Tarih

Tarihimizle Hesaplaşmak

– Falih Rıfkı Atay neden, “Keşke Atatürk Nutuk’u hiç yazmasaydı” dedi?
– Mizancı Murad’ın “Genç Türkler” için imal ve icad ettiği Genç Osman’ın, tarihte yaşamış olan Sultan II. Osman’la tanışıp tanışmadıkları, ciddi olarak cevaplanması gereken bir sorudur.
– Bütün bir muhteşem 17. yüzyıl, musikimizin şehrayinleriyle doldurduğu bir 18. yüzyıl ve emperyalistler karşısındaki inanılmaz direnişiyle bir 19. yüzyıl karanlığa terk edilince, başlıyor asıl dramımız. Nereden geldiğini bilmeyen birtakım varlıklara benziyoruz giderek..
– Hürrem Sultan’dan sonra değişen ne oldu? Nasıl oldu da ilk defa bir padişah kızı Mihrimah Sultan bu kadar öne çıktı, görünürlük kazandı ve üstelik İstanbul’da iki camiye birden ismi verildi?
– İkinci Meşrutiyet döneminde ilk büyük travmayı, Cumhuriyet’ten sonra ise ikinci büyük travmayı yaşadık. Yani tarihi iki kat buzlu camın arkasından görmeye çalışıyoruz. Bu tarihin sağlıklı olabilmesi mümkün müdür? O yüzden “yüzsüz” bir tarih bu..
– Fetihler aslında birer iddiaydı; burayı biz sizden daha iyi yönetiriz iddiası. Biz asıl iddiamızı kaybettik. Hayatta hiçbir iddiası kalmamış nesillerin o fetihleri anlamasını beklemek Van Gölü’ne okyanusu doldurmak gibi bir şey olurdu.

Mustafa Armağan bilinmeyenleri gün yüzüne çıkartmaya devam ediyor ve ekliyor: “Hesaplaşma kaçınılmaz görünüyor.. Er ya da geç.”

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ

Birinci Bölüm

Atatürk ve Cumhuriyete Nasıl BakmaLıyız?İkinci Bölüm
“Bakın, Osmanlı tsunamisi geliyor diyorum!” üçüncü Bölüm
Osmanlı vs ModernLik Dördüncü Bölüm Doğu  Batı İkilemi Yapay Beşinci Bölüm “Abdülhamid Ülkeyi Kıyamele Hazırlıyordu!” Altıncı Bölüm ‘Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” Üzerine Yedinci Bölüm Osmanlı Zincirlerini Ne Zaman Kıracak? Sekizinci Bölüm Günün Birinde “Orta Doğu” Terimine Gerek Kalmayabilir
Dokuzuncu Bölüm Havada Donan Şimşek; Fatih’in Fethi
Onuncu Bölüm
“Okumayan. Araştırmayan ve Sorgulamayan Adama
Aydın Denilen Tek ülke Türkiye’dir.”

ÖNSÖZ

Kafalarımız. Sevr’i bir utanıç yenilgi’si, Lozan’ı ise zafer anıtı olarak gören bir değirmende öğütüldüğü için yıllar yılı korku duvarının ardında yaşamaya mahkûm edildik. “Sevr sendromu”nun 87 yıl sonra dahi işe yaraması, onun etrafında örülen mitolojinin çarpıcı bir göstergesi değil mi?

Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920’de imzalanmıştır imzalanmasına ya, Yunanistan hariç hiçbir taraf ülkenin parlamentosunda onaylanıp yürürlüğe girmemiştir. Ve aslında daha ilk günden uygulanamaz olduğu anlaşılmıştır. Sevr’in hedeflerinin asıl onayı Lozan’da gelecektir.

Gerçi Churchill Lozan için “Sevr’in sürpriz bir tezadı” demiştir. Lakin Avusturya Deakin Üniversitesi tarih bölümünden Prof. Marian Kent’in tespitiyle söylersek, Lozan’ın İngiliz politikaları bakımından fazla sürprizli bir tarafı yoktur. Kurl ingiliz diplomatları bazı ufak tefek tavizler dışında Lozan’da temel hedeflerine ulaşmış, daha 1919 başlarında İngiliz Genelkurmayının Osmanlı topraklarında hedefledikleri şartları Lozan’da bize kabul ettirmeyi başarmışlardı.

Bunları bu önsözde niye gündeme getiriyorum? Meselelerimizi yerelliğe boğmadan ele alma alışkanlığını bir türlü kazanamadığımızı vurgulamak için. Bir Danimarkalı şairin dediği gibi “Toplumsal ruhla hareket eden evrensel vatandaşlar” olarak tarihe baktığımızda manzara değişiverir. Nitekim küresel tarih açısından Lozan “zafer” mi yoksa “hezimet” mi tartışması anlamlı olmaktan uzaktır. Her iki halde de Lozan, dünya sisteminin Birinci Dünya Savaşı sonrasında aldığı yeni şekli, Yeni Dünya Düzenini aksatmayan, aksatmak ne kelime tahkim eden, güçlendiren bir antlaşmaydı. Zaten böyle gerçekçi bir temele dayandığı içindir ki, ömrü Sevr gibi kısa olmadı ve ABD hariç taraf ülkelerce onaylanabildi.

Neydi o Yeni Dünya Düzeni’nin şartları? İngiltere’nin kaygıları, I) Petrol alanlarını denetimine almak, 2) Hindistan yolunu garantilemek, 3) Akdeniz ve Karadeniz’deki ticaretini köstekleyebilecek rejimleri ortadan kaldırabilmekti. Bir de milyonlarca Müslüman nüfusu yönettiği için kendisine potansiyel bir tehlike arz eden Hilafeti kontrol etmek istiyordu.
Türkiye Hilafet kozunu ancak 1924 Mart’ına kadar elinde tutabilecekti. Lozan’da ismet Paşanın Hilafeti İngiltere’ye karşı ciddi bir kart olarak nasıl kullandığını Müslim Standard dergisine verdiği o coşkulu islamcı’ demeçten anlayabiliyoruz. Burada, “Hilafetin hakları güvencem izdedir ve onu savunmak için bütün Türk milleti kanını dökmeye hazırdır” diyen İsmet Paşa’nın, aslında Lord Curzon’a aba altından sopa gösterdiğini görmemek için kör olmak Misakı Milli ABD Başkanı Wilson’un ilkelerine dayanarak Arapların kendi kaderlerini belirlemeleri tezini savunuyordu. Fakat sonradan bir el Misakı Milli metninde ufak bir ‘rötuş’ yapmıştır. 1, maddenin Mebusan Meclisinde kabul edilen asıl şeklinde Mondros Mütarekesi hattının “içi ve dışında” aralarında din ve amaç birliği bulunan ve birbirlerine saygılı ve Özverili Osmanlı lslam çoğunluğun yaşadığı toprakların bölünmesi kabul edilemez, denilmekteydi. Sonradan Yeni Dünya Düzeni’ni tehdit eder gözüken, belki de Osmanlı yayılmacılığını hatırlatan “dışında” (haricinde) kelimesi metinden jiletle temizlendi (inanmazsanız inkılap tarihi kitaplarınıza bakın).

Sonuçta Misakı Milli hedeflerine tam olarak varılamadan Lozan’da masaya oturuldu. Ancak biz Lozan’ın hemen yalnız Türkiye sınırları içindeki kısmıyla ilgilendiğimiz idindir ki, yüzyıllar boyu yönettiğimiz toprakları nasıl bir çırpıda bıraktığımızın hesaplaşmasını henüz yapmış değilizdir.

Mesela Filistin toprakları için Lozan’da ne yapılmıştır? Hiç… Hatta görüşmeler sırasında Filistinli kardeşlerimiz TBMM kapısında günlerce, ‘Bizi ingiliz kurtlarına teslim etmeyin’ diye yalvar yakar dolaşmışlardı. Aldıkları cevap, önce oyalama sonra da kendi başınızın çaresine bakın, olmuştu.

TBMM her ne kadar Misakı Millî’ye Arap halklarının kendi kaderlerini tayin hakkını ilke olarak koymuşsa da, bu yönde bir yapılanmaya gitmeden sorunu, Hilafet meselesinde olduğu gibi, rakiplerin manevra alanlarını daraltmaya ve işbirliklerini baltalamaya dönük hir strateji olarak ele almıştı.

Lozan’ın asıl tartışmamız gereken boyutu, Ortadoğu’nun paylaşılması ve sınırların yeniden çizilmesi karşısında aldığı uysal tavırdır. Ancak can yakmış gerçek feryatta: Lozan zaferiyle diğer Arap topraklarında olduğu gibi Filistin’de de Sevr’in bütün istekleri olduğu gibi kabul edilmiştir. Üstelik Sultan Vahdettin Sevr’i imzalamadığı için o zamana kadar onaylanmamış olan Filistin’deki ingiliz manda rejimi İsmet Paşa’nın Lozan’daki imzasıyla resmiyet kazanmış, böylece İsrail’in kuruluşuna giden yolda en büyük engellerden biri daha bertaraf edilmişti, Bir de Lozan’da Sevr’i paramparça ettik demiyorlar mı, neden bahsettiklerini anlamakta güçlük çekiyorum. Kabul edelim ki, Misakı Milli’yi tam olarak gerçekleştiremeyen Lozan, artık yabancısı olduğumuz Osmanlı toprakları konusunda Sevr’in hafifletilmiş bir versiyonudur. Zaten ilk ciddi muhalefet partisi Terakkiperver Fırkanın bir hedefi de, Lozan’daki başarısızlıkların hesabını sormak değil miydi? Rauf Orbay’ın deyişiyle “Misakı Millimizin tamamen tahakkuk edemediğini millete açıkça söylemek civanmertlik ve hakikatçiliğine sahip olacaktık… Bir tahammülsüzlük ve sebepsiz endişe, halledilmemiş milli meselelerimizin üzerine nisyan örtüsünü çekti ve bu meselelerimiz, geçen zamanla halledileceği iken uzak olarak kangrenleşti.”

Terakkiperver Fırka, topluma Lozan’ın bir Pirus zaferi olduğunu anlatacak, kazandırdıkları kadar kaybettirdiklerinin muhasebesini yapacak ve telafi yollarını arayacaktı.

Kapatıldı. İyi mi oldu? Kangren artık beynimize ulaşmak üzere. “Misakı Milli” diye diye Türkiye sınırlarını kendimize bir arştan kafesi haline getirdik. Düşünün ki, bu ülke tam 4 yıl Dışişleri Bakanlığı yapıp da sadece 3 kez yurtdışına çıkan siyasetçiler görmüştür.

Tarihimizle Hesaplaşmak kaçınılmaz görünüyor. Er veya geÇ.

Birinci Bölüm

Atatürk ve Cumhuriyet’e Nasıl Bakmalıyız?

Yoksa, en çok, var veya yok olmanın ruhla açtığı travmatik tesirle, Batı’nın, ancak kendinin istediği biçime giren bir toplumu yaşatacağı, aksi takdirde, bugün olmazsa bile yarın mutlaka yeryüzünden silineceği korkusundan ve bunun karsı mefhumu kayıtsız şartsız batı sevgisi ve hayranlığındanmıdır… bir batı romantizmi alıp yürüdü ve devrimlerle silinemez bir damga vuruldu. Sezai Karakoç

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Kemal Beydilli – Osmanlı’da İmamlar ve Bir İmamın Günlüğü

Editor

Ic Savas Manzaralari – Hans Magnus Enzensberger

Editor

Sürgün

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası