Roman (Yabancı)

Veda Vakti Gelmeden

veda-vakti-gelmeden-susan-spencer--wendel-bret-witter-epsilon-yayinlariTanrının lütfu kız kardeşim Stephanie için…

MUTLU ADAM

Mutlu insan, mutlu ve tek başına,

O ki bugüne benim diyebilen O ki yarın kötü olabilir çünkü ben bugünü yaşadım diyebilen. iyi ya da kötü, yağmurlu ya da güneşli Sahip olduğum sevinçler, kadere rağmen, benimdir. Tanrı geçmişin üzerinde güce sahip değildir, Olan olmuştur ve daha zaman vardır.

JOHN DRYDEN

İçindekiler

Giriş: Yunusla Öpüşmek 13

Kalkış: Temmuz-Eylül

Hâlâ Şanslı 20

Klinik 37

Mucize 41

Wesley 48

Hayvanlar & Beklentiler 53

Yukon: Ekim

Auroralar 64

Teşekkürler 70

Kutup Işıkları 77

Wreck Kumsalı 87

Kaliforniya: Ekim

Geçmişe Doğru 94

Aile Toplantısı 114

Çadır 123

Döngüyü Kapamak 132

Noel: Aralık-Ocak

Birlikte 138

Parti 146

Kendime Bir Hediye 151

Macaristan: Şubat

Gençlik 160

Bir Çift 171

Sohbet 180

Budapeşte 186

Gemi Yolculuğu: Mart

Kız Kardeşim Steph 200

Hediye: Nisan

Panos 214

İncil 234

Chickee Kulübesi: Mayıs

Kendime Ait Bir Yer 248

Mango Çılgınlığı 258

İçe Doğru Yolculuk: Mayıs-Haziran

Albüm Hazırlama 266

Kokulu Atık 274

Triatlonum 279

Oluruna Bırakmak: Mayıs-Haziran

Yüzme 288

Aubreynin Doğum Günü 294

Yardım Elleri 302

Bakımevi 310

Cenaze 317

Kıbrıs: Haziran-Temmuz

Korkusuz 324

Kaplumbağa Plajı 334

Aziz Andreas 341

Karpazlı Yaşı Adam 347

New York: Temmuz

Kardashianlar 352

Marinanın Seyahati 358

Dövme 363

Destek 365

Kleinfeld 372

Sonsuza Dek 380

Captiva Adası: Ağustos

Aslan Pençesi 384

Teşekkürler

***

Giriş: Yunusla Öpüşmek

Oğlum Wesley yunuslarla yüzmek istemişti. Dokuzuncu ayın dokuzuncu gününde – 9 Eylül 2012 -dokuz yaşına basacaktı ve bu onun özel isteğiydi.

Üç çocuğumun her birine yaz süresince her birini istediği yere götüreceğime dair söz vermiştim. Birliktelik zamanı. Geleceklerinde çiçek açacak anılar ekme zamanı.

Onlar için bir hediye – ve benim için.

Temmuz ayında, ergenlik çağındaki kızım Marina’yla New York City’ye seyahat ettim. Ağustos ayında, on bir yaşındaki oğlum Aubrey’nin isteği üzerine ailemiz Florida’nın batı kıyısı açıklarındaki Sanibel Adası’nda bir hafta geçirdi.

Bu seyahatler daha büyük bir planın parçasıydı: Keyifle yaşamaya adadığım bir yılın. Hayatımın merkezindeki

yedi kişiyle yedi yolculuğa çıktığım bir yılın. Yukon’a, Macaristan’a, Bahamalar’a, Kıbrıs’a.

Bu aynı zamanda bir içe dönüş yılıydı: Bir ömürlük fotoğraflardan albümler hazırlamak, yazmak, arka bahçemde bir cennet yaratmak – anılarımı ve arkadaşlarımı davet ettiğim, palmiye yapraklarından çatısı ve rahat sandalyeleriyle etrafı açık bir Chickee kulübesi yapmak.

Yaparken hayal ettiğimden daha da mükemmel bulduğum yolculuklar.

Wesley’nin gezisi en sonuncusu ve en basitiydi. Güney Florida’daki evimizden Orlando’daki Keşif Koyu’na minivanımızla üç saatlik bir yolculuk.

“Ne güzel bir yolculuk,” diye yorum yaptı kız kardeşim Stephanie, Florida’nın merkezindeki tekdüze bataklıklardan geçerken her zamanki gibi neşeliydi.

Keşif Koyu muazzam bir yapay lagündü. Bir tarafı kumsal, diğer tarafı kayalıklarla kuşatılmıştı. Yemyeşil manzarada palmiye ağaçları yükseliyordu. Yaprakları oradaki bir etkinliği müjdeleyen havai fişeklermiş gibi görünüyordu bana.

Lagünün diğer tarafındaki oyun alanını yaran yüzgeçleri izleyerek çiseleyen yağmurda kumsalda toplandık.

“Bizimki hangisi?” diye sordu Wesley. “Hangisi bizim?”

Bir eğitmen bizi su kenarına yönlendirdi. Birdenbire önümüzde bir yaratık belirdi: Işıldayan siyah gözlerle pürüzsüz gri bir surat, gülümsüyormuş gibi kıvrılmış uzun bir ağız. Şişe-burnu aşağı yukarı hareket ederek, “Ben-oynamak-istiyorum!” sinyali veriyordu.

Wesley sevinçten havalara uçmuştu. Yerinde duramayacak kadar heyecanlanmıştı, anlaşılmaz bir şeyler söyleyerek zıp zıp zıplıyordu. Uzun sarı saçları, dalış kıyafeti ve mavi gözleriyle gençliğimde hayran olduğum sörfçü erkeklere benziyordu.

Doğum günün kutlu olsun, oğlum.

Onun yanında duran Aubrey ve Marina da bir o kadar mutluydu.

“Onları hapsetmek acımasızlık değil mi?” diye sordu Marina ortaya. Tam o sırada hemen yanından su yüzeyine çıkan yunusun hava deliğiyle dalga geçti. Neredeyse on beş yaşındaydı ve düşünceleri çocukluktan ergenliğe geçme karmaşası taşıyordu.

Eğitmen bize kendini tanıttı. İsmi Cindy’ydi -eğitmenin değil yunusun. Cindy kenarda yavaş yavaş yüzerek ellerimizi vücudunda gezdirmemize izin verdi. Boyutu karşısında şaşkına döndüm: İki buçuk metre uzunluğunda, taş gibi sert kaslarıyla iki yüz elli kilo kadardı.

“Nasıl bir his yaratıyor?” diye sordu eğitmen.

“Coach marka çanta gibi,” diyerek espri yaptı kocam John.

“Cindy’yi seviyorum!” dedi Wesley coşkuyla.

Cindy’nin yaşı kırkın üstündeydi. Çocukları olup olmadığını sordum.

“Hayır, Cindy bir kariyer kadını,” dedi eğitmen.

Tıpkı ömür boyu gazeteci olan benim gibi. Ama benim çocuklarım vardı. Onlarla birlikte yarı belime kadar suda durma ve bir su mucizesinin derisini hissetme keyfine sahiptim.

Eğitmen ellerimizi kaldırarak Cindy’ye işaret etmemizi istedi. Olta sarar gibi bir hareket yapın, işte Cindy bunun gibi bir ses çıkarıyordu.

Wesley’nin şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı. “Cindy’yi seviyorum!” dedi.

Wes eğitmenin yardımıyla yunusun sırt yüzgecini kavradı. Yunusun sırtı boyunca dümdüz uzandı ve sonraki yarım saat boyunca Cindy bizi birer birer suya çekti. Önce çocukları, sonra da Stephanie ve John’u.

Sıra bana geldiğinde reddettim. “Benim sıramı Wesley kullansın,” dedim. Çünkü bugün onun günüydü. Cindy onu suda gezdirirken oğlumun şaşkınlığı açıkça belli oluyordu.

O gün bir sürü fotoğraf çektik. Wesley’nin. Aubrey ve Marina’nın. Kumsalda yağmur altında beraberce gülümseyen ailemizin.

Bir tanesine bayılıyorum: John beni yarı belime gelen suyun içinde tutuyor, böylece Cindy’yi gülümseyen burnundan öpebiliyorum.

O an, onu pürüzsüz ve serin şişe-burnundan öperken sadece karşımdaki nazik devi düşünüyordum. Bir anı daha.

Fotoğrafı gördüğümde beni her gün kaldıran arkamdaki nazik devi düşündüm. Mutlulukları beni güçlendiren çocuklarımı düşündüm. Beni güldüren kız kardeşimi ve arkadaşlarımı düşündüm.

Muhtemelen onuncu yaş gününde yanında olamayacağım Wesley’yi düşündüm.

Yürüyemiyorum. Lagüne tekerlekli sandalyede götürüldüm.

Kendi ağırlığımı taşıyamıyorum, suda bile. Boğulmayayım diye John beni sandalyeden kaldırdı ve taşıdı.

Kendimi beslemek veya çocuklarımı kucaklamak için kollarımı kaldıramıyorum. Kaslarım ölüyor ve geri gelmeleri mümkün değil. Bir daha hiçbir zaman dilimi yeterince döndürüp anlaşılır bir şekilde, “Seni seviyorum,” diyemeyeceğim.

Hızla, kesin olarak ölüyorum.

Ama bugün hayattayım.

Yunusu öptüğüm fotoğrafı gördüğümde ağlamadım. Kaybettiklerim için öfkelenmedim. Bunun yerine keyifle gülümsedim.

Sonra elimden geldiğince tekerlekli sandalyemi döndürdüm ve John’u da öptüm.

***

Kalkış

Temmuz-Eylül

Hâlâ Şanstı

Otomatiğe bağlı daha önceki yaşamımı düşünmek tuhaf geliyor.

Sevdiğim bir işte haftada kırk saatten fazla çalışmak, Palm Beach Post için yerel ceza mahkemeleri hakkında yazılar yazmak. Gündelik kardeş çatışmaları, ev ödevi ve randevularla – pediatr, dişçi, ortodondist, psikiyatr -geçen diğer bir kırk sekiz saat (hiç de şaşırtıcı değil, öyle değil mi?).

Çocuklarımla birlikte saatlerce süren müzik dersleri -veya onları derslere arabayla götürmek.

Yemek masamızda çamaşır katlayarak geçen akşamlar.

Sokağın aşağısında yaşayan arkadaşlarla ya da kız kardeşim Stephanie’yle ara sıra yenen akşam yemekleri.

Günün sonunda, çocukların televizyon kanallarıyla ilgili anlaşmazlıkları veya altı yaşındaki Wesley’nin durup dururken kaşıklarımızın üzerine resim yapma isteğiyle…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Ağaç İşçileri

THOMAS HARDY

Görünmez Kentler

Editor

Saldırganı Hoş Tutmak

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası