Dünya sermayesinin sözcüleri ve IMF, Dünya Bankası gibi bekçi kuruluşları; yaşanan krizi finans sektörünün denetimi ve düzenlenmesinde oluşan zaaflara bağlamayı tercih ediyorlar. ABD, İngiltere ve diğer gelişmiş ülkelerde yüzyıllık bankaların battığı, çokuluslu dev şirketlerin de devlet yardım etmediği takdirde iflas edeceklerini ilan ettikleri kriz, bir “yönetim” sorununa indirgenmeye çalışıldı.
Oysa dünya ekonomisinin içine girdiği kriz, kapitalizmin 1970’lerden sonra sermaye birikimindeki sorunları aşmak için yarattığı ve asıl olarak finansal sermayenin şişmesine dayanan yapısal işleyişinden kaynaklandı. Bu nedenle, emlak sektöründeki çöküşün tetiklenendiği finansal kriz, asıl olarak kapitalizmin krizidir.
Son otuz yıldır, karmaşık finansal araçlar ile büyütülen ve paradan para kazanmaya dayanan yapı bütünüyle çöktü. Dünya kapitalizminin, sanayi sektöründe kâr sıkışmasına çare olarak bina ettiği tefeci mali sistem artık yıkıldı.
Geriye trilyonlarca dolarlık büyük bir batak kaldı. Piyasalara güven verme gerekçesiyle, tüm dünyada arka arkaya ekonomik paketler açıklandı ve başta finans sektöründe olmak üzere tekellere milyarlarca dolar aktarıldı. Bu operasyonların benzer ve temel özelliği, zararın kamulaştırılarak halkın sırtına yüklenmesi oldu. Kurtarma operasyonlarıyla temel amaç; kapitalizmin kumarhane koşullarını kısmen terbiye ederek, yoluna devam etmesini sağlayabilmektir.
Farklı boyutları tartışılıyor olsa da, dünya kapitalizmi açısından krizden çıkış için ortaya konacak çözümün özü bellidir. Sermaye, bir kez daha emek üzerindeki tahakkümünü artırmaya ve emeğin elinde kalan son hakları da budamaya çalışacaktır. İşçilerin bu çözüme rıza göstermeleri, yeni bir kölelik düzenine yol verecek, yoksulluk ve açlığı daha da derinleştirecektir.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise hem kriz hem de kriz sürecinde emeğe yönelik saldırılar daha şiddetli yaşanmıştır. Nitekim Türkiye’de AKP hükümeti ve sermaye, 2009 yılında yeni çalışma biçimlerini gündeme getirdi ve daha ağır çalışma koşullarını işçilere dayatmaya çalıştı. Sermayenin bu süreçte en önemli güvencesi, bugüne kadar uyguladığı politikalarla işçilerin haklarını gerileten AKP hükümeti oldu.
2008 yılında görünür hale gelen ve 2009 yılında ülkemizi etkisi altına alan kriz sürecinde, Türkiye’de imalat sanayinin tüm sektörlerinde daralma yaşanmış, ülkemiz ekonomisi tarihi küçülme oranlarını görmüştür. Krizin ülkemizde yarattığı en büyük hasar, işsizliğin artması, istihdamın esnekleştirilmesi ve güvencesizleştirilmesi olmuştur.
Zaten bozuk olan gelir dağılımı, emekçiler aleyhine daha da çarpıklaştı. Kredi kartı batağı büyüdü, emekçiler daha borçlu hale geldi. Kriz, yoksulların enflasyonunda artışa neden olurken, reel gelirlerde de ciddi bir aşınma görüldü. Bu dönemde, hükümet krizden en çok etkilenen emekçi kesimleri desteklemek yerine bütçede gelir ve harcama politikalarını sermaye lehine oluşturdu.
Ülkemizde bölgesel eşitsizlikler de, 2009 yılında hızla arttı. Özetle, krizin tüm faturası, emekçi kesimlere çıkarılmış oldu. Dünyada ve Türkiye’de krizin yarattığı enkazı ve emekçi sınıflar üzerine etkisini konu alan bu araştırma, 2008 yılında yine Mustafa Sönmez tarafından Petrol-İş Sendikası için hazırlanan 2008 Dünya Krizi ve Türkiye başlıklı raporun devamı niteliğindedir.
2010 yılı itibariyle, dünya krizinin Türkiye’de yarattığı yıkımı gözler önüne seren bu araştırmayı, Petrol-İş Sendikası için hazırlayan ekonomist Mustafa Sönmez’e ve araştırmanın basımına ortak olarak daha geniş br okur kitlesine ulaşmasını sağlayan Yordam Kitap’a teşekkürlerimizi iletiyoruz. Petrol-İş Sendikası olarak toplumsal gerçeklerin kamuoyunda ayrıntılı bir şekilde tartışılması ve sorgulanması için yapacağımız çalışmaları sürdüreceğiz…
Petrol-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu Önsöz Küresel kapitalizm, 1970’lerin sonlarına doğru Keynesci birikim modelini tükettikten sonra 1980 sonrasında sermaye birikimi sürecini neoliberal model çerçevesinde sürdürmek için kolları sıvadı ve dünyada mal, sermaye hareketlerini iyice liberalleştirecek düzenlemelere gitti.
Küreselleşme, özelleşme, ticarileşme ile el ele ilerleyen bu liberalleşme sürecinde “piyasa” her derde deva, her şeye kadir bir ilahi güç olarak takdim edildi. 1980 sonrası dönem, küreselleşen kapitalizmin hızla sermaye biriktirdiği, ama hızla da balonlaşarak kendi kuyusunu kazdığı, manevra alanını daralttığı, ömrünü kısalttığı bir zaman dilimi oldu.
Bölgesel, ulusal krizlerin sıklaştığı bu dönemde küresel krizin de 2007’de ucu göründü. Küresel kriz bütün haşmetiyle 2008’de baş verdikten sonra 2009’da da bütün dünyaya bulaştı ve her coğrafyayı sardı. Türkiye’de küresel krizin etkisinin şiddetle hissedileceğini ilk kez ifade eden raporlardan birini, yine Petrol-İş işbirliği ile 2008 Martında üretmiştik.
Oradaki öngörüler, bizi yanıltmadı. Türkiye, 2008’i yüzde 1 büyümenin altında kapattıktan sonra 2009’da yüzde 5’e yakın oranda bir daralma yaşadı, resmi işsizliği yüzde 14’e fırladı ve çok önemli kırılganlıklar taşımaya devam etti.
Bu çalışmada da 2008 ve 2009’un tamamında küresel krizin Türkiye ekonomisinde yarattığı enkazın envanteri yer alırken, önümüzdeki dönemde emekçi sınıfları bekleyen tehditlere ve fırsatlara değiniliyor. * * * Çalışmanın birinci bölümü, küresel krizin dünyada merkez ülkeleri ve çevre-bağımlı ülkeleri nasıl etkilediği üstüne analizler içeriyor.
Krizde iflasın eşiğine gelen finans sektörünü ve devamında reel sektörü kurtarmak için, piyasa yeminini bir tarafa bırakan kapitalist devletlerin müdahale biçimleri ve bunların sonuçlarına yer verilen bu bölümde, 2010’da yaşanan bütçe krizleri ve sokağa yansımaları konu ediliyor.
Bu bölümde ayrıca AB’nin güney ülkelerinde baş gösteren kriz ve Türkiye’ye yansımalarından hareketle 2010 ile ilgili öngörülerde bulunuluyor. İkinci bölüm, küresel krizin Türkiye kapitalizmine etkileri üstüne analizler içeriyor.
Küçülmenin alt sektörlere yansımasının araştırıldığı bu bölümde, yatırımlara, cari açık ve sermaye hareketlerine yer veriliyor; daha derin bir daralmayı frenleyen, krizi yumuşatan etkenlere, önlemlere ve bunların yarattığı maliyetlere dikkat çekiliyor. IMF ile ilişkilere değinilen bu bölümde, AKP yandaşı sermaye kesimi ile geleneksel sermaye kesimleri arası çelişkiler de yer alıyor.
Üçüncü bölümün teması, işsizlik, istihdam ve güvencesizleştirme. Krizin en önemli tahribatı, çalışan sınıfı işsiz, iş arayanları yine umutsuz bırakmak oldu. İşsizlikte ulaşılan boyutların yanı sıra, işi olanların güvencesizleştirilmesi için düzenlenen tezgâhlar, saldırılar da bu bölümde ele alınıyor. Kriz enkazının bir ayağı da yoksullaşma, gelir dağılımın daha çok bozulması biçiminde yaşandı.
Dördüncü bölümde çalışan sınıfın yaşadığı enflasyon ve düşen reel gelir konu edilirken, işçilerin yanı sıra kamu çalışanları ve tarımın uğradığı reel gelir kayıpları da konu ediliyor. Krizin yükünü emekçi sınıflara yıkmanın bir yolu da bütçe. Beşinci bölüm, kriz döneminde bütçenin gelir ve harcama ayaklarında neler yaşandığını ve bütçe üstünden krizin yükünün çalışan sınıflara nasıl yıkıldığını araştırıyor. Türkiye için özel bir önem taşıyan bölgesel eşitsizliklerin ne boyutlara ulaştığı, süren göçlerin hangi bölgelere yöneldiği de bu çalışmanın altıncı bölümünde analiz ediliyor.
Ayrıca, yerel yönetimlerde, belediyelerde emek karşıtı neoliberal belediyeciliğin yol açtığı sorunlar ve sonuçlar da bu bölümde ele alınıyor. Çalışmanın sonunda, emekçi sınıfı bekleyen yeni saldırılara, tezgahlara ve tehditlere yer verilirken emek mücadelesini yükseltmenin olası fırsatlarına da işaret ediliyor.
Bu çalışmanın ortaya çıkmasında öncelikle, verdikleri destek ve işbirliği için Petrol-İş Yönetim Kurulu’na, sendika emekçilerine teşekkür ediyorum. Kurum yayınlarının, sokaktaki okura ulaşması güç. Bu nedenle, Yordam Kitap proje ortağı olarak sorumluluk üstlendi ve ürün birlikte kotarıldı. Katkıları için Yayın Yönetmeni Hayri Erdoğan’a ve diğer emeği geçenlere de teşekkür ederim.
Merkez üssü ABD finans sektörü olan ve oradan gelişmiş Avrupa’nın finans sektöründe hissedilen 2008 küresel depremi, yine çok kısa sürede “merkez”e tedarikçi sanayici olarak eklemlenmiş “çevrebağımlı” ekonomilerde, daha çok sanayi bölgelerinde hissedildi.
Türkiye gibi ülkelerin ihracatına talep düştü, fabrikalar kapasite düşürdü, işçi çıkardı, iç tüketim azaldı, sıcak para kaçtı, kurlar yükseldi. Sıcak paranın yeniden yolu gözlendi. IMF’in 2009 büyüme sonuçlarını açıkladığı ve 2010’a ilişkin öngörülerini içeren Dünya Ekonomik Görünüm Raporu (Nisan 2010), dünya ekonomisinin 2009’da yüzde 0,6 küçüldüğünü kesinleştirdi. 2008’de büyüme yüzde 3 olmuştu.
IMF, küresel krizin 2009 kısmında varlıklı Merkez ülkelerin yüzde 3,2 küçüldüğünü ortaya koyuyor. Krizin merkezi ABD yüzde 2,4, Avro alanı yüzde 4,1 ve Japonya yüzde 5,2 küçülmüş görünüyor. 2009’da yüzde 2,4 küçülen ABD’de enflasyon da yüzde 2,7’ye kadar çıktı. Daralma ile birlikte ABD’deki işsizlik alarm verici boyutta artarak yüzde 10’u buldu.
Neredeyse 5 milyona yakın çalışan işini kaybetti. Krizin görünürdeki nedeni olan konut piyasasında endeks 2009’da da düşmeye devam etti ve 2005’te 67 olan endeks 2009’da 15’e kadar geriledi. ABD’de yüzde 2,4’lük küçülme dış ticaret açığını da 381 milyar dolara kadar düşürdü. Krizi yatıştırmak için uygulanan devlet müdahaleleri, kurtarma operasyonları, yardım destekleri ile bütçe açığı da büyüdü ve ABD’nin bütçe açığı 2008’de 653 milyar dolar iken 2009’da 1,6 milyar dolara çıktı.
Böylece ABD’de bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 11,3 gibi yüksek bir orana erişti. Dünyanın en önemli bütçe ve cari açık veren devi ABD, eskisi kadar dışarıdan borçlanamadı ama borç stoku yine de 2009’da 13,5 trilyon doları buldu. IMF, 2009’da çevre-bağımlı (kimine göre yükselen) ülkelerde ise 2009’da büyümenin tempo kaybederek yüzde 2,4’e düştüğünü belirlemiş bulunuyor. Ama bunlarda da 2009’un küçülerek geçiren var, büyüyen alt bölgeler var.
Çevre Avrupa’da yüzde 3,7 küçülme, yine Rusya ve çevresinde yüzde 6,6 küçülme, Güney Amerika’da yüzde 1,8 küçülme yaşanırken Doğu Asya (Çin+Hindistan) yüzde 6,6, Orta Doğu yüzde 2,2, Sahra altı Afrika yüzde 2 büyüme yaşadılar. Bu panoramik turdan sonra, Türkiye’nin yer aldığı Avrupa’ya dönersek, durum şu:
Türkiye’nin en önemli dış partneri olan, ihracatının yarısından çoğunu gerçekleştirdiği Merkez Avrupa ülkeleri 2009’u yüzde 4,1 daralma ile kapadılar. Bunlar arasında, özellikle Almanya’nın yüzde 5 daralması Türkiye için çok önemliydi. İngiltere ve İtalya da benzer oranda daralmalar yaşadılar. Akdeniz çanağındaki ülkelerden Yunanistan yüzde 2, İspanya yüzde 3,6 küçüldü. 2008-2009 ortalamasını alıp sıraladığımızda ise en ciddi daralmaların İtalya, İsveç ve İngiltere’de olduğu; Almanya’nın da ortalama yüzde 2 küçüldüğü anlaşılıyor.
Türkiye’nin dahil olduğu Çevre Avrupa’da ise küçülme 2009’da yüzde 3,8 olarak gerçekleşti. Küçük Baltık ülkeleri iki rakamlı küçülürken Macaristan’da daralma yüzde 6,3’ü buldu. Romanya, Hırvatistan, Bulgaristan da önemli daralmalar gösterdiler. Türkiye’nin, bunlarınkine yakın bir küçülme yılı geçirdiği anlaşılıyor. Krizi en ucuz atlatan ise Polonya.