Kişilik Ölüm

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası