Roman (Yabancı)

Şimdi ve Burada; Mektuplar (2008-2011)

Okyanus aşırı ülkelerde yaşayan çağımızın iki büyük yazarı, Paul Auster ile J.M. Coetzee, yazışmalarından bir kitap yaptılar. Auster ve Coetzeenin iki yılı aşkın bir süre boyunca Amerika ile Avustralya arasında gidip gelen mektupları, sanattan siyasete, spordan savaşlara, ekonomiden insan ilişkilerine kadar iki yazarın pek çok konudaki duygularını, düşüncelerini, gözlemlerini ve çok ilginç saptamalarını içeriyor. Bu mektuplar ayrıca, sadece iki romancının düşünce dünyasını ve çağımıza tanıklıklarını değil, aralarındaki insan sıcağını da aktardığı için benzersiz. Sevgili Paul, Dostlukları, nasıl kurulduklarını bazılarının böylesine uzun, kimi zaman (yanlış bir tanımla) açığa vurulmamış bir biçimi olarak yorumlandıkları tutkusal bağlardan da daha uzun sürmelerinin nedenini düşünüyordum. Sevgili John, Bu, yıllar içinde uzun uzun düşündüğüm bir mesele. Dostluk hakkında tutarlı bir görüş geliştirebildiğimi söyleyemem, ama (kafamda bir düşünceler ve anılar girdabını tetikleyen) mektubuna cevap olarak, belki de şimdi bu görüşü geliştirmenin zamanıdır.

Projeyle ilgili açıklama

Yıllardır birbirlerinin kitaplarını okumalarına ve (Samuel Beckett’in 100. doğum yılı nedeniyle, Auster’ın Grove Press Yayınevi için hazırladığı dört ciltlik toplu yapıtların bir cildine önsöz yazmasını Coetzee’den rica ettiği) 2005’ten beri iletişim içinde olmalarına karşın, Auster’la romana ve denemeci eşi Sin Hustvedt’in Avustralya’daki Adelaide Edebiyat Festivali’ne katıldıkları 2008 Şubat ayına kadar bu iki yazar hiç karşılaşmadılar. New York’a döndükten kısa bir süre sonra Auster, Coetzee’den şöyle bir mektup aldı:

“Seni belki ilgilendirecek, belki de ilgilendirmeyecek bir önerim var. Grove’un yayımladığı Beckett’e yaptığımız katkılardan biraz daha özlü bir ortak çalışmaya ne dersin? Şimdiye kadar hiç kimseyle ortak bir çalışmam olmadı, ama bunu seninle yapmanın keyifli olacağını düşünüyorum, hatta Tanrı isterse birbirimize esin kaynağı bile olabiliriz.

Belirli bir konu önerim yok, ama bu fikri prensip olarak beğenirsen, senin birtakım öneriler getireceğine eminim. Ya da belki aklında veya bir çekmecenin dibinde zaten bir şeyler vardır.

Arada uzun mesafeler olduğu zaman, böyle bir işbirliği dostluğu pekiştirmeye yarar gibi geliyor.”

Öneri Auster’ın ilgisini çekti. Coetzee’ye yazdığı cevapta, ilgilendikleri her konuda ucu açık bir diyalog sürdürmelerini önerdi. “Aslında,”diye yazdı, “bu, aynı şehirde yaşıyor olsaydık, buluştuğumuz zaman konuşacağımız türden konular olmalı. Ama sadece sofra sohbeti değil de, daha güçlü, daha ses getiren bir şeyler.”

Coetzee de bu görüşü paylaşınca bu kitapta yer alan mektuplar yazılmaya başladı. İlk plan, projeyi iki yıl sürdürmekti; ama ikinci yılın sonuna gelirken yazışmaya bir yıl daha devam etmeyi kararlaştırdılar. Auster, “Bu işten büyük keyif aldığım için mektuplaşmayı kesme düşüncesi bana hüzün veriyor; bu iki yılın sonunda seni bir arkadaş, gerçek bir dost olarak gördüğüm için de iletişimi koparmayı hiç istemiyorum,” diye yazdı. Coetzee buna şöyle cevap verdi; “Tabii ki iki gerçek dostuz. İstersen kan kardeşi bile olabiliriz. Gelecek karşılaşmamızda, kanlarımızı karıştırma töreni yapabiliriz.”

Bu görüşlere uygun olarak, yazışmalar dostluk konusuyla başlıyor.

14-15 Temmuz 2008

Sevgili Paul,

Dostlukları, nasıl kurulduklarını, -bazılarının- böylesine uzun, kimi zaman (yanlış bir tanımla) açığa vurulmamış bir biçimi olarak yorumlandıkları tutkusal bağlardan da daha uzun sürmelerinin nedenini düşünüyordum. Sana bu konuda bir mektup yazıp dostlukların sosyal yaşamda nasıl da önemli oldukları, bizim için özellikle çocuklukta ne büyük anlam taşıdıkları halde bu konuda ne kadar az şey yazıldığından söz edecektim.

Sonra bunun gerçekten doğru olup olmadığım sordum kendime. Bunun üzerine mektup yazmaya başlamadan önce şöyle bir kontrol etmek için kütüphaneye gittim. Ve hayret ki ne hayret, bundan daha fazla yanılamazdım. Kütüphane kataloğundaki listede bu konuda yazılmış, çoğu da oldukça yeni tarihli çok sayıda kitap olduğunu gördüm. Ama işi bir adım daha ileriye götürüp bu kitaplara bir göz atınca, kendime olan saygımı bir bakıma yeniden kazandım. Haklıydım, en azından yarı yarıya haklı çıkmıştım; o kitaplardaki arkadaşlık, dostluk üzerine yazılmış yazıların çoğu ilginç değildi. Anlaşılan, dostluk bir ölçüde muamma niteliğini sürdürüyor; dostluğun önemli olduğunu biliyoruz, ama insanların neden dost oldukları ve neden dost kaldıkları hakkında ancak tahmin yürütebiliyoruz.

(Yazılmış olanların pek ilginç olmadıklarını söylerken ne demek istiyorum? Dostluğu aşkla kıyasla. Aşk hakkında söylenecek yüzlerce ilginç şey vardır. Örneğin, erkekler kendilerine annelerini anımsatan kadınlarla evlenirler, daha doğrusu annelerini hem hatırlatan hem de hatırlatmayan, hem anneleri olan hem de olmayan kadınlarla evlenirler. Doğru mu? Belki, belki de değil. İlginç mi? Kesinlikle. Şimdi gelelim dostluğa. Erkekler arkadaş diye kimi seçer? Aşağı yukarı kendi yaşlarında, örneğin kitap gibi benzer ilgi alanları olan başka erkekleri seçerler. Doğru mu? Belki. İlginç mi? Kesinlikle değil.)

Kütüphaneye gittikçe okuduğum yazılardan gerçekten ilginç bulduğum bazı gözlemlerin listesini yazıyorum.

Madde bir. Aristoteles insanın cansız nesnelerle arkadaş olamayacağını söyler. Olamaz tabii! Olabileceğini kim söylemiş? Ama yine de ilginç: İnsan modem dilbilimsel felsefenin nereden esinlendiğini bir anda kavrayıveriyor. Aristoteles, felsefi önermeler gibi görünen şeylerin aslında gramer kurallarından başka bir şey olmadığını iki bin dört yüz yıl önce gösteriyor. “Ben, X ile arkadaşım,” cümlesinde X’in canlıya ait bir isim olması gerektiğini söylüyor.

Madde iki. Charles Lamb, insanın görmek istemeyeceği dostları olabileceğini söylüyor. Doğru, üstelik ilginç; dostça duyguların erotik bağlılıklara benzemediğini söylemenin başka bir yolu da bu.

Madde üç. Arkadaşlar, en azından Batı’daki erkek arkadaşlar, birbirlerine besledikleri duygular hakkında konuşmazlar. Bunu sevgililerin boşboğazlığıyla kıyasla. Buraya kadar pek ilginç sayılmaz. Ama o dost ölünce, duyulan acı nasıl da dile getirilir: “Ne yazık, artık çok geç!” (Montaigne’in La Boetie, Milton’un Edward King’le ilgili sözleri) (Soru: Dostluk, çelişkilere yer vermeyen açık seçik bir duygu olduğu için o konuda konuşulmazken, aşk doğası gereği çelişkili ve kararsız bir duygu olduğu için mi hakkında bu kadar çok konuşulur?

– Shakespeare, Soneler.

Son olarak, Ford Madox Ford’un Parade’s End (Geçit Töreninin Sonu) adlı yapıtında Christopher Tietjens’in bir sözü: “İnsan bir kadınla konuşabilmek için onunla yatar. Anlamı: İnsanın bir kadını kendisine metres yapması sadece birinci aşamadır; önemli olan ikinci aşama, yani onunla arkadaş olmaktır; yatmadığın bir kadınla arkadaş olmak pratikte olanaksızdır, çünkü aranızda dile getirilmemiş çok şey vardır.

Eğer dostluk hakkında ilginç bir şey söylemek gerçekten bu kadar zorsa, bir başka kavram olurluluk kazanıyor: Hiçbir zaman göründükleri gibi olmayan aşk ve politikanın aksine, dostluk olduğu gibi görünür. Dostluk saydamdır.

Dostluk hakkındaki en ilginç görüşler antik dünyadan geliyor. Neden öyle? Çünkü antik çağlarda insanlar felsefi görüşü doğası gereği kuşkucu olmak zorunda görmüyorlardı, o yüzden de dostluğun göründüğünden başka bir şey olması gerektiğini düşünmüyorlar ya da tam tersine dostluk olduğu gibi görünüyorsa o zaman felsefeye uygun bir konu olamaz, sonucuna varıyorlardı.

En iyi dileklerle,

John

Brooklyn 29 Temmuz 2008

Sevgili John,

Bu, yıllar içinde uzun uzun düşündüğüm bir mesele. Dostluk hakkında tutarlı bir görüş geliştirebildiğimi söyleyemem, ama (kafamda bir düşünceler ve anılar girdabını tetikleyen) mektubuna cevap olarak, belki de şimdi bu görüşü geliştirmenin zamanıdır.

İlk başta, düşüncelerimi erkeklerin arkadaşlığıyla, erkekler arasındaki dostlukla, erkek çocuklar arasındaki arkadaşlıkla sınırlayacağım.

Evet, (senin deyiminle) çelişkili duygular taşımayan, saydam dostluklar vardır; ama kendi deneyimlerimde bunun çok örneğini görmedim. Bu da yine senin bir başka deyiminle bağlantılı olabilir: suskunluk. Erkek arkadaşların (en azından Batı’da) “birbirlerine besledikleri duygular hakkında konuşmama eğiliminde oldukları” görüşünde haklısın. Ben bunu bir adım ileriye götürüp şunu ekleyeceğim: Erkekler duygularından söz etmemek eğilimindedirler, nokta. Ve eğer arkadaşının duygularının nasıl ya da ne veya niçin olduğunu bilmezsen, arkadaşını tanıdığını gerçekten söyleyebilir misin? Yine de dostluklar, bu bilmeyişin belirsiz alanında, çoğu kez onlarca yıl sürer.

Romanlarımın en az üçü doğrudan erkeklerin dostluğunu anlatır, bir anlamda erkeklerin arkadaşlığı hakkındaki öykülerdir -“Kilidi Oda”, Leviathan, Kehanet Gecesi- ve her birinde de arkadaşlar arasındaki bilinmezliğin bu tarafsız bölgesi, dramların oynandığı sahne olur.

Yaşamdan bir örnek. Son yirmi beş yıldır en yakın dostlarımdan biri -belki de yetişkinlik dönemimin en yakın erkek arkadaşı- tanıdıklarım arasında en az konuşkanlardan biri oldu. Benden (on bir yaş) büyük; ama pek çok ortak noktamız var: İkimiz de yazarız, ikimiz de aptalcasına spor delisiyiz, ikimiz de olağanüstü kadınlarla evliliklerimizi uzun zamandır sürdürüyoruz; en önemlisi ve tanımlaması en zor olanı da, kişinin erkeklik ahlakını nasıl yalaması gerektiği konusunda dile getirilmemiş, ama paylaştığımız ortak bir duygu olması. Yine de, bu adamı çok sevmeme, dara düştüğünde onun için her türlü özveriye hazır olmama karşın, konuşmalarımızın neredeyse tümü havadan sudan, tatsız, son derece sıradandır. Bir yabancının anlayamayacağı bir tür steno gibi kısa homurdanmalarla anlaşırız. İşimize (ikimizin yaşamında da itici güç olan mesleğimize) gelince; bunun sözünü nadiren açarız.

Bu adamın duygularını nasıl gizlediğine örnek olarak bir anekdot anlatayım. Birkaç yıl önce yeni romanının ön baskısı yapılacaktı. Romanı okumak için sabırsızlandığımı söyledim (bazen birbirimize tamamlanmış müsveddeleri göndeririz, bazen de ön baskıları bekleriz), o da çok yakında ön baskının elime geçeceğini bildirdi. Kitap ertesi hafta postayla geldi, paketi açtım, kitabın sayfalarını şöyle bir karıştırdım ve kitabın bana ithaf edilmiş olduğunu gördüm. Tabii çok etkilendim, gerçekten çok duygulandım, ama asıl önemli olan, arkadaşımın bu konuda tek söz etmemiş olmasıydı. En ufak bir imada bulunmamış, bunu yapacağını belli edecek en ufak bir şey yapmamıştı, hiçbir şey.

Ne söylemeye çalışıyorum? Bu adamı tanıdığımı ve de tanımadığımı söylemek istiyorum. Bu bilinmezliğe rağmen onun dostum olduğunu, en yakın arkadaşım olduğunu söylemek istiyorum. Bu adam yarın gidip banka soysa beynimden vurulmuşa dönerim. Öte yandan, karısını aldattığını, bir yerlerdeki bir apartman dairesine saklanmış genç bir metresi olduğunu öğrensem, hayal kırıklığına uğrarım, ama şaşırmam. Her şey olabilir ve erkeklerin en yakın arkadaşlarından bile gizledikleri sırları…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Robinson Crusoe

Editor

Gördüğüne Asla İnanma

Editor

Heidi

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası