Felsefe-Sosyoloji-Psikoloji

Terör’ün ve Cihad’ın Retoriği – Felsefi ve Teolojik Değerlendirmeler

terorun-ve-cihadin-retorigi-caner-taslaman-istanbul-yayineviFelsefenin sadece soyut konularla ilgili olmadığı ve günümüz dünyasında insanları etkileyen en önemli sorunlarla ilgili olarak felsefi irdelemenin ne kadar önemli olduğu bu kitapta gösteriliyor. Dünya barışının sağlanması için, siyasi menfaatlerle yönlendirilen retoriğin durdurulması gerektiği ve felsefeye, dünya barışına giden yolda önemli bir görev düştüğü, bu kitaptaki makalelerin yazarlarının ortak kanaatidir. Elinizdeki kitapta bir yandan Habermas, Derrida, Huntington, Foucault, Kant, Edward Said, Chomsky gibi önemli düşünürlerin fikirlerine atıflar yapılıyor, bir yandan kitabın konusuyla ilgili Kuran ayetleri irdeleniyor, bir yandan da dünyada hepimizin tanıklık ettiği olgular felsefi bir bakışla ele alınıyor.

***

İÇİNDEKİLER

Önsöz     …. 6

I
‘TERÖR’ÜN VE ‘CİHAD’IN RETORİĞİ: FELSEFİ VE TEOLOJİK BİR DEĞERLENDİRME
Yazan: Caner TASLAMAN     …. 9

II
‘TERÖRİZM’ RETORİĞİ VE SONUÇLARI
Yazan: Tomis KAPITAN     …. 60

III
‘TERÖRİZM’ YÖNTEMİ OLARAK ‘TERÖRİZM’İN KULLANILMASI
Yazan: Tomis KAPITAN     …. 104

ÖNSÖZ

11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi ‘ikiz kuleleri’nin, bütün dünyadan seyredilebilen bir naklen yayında yıkılışıyla başlayan süreçte, dünya genelinde, ‘terör’ ve ‘cihad’ terimleri çok sık kullanılır oldu. Üç makaleden oluşan bu kitapta, bu terimlerle kastedilen belirli olaylardan çok, bu terimlerin bizatihi kendisi konu ediliyor. Kitleleri belli menfaatler doğrultusunda yönlendirmek isteyenler, bunu, dilin kullanım tarzında yönlendirmeler yaparak gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Bahsedilen terimlerle ilişkili retoriğin oluşturulma sebebinin de bununla ilintili olduğunu, bu kitaptaki makalelerimizde göstermeye çalıştık.

Bu kitapta, ‘retorik’ sözcüğü ile dilin ikna edici biçimde, belli menfaatleri, özellikle de siyasal hedefleri gerçekleştirmek için kullanımı kastedilmektedir. Bir ideolojiyi ve bir fikri güçlü kılmak veya ona taraftar bulmak isteyenler kitleleri ikna etmek zorundadırlar. Bu ikna işi kimi zaman medya gruplarının yoğun propagandası ile olur, kimi zaman ise siyasi veya dini otoritelerin karizmatik kişilikleri ve halk üzerindeki hegemonyaları kullanılır. Tüm bu durumlarda ‘retorik’ ikna işinin önemli bir parçasıdır. Fakat, eğer ‘doğru’nun ne olduğunu anlamak gibi bir endişemiz varsa, retoriğe teslim olmadan, ‘terör’ ve ‘cihad’ kavramlarının felsefi irdelemesini yapmamız gerekir. Söz konusu kavramlardan biri olan ‘cihad’ teolojiyle alakalı bir kavram olduğu için, bu kavramın ayrıca teolojik bir değerlendirmesinin de yapılması zaruridir. Retorik sağanağında, laf cambazlığıyla ‘doğru’nun üretilmeye çalışıldığı bir ortamda, retorikzede olmamak için, felsefi ve teolojik bu değerlendirmelere muhtacız. Bu kitabın hazırlanmasının sebeplerinden biri de bu ihtiyaca cevap vermektir.

İlk makalede ‘terör’ kavramını da ele almakla beraber, ‘cihad’ kavramının irdelenmesine daha geniş yer ayırdım. Kuran’da ‘cihad’ kavramının ne şekilde kullanıldığını, bazı mezheplerin ‘cihad’ı Kuran’ın ruhuna aykırı bir şekilde yorumladıklarını göstermeye çalıştım ve Kuran açısından ‘savaş ahlakı’ konusunu işledim. Bu konuları, ahlak felsefesinde önemli bir yere sahip olan Kant, Rawls, Habermas gibi filozofların fikirlerine göndermeler yaparak irdeledim. Böylece felsefi ve teolojik yaklaşımları aynı makalede birleştirmeye çalıştım.

Benim makalemden sonra Tomis Kapitan’ın iki makalesi yer alıyor: bu makalelerde Kapitan, ‘terör’ retoriğinin açtığı sorunları felsefi bir irdelemeye tabi tutuyor. Kapitan’ın bu konularda birçok çalışması var. örneğin ‘İsrail-Filistin Savaşı’na Felsefi Perspektifler’ (Philosophical Perspectives on the Israeli-Palestinian Conflict) kitabının editörlüğü bu çalışmalarından birisidir. Kendisi, bir yandan yaşadığı ülkesi Amerika’yı şiddetle eleştirirken, bir yandan da beş yıl akademisyen olarak bulunduğu Filistin topraklarındaki tecrübesine de dayanarak, tüm terör tartışmalarının belki de en çok odağında olan İsrail-Filistin savaşından yola çıkarak değerlendirmelerde bulunuyor.

Bu makalelerle felsefenin sadece -yaygın bir yanlış kanaatle zannedildiği gibi- soyut konularla ilgili olmadığı, günümüz dünyasında insanları etkileyen en önemli sorunlarla ilgili olarak felsefi irdelemenin ne kadar önemli olduğunun bir örneği de gösterilmeye çalışılmıştır. Dünya barışının sağlanması için, siyasi menfaatlerle yönlendirilen retoriğin durdurulması gerektiği ve felsefeye, dünya barışına giden yolda önemli bir görev düştüğü hem benim, hem de Kapitan’ın ortak kanaatidir. Ayrıca ikimiz de Habermas gibi, dünyada hüküm süren şiddetin en çok ekonomik sebeplerden kaynaklandığını ve retoriğin, ekonomik ve siyasi menfaatlerle yönlendirilen şiddetin gerçek sebebinin üzerinin örtülmesinde bir araç olduğunu düşünüyoruz. Bu kitapta yer alan makaleler daha önce İngilizce olarak bilimsel dergilerde yayımlandı. Kapitan’ın ikinci makalesinde, birinci makalesindekiyle aynı olan yerlerin çıkarıldığını belirtmekte fayda görüyorum. Değerli makalelerinin bu kitapta yer almasına izin verdiği için Sayın Kapitan’a teşekkür ederim. Makalemin önemli bir bölümünü Tokyo Üniversitesi’nde ‘misafir akademisyen’ (visiting scholar) olduğum dönemde bitirdim. Tokyo Üniversitesi’ne ve oradaki çalışmamın gerçekleşmesine katkıda bulunan değerli akademisyenler Masataka Takeshita ve Harun Anay’a da teşekkürü bir borç bilirim. Bu kitabı okuyan siz değerli okurlarımıza da ilgilerinden dolayı teşekkür ediyor; eleştiri ve yorumlarınızı www.canertaslaman.com internet adresinde bekliyorum.

‘TERÖR’ÜN VE ‘CİHAD’IN RETORİĞİ

Bu makalenin amacı, “terör” ve “cihad” kavramlarının retorik olarak kullanılmasının yol açtığı sorunları ve bu retoriklerin, medeniyetlerin arasında iletişimsel sürecin kurulmasını nasıl engellediğini göstermektir. Bu çalışmada “retorik” sözcüğü ile kastedilen, dilin ikna edici biçimde, belli menfaatleri,özellikle de siyasal hedefleri gerçekleştirmek için kullanımıdır.

Soğuk savaşın sona ermesi ile birlikte küreselleşmenin önündeki tüm engellerin kalktığına dair ciddi bir iyimserlik havası hakim olmuştu. Ancak, Pandora’nın kutusu 11 Eylül 2001’de açıldı; küreselleşen dünyanın Leviathan’ı 1 olarak gözüken ABD’nin kalbindeki iki kuleyle beraber iyimserlik havası da çöktü. Bu olayla, 1991’de meydana gelen Körfez Savaşı nedeniyle, hakim olan iyimser bakışa zaten şüpheli yaklaşmakta ve “medeniyetler çatışması” tezini savunmakta olanların yaklaşımı daha çok ön plana çıktı. Bu olayın tetiklediği tartışmalar din felsefesinden siyaset felsefesine, dil felsefesinden etik ve hermeneutiğe, uluslararası ilişkilerden teolojiye kadar birçok ayrı alanı ilgilendirmektedir.

Makaleye, Derrida’nın 11 Eylül saldırılarını yorumlarken yaptığı açıklamalardan bir alıntıyı aktararak başlamak istiyoruz: “Bir filozof, ‘kavramayı’ ve ‘meşrulaştırmayı’ birbirinden ayırt etmek için, yeni bir kriter arayan kişi olmalıdır. Bir kişi savaşa veya teröre yol açan belli bir olaylar zincirini ya da kurumları, onları zerrece haklı çıkarmadan, hatta onları lanetleyerek ya da yeni kurumlar icat etmeye kalkışarak; tarif edebilir, kavrayabilir ve açıklayabilir. Bir kişi belli terör eylemlerini (devlet terörü olsun ya da olmasın), onları ortaya çıkaran hatta meşrulaştıran koşulları göz ardı etmeksizin, koşulsuzca lanetleyebilir.” 2

“TERÖR” KAVRAMININ RETORİK OLARAK KULLANILMASI

Bir araştırmada terörün 109 farklı tanımının olduğu tespit edilmiştir. 3 Günümüzde şu şekilde ifadelere oldukça sık rastlamaktayız: “Terörün gerçek tarifi….”, “Asıl terörist…… yapandır”, “Onlar bize terörist diyorlar, oysa ki….”. Tüm bu tanımlamalarda, “terör”, Platonik bir “idea”ymış gibi ve onun “gerçek anlamını” 4 garanti eden de sanki “ideası”ymış gibi ele alınmaktadır. Aslında Wittgenstein’ın göstermiş olduğu gibi, dilin, toplum tarafından paylaşılan ve toplum içinde öğrenilen bir “aletler” (tools) koleksiyonu olduğunu ve hepimizin büyük bir dil oyununun parçası olduğunu unutmamalıyız. 5 Dilin sosyolojik yapısını kavradıktan sonra, terörün tanımıyla ilgili cümlelerimizi şu şekilde düzeltebiliriz: “İnsanlar terör kelimesiyle genelde şunu kastetmektedirler….”, “FBI’ın tanımına göre teröristler …. veya “Hizbullah’ın tanımına göre teröristler…..”. Bu şekildeki ifadeler, terörün tanımlarının masum olmadığını, bu tanımların belli çıkarlar ve ideolojiler ile bağlantılı olduğunu fark etmemizi sağlayacaktır. Foucault’nun dediği gibi “Doğrunun güç vasıtasıyla üretimi ile karşı karşıyayız”. 6 Gücün bir vasıta olarak kullanılma yollarından biri de dilin nasıl kullanılması gerektiğinin dikte edilmesidir.

“Terör” kavramı ilk kez 1789 Fransız Devrimi sırasında gündeme gelmiştir. 7 Bizim günlük kullanımımızın aksine, burada Jakobenler tarafından kullanılan “terör” kavramı pozitif bir anlam taşıyordu, çünkü Jakobenler ortaya koydukları “terör” denen şiddet içeren eylemleri, barış dolu bir ortama erişmek için gerekli görüyorlardı. Günümüzde ise “terör”, hepimizin çok iyi bildiği gibi, negatif ortama erişmek için gerekli görüyorlardı. Günümüzde ise “terör”, hepimizin çok iyi bildiği gibi, negatif bir anlam taşımaktadır.“Terör”ün bu negatif anlamından dolayı herkes mücadele içinde olduğu rakiplerini “terörist” olarak nitelendirmeye çalışmaktadır. Bu durum ise bir kişinin, kimine göre “özgürlük savaşçısı” olarak, kimine göre de “terörist” olarak algılanmasına sebep olmaktadır. Örneğin birçok kişinin terörist bir örgüt olarak nitelendirdiği Hizbullah’ın kurucusu Fadlallah şöyle demektedir: “Kendimizi terörist olarak görmüyoruz, çünkü biz terörizme inanmıyoruz. Yurdumuzu işgal edenlere karşı savaşmak terör değildir. Biz kendimizi kutsal bir savaş için savaşan mücahitler olarak görüyoruz.” 8 Fadlallah organizasyonunun faaliyetlerini “özgürlük için savaşmak” olarak tanımlayarak meşrulaştırmaktadır.

Diğer yandan FBI ise terörü şöyle tanımlamaktadır: “Terör, siyasal yahut toplumsal bir takım amaçlar uğruna, bir hükümeti, sivil nüfusun tamamını ya da bir bölümünü, sindirmek yahut zorlamak için, bir kişi ya da mülke karşı gücün ve şiddetin kanun dışı kullanımıdır.” 9 FBI’ın tanımında “masum insanlar” yerine “sivil nüfus” teriminin kullanılması, yahut hükümete (devlete) karşı yürütülen faaliyetlerin üzerinde durulması FBI’ın konumu ile alakalıdır. Tarihsel olarak terör kavramı ilk kez Fransız Devrimi’nde, devletin uyguladığı terörü belirtmek için kullanılmıştır. Diğer yandan, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başına ait Lahey Antlaşmaları ve 1949’da imzalanmış olan Cenevre Antlaşmaları gibi uluslararası antlaşmalar devletlerin de suç içeren faaliyetlere karışabileceğini göstermektedir. Şu halde, terör, kullanıcılarının kimliklerinden değil metotlarının ve kurbanlarının doğasından doğan ahlaki bir sorundur. Sivillere saldırmak etik açıdan kötü kabul edilir, çünkü ordular güçlü silahlar ve toplar ile donanmışken, siviller onlara ancak zayıf ve çıplak elleriyle karşılık verebilirler. Ancak, diğer bir yandan da, yüksek teknoloji ile donanmış ordulara karşı savaşan pek çok asker veya militan da aslında, orduların karşısındaki sivillerden pek de farklı durumda sayılmazlar, çünkü onlar da gelişmiş bombardıman uçakları karşısında aynı güçsüz ve umutsuz durumdadırlar. Habermas, bu asimetrinin ortaya çıkardığı ahlaki soruna şu şekilde dikkat çekmiştir: “Ancak, elektronik olarak kontrol edilen tasarım harikası ve çok amaçlı kullanıma uygun füze kümelerinin havadaki yok edici gücü ile karadaki Kalaşnikoflar ile donanmış ilkel sakallı savaşçı kümelerinin asimetrisi ahlaken tiksindirici bir görüntü olarak öylece durmaktadır.” 10

“Terör” kavramının retorik olarak kullanımının en ilginç örneklerinden biri Amerikalıların Afgan mücahitlere karşı tavrında görünmüştür. Amerika Afgan mücahitleri “kutsal savaşçılar” olarak ilan etmiş ve onlara Sovyet işgaline karşı verdikleri savaşta yardım etmiştir. 11 Taliban’ın saldırıları Amerika’yı hedef almaya başladığında ise “kutsal savaşçılar” “teröristler”e dönüştüler ve “teröre karşı savaş”ın da ilk hedefleri haline geldiler.

—-

[1] Leviathan,Eski Ahit’te bahsedilen bir deniz canavarıdır. Siyaset bilimi ve felsefe alanlarında ise Thomas Hobbes’un kitabının ismi olarak ünlüdür. “Leviathan” ile Hobbes, egemen yöneticinin mutlak gücünü, topluma kaosun hakim olmasının daha kötü olduğunu söyleyerek meşrulaştırır.
[2] Jacques Derrida, Autoimmunity: Real and Symbolic Suicides, A Dialogue with Jacques Darrida, Giovanna Borradori’nin röportajı, Philosophy in a Time of Terror içinde, çev: Pascale-Anne Brault and Michael Nass, gözden geçiren: Jacques Derrida, (The University of Chicago Press, 2003), s. 106-107
[3] Nezih Tavlaş, Terörü Tanımlamak, (Strateji Dergisi, Sayı 2, 1995), s. 125
[4] Pek çok kişi terörün anlamını bilinçsizce bu şekilde kullandığı halde, hiç kimsenin Platonik bir dünyada teröre karşılık gelecek bir “idea”nın bulunduğunu iddia edeceğini sanmıyorum.
[5] Ludwig Wittgenstein, Philosophical Investigations, (Blackwell Publishing, 2001). Bu kitap Wittgenstein’ın ikinci dönemdeki felsefesini ortaya koyduğu eseridir.
[6] Michel Foucault, Power, Right, Truth, ed. Robert E. Goodin and Philip Pettit, Contemporary Political Philosophy içinde, (Blackwell Publishers, 2002), s. 543
[7] Bruce Hoffman, Inside Terrorism, (Columbia University Press, 1998), s. 15
[8] Bruce Hoffman, a.g.e, s. 31
[9] Terrorism Definitions, www.fbi.gov/publications/terror/terror2000_2001.html ,Code of Federal Regulations 28. Maddesi, Bölüm 0.85, (20 Nisan 2006)
[10] Jurgen Habermas, Fundamentalism and Terror, A Dialogue with Jurgen Hobermars, Giovanna Borradori’nin röportajı, Philosophy in a Time of Terror içinde, çev: Luis Guzman, gözden geçiren: Jurgen Habermas, (The University of Chicago Press, 2003), s.28
[11] Mehmet Ali Civelek, Küreselleşme ve Terör, Saldırganlık Gerçeği, (Ütopya Yayınevi, 2001), s. 288

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Friedrich Wilhelm Nietzsche – Tragedyanın Doğuşu

Editor

Yeni Atlantis

Editor

Varoluşun Sırrı – Son Adem

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası