Roman (Yabancı)

Yağmur Kral

“Bir roman, birkaç doğru izlenim ve bundan çok daha fazla yanlış izlenim arasında dengelenmiştir, ki biz buna hayat diyoruz.”
Saul Bellow

Yağmur Kral, Afrika’ya seyahate çıkan, mutsuz milyoner Eugene Henderson’ın çarpıcı hikâyesini anlatıyor. Orta yaş krizini atlatmaya çalışan Henderson, para, konum ve büyük bir aileye sahip, 55 yaşında efsanevi bir adamdır.
Kaderinde doktor olmanın yazılı olduğuna inanan Henderson, hayatının eksiklerle dolu olduğunu düşünerek gittiği Afrika’da bambaşka bir maceraya atılır. Henderson’ın gücü, harika başarıları ve dizginlenemeyen hayat tutkusu, ona kabilenin hayranlığını kazandırır ve kabilenin Yağmur Kralı olur.
Bu komik ve eğlenceli romanda Bellow, hiç gitmediği Afrika’nın bütün zengin renklerini ve egzotik geleneklerini uyandırıyor. Yağmur Kral bir adamı hayata bağlayan güçlere derin bir bakış.
“Bellow’un eğlence dolu anlatısı ve dilinin olağandışı yaratıcılığıyla vahşice ve çılgın bir rüya gerçekleştirilmiş.”

CHICAGO TRIBUNE

I

Afrika’ya bu yolculuğu neden yaptım? Bunun kolay bir açıklaması yok. ister kötüleşti, kötüleşti, kötüleşti ve bir sûre sonra içinden çıkılamayacak hale geldi.

Bileti aldığımda elli beş yaşındaydım, bu yaşta ne durumda olduğumu düşündüğümde, aklıma kederden başka bir şey gelmiyor. Olaylar kafama üşüşüyor, bir süre sonra göğsüm sıkışıyor Yüzümü ateş basıyor  annem, babam, karılarım, kızlarım, çocuklarım, çiftliğim, hayvanlarım, alışkanlıklarım, param, müzik derslerim, sarhoşluğum, önyargılarım, kabalığım, dişlerim, yüzüm, ruhum! “Hayır, hayır gidin başımdan, lanet olsun, beni yalnız bırakın!” diye haykırmak istiyorum. Ama beni nasıl yalnız bıraksınlar ki? Onlar bana ait. Onlar benim. Her yerden üstüme gelip içime yığılıyorlar. Her şey bir keşmekeşe dönüşüyor.

Ne var ki, bunca güçlü, bunca zalim olduğunu düşündüğüm dünya, gazabını üzerimden kaldırdı. Ama sizlere anlamlı bir şeyler anlatıp neden Afrika’ya gittiğimi açıklayacaksam önce doğrularla yüzleşmeliyim. En iyisi paradan başlamak. Zenginim. Benim ihtiyardan vergileri düştükten sonra üç milyon dolar miras kaldı, ama kendimi serseri olarak görüyordum ve haklı nedenlerim vardı, başlıca neden de serseri gibi davranmamdı. Yine de tek basımayken sık sık kitaplara bakar, bana yardım edecek kelimeler arardım, günün birinde şunları okudum; “Günahların affı bitmeyen bir süreçtir; doğruluk bir önkoşul değildir.” Beni o denli etkiledi ki, bu sözü kendi kendime tekrar edip durdum. Ama sonra hangi kitapla olduğunu unuttum. Babamın bana bıraktığı, bazılarını kendisinin yazdığı binlerce kitaptan birindeydi. Onlarca kitap karıştırdım, ama paradan başka bir şey bulamadım; babam kitap ayracı olarak kâğıt para kullanırdı o sırada üstünde ne varsa beşlikler, onluklar, yirmilikler. Bazıları otuz yıl önce tedavülden kalkan, arkası sarı büyük banknotlardı. Eski günlerin hatırına onları gördüğüme sevindim; çocukları içeri sokmamak için kütüphanenin kapısını kapattıktan sonra, bütün günü bir merdivenin basamaklarında kitapları karıştırarak geçirdim, paralar yere yığıldı. Ama affetmeye ilişkin o cümleyi bulamadım Sırayla gidelim: en iyi üniversitelerin birinden mezun oldum

okul arkadaşlarımı utandırmamak için adını vermeyeceğim. Babamın oğlu olmasaydım, bir Henderson olmasaydım beni okuldan atarlardı. Doğduğumda altı buçuk kiloymuşum, zor bir doğum olmuş. Sonra büyüdüm. Yüz yirmi beş kilo çeken bir doksan boy. Koca bir kafa, İran kuzularının postu gibi karmakarışık saçlar. Genellikle kısık bakan kuşkucu gözler. Yaygaracı bir kişilik. İri bir burun. Üç çocuktan sadece ben hayatla kaldım. Babam beni affetmek için gönlündeki bütün merhamet duygusunu tüketti, ama sanırım hiçbir zaman lam başarılı olamadı. Evlenme çağım geldiğinde onu memnun etmek istedim ve kendi sosyal statümde bir kız seçtim. Olağanüstü bir insan, güzel, uzun boylu, zarif, atletik, kollan uzun, saçları san, mesafeli, doğurgan ve sessiz. Şizofrenik olduğunu eklersem ailesinden kimse sesini çıkarmayacaktır, çünkü gerçekten öyleydi. Beni de kaçık bulurlar, haklan da yok değil  kasvetli, kaba, gaddar, muhtemelen de deliyim. Çocukların yaşlarına gelince, yirmi yıl kadar evli kaldık. Edward, Alice, Ricey, iki tane daha

ah, ne çok çocuğum var. Allah hepsinden razı olsun.

Kendi bildiğimce çok çalıştım. Büyük acılar çekmek emek ister, genellikle öğle yemeğinden önce sarhoş olmayı başarıyordum. Harpten döndükten kısa sûre sonra (sıcak çatışma ya girmek için fazla yaslıydım, ama kimse beni tutamazdı; Washington’a kadar gidip savaşa katılmak için insanları tehdit ettim) Frances’tan boşandım. Zaferin ilanından hemen sonra. Yoksa daha geç miydi? Hayır. 1948 olmalı. Her neyse, Frances simdi İsviçre’de, çocuklarımızdan biri de onun yanında Bu gocuğu neden isledi bilmiyorum, ama çocuğu var ve bu iyi bir şey. Saadetler diliyorum.

Boşanmak bana çok iyi geldi. Hayata yeniden başlama fırsau verdi. Yeni karımı çoktan seçmiştim bile, kısa bir sure sonra evlendik İkinci karımın adı Lily (kızlık soyadı Simmons). ikiz oğullarımız var

Yine yüzümü ateş bastı  Lily’e çok eziyet ettim, Frances’tan daha çok. Frances çekingendi, bu da onu korunaklı kılıyordu ama Lily tuzağıma düştü. Belki de daha iyi yaşamak beni Frances’tan uzaklaştırdı, kötü yaşamaya alışmıştım Sevmediği bir şey yaptığımda, ki bu pek sık olurdu, kabuğuna çekilirdi. Shelley’nin mehlahı gibiydi, tek başına dolaşırdı. Lily öyle değildi, ben de herkesin önünde ona bağırmaya, yalnız kaldığımızda küfretmeye başladım. Çiftliğin yakınındaki barlar da kavgalar ellim, askerler beni hapse attı Hepiniz birden gelin dedim, eyalette önemli biri olmasaydım tanıma okuyabilirlerdi Lily geldi ve kefaletimi ödedi. Sonra domuzlarımdan biri için bir veterinerle dalaştım, bir keresinde de US 7’de, beni yoldan atmaya çalışan bir kar temizleme aracının şoförüyle Sonra iki yıl kadar önce sarhoş halde traktörden düştüm, aracın altında kaldım ve ayağımı kırdım. Aylarca koltuk değneğiyim dolaştım, insan ya da hayvan, ünüme çıkan herkese değneğimle vurdum, Lily’e cehennem azabı yaşattım. Bir futbolcu kadar cüsseliydim, küfreder, bağırıp çağırır, dişlerimi gösterip kafamı sallardım  kimsenin yoluma çıkmamasına şaşmamalı. Ama hepsi bu kadar değil.

Lily, sözgelimi, bayan arkadaşlarını ağırlıyor, pislik içindeki alçılı bacağımla, kalın çoraplarımla içeri giriyorum; üstümde Frances boşanmak istediğinde bu haberi kutlamak için Paris’te Suikas’tan aldığım kırmızı kadife bornoz var. Kafamda kırmızı yün avcı beresi. Burnumu ve bıyığımı elimle Sildikten sonra ko nukların elini sıkıyor, “Ben Bay Henderson, nasılsınız,” diyorum. Sonra Lily’nin yanına gidiyor, o da konuklardan biriymiş bir yabancıymış gibi onun da elini sıkıyorum, “Nasılsınız?” diyorum. Bayanların kendi kendilerine “Onu tanımadı. Kafasında hâlâ ilk evliliği var. Ne korkunç, değil mi?” dediklerini hayal ediyorum. Bu hayalî bağlılık onları heyecanlandırıyor.

Ama yanılıyorlar. Lily’nin de bildiği gibi bunu bilerek yapıyorum ve yalnız kaldığımızda bana bağırıyor, “Gene, ne demek istiyorsun? Ne yapmaya çalışıyorsun?”

Örgülü kırmızı kuşağını belime sıkıca sardığım kadife bornozla karsısına dikiliyorum, ayak şekli verilmiş alçıyı yere sürterek kafamı sallıyor ve “Tüh, tüh, tüh! diyorum.

Çünkü bu hantal, Allahın cezası alçıyla hastaneden eve getirildiğimde, telefonda şunları söylediğini işitmiştim; “Bir kaza daha. Bunu hep yapıyor, ama öyle güçlü ki. Onu öldürmek imkânsız.” Onu öldürmek imkânsız! Beğendiniz mi? Benim çok ağırıma gitti.

Belki de Lily şaka yapıyordu. Telefonda şaka yapmaya bayılır, iri yarı, hayat dolu bir kadındır. Şirin bir yüzü var. karakteri de bu yüze uyuyor. Çok güzel günlerimiz de oldu. Düşünüyorum da, en güzel günlerimizin bir kısmını hamileliğinin ilerlediği günlerde geçirdik. Uyumadan önce, gergin karnındaki çizgileri yok etmek için bebek losyonu sürerdim. Meme uçları pembeden parlak kahverengiye dönüşmüştü, çocuklar içerde hareket enikçe karnının yuvarlağı şekil değiştirirdi.

iri, kalın parmaklarım zarar vermesin diye hafifçe ve azami dikkatle sürerdim losyonu. Sonra, ışığı söndürmeden önce parmaklarımı saçıma silerdim, Lily’le öpüşüp birbirimize iyi geceler diler, bebek losyonunun kokusuyla sarmalanıp uyurduk.

Ama sonra yine savaşmaya başladık, öldürülmemin imkânsız olduğunu duyduğumda, öyle olmadığını bildiğim halde, bu sözleri düşmanca yorumladım. Hayır, konukların önünde ona yabancı gibi davrandım çünkü onun evin hanımı havalarına girmesinden hoşlanmamış ti m; çünkü, bu ünlü malikanenin ve ismin tek varisi olan ben, bir serseriyim, o da bir hanımefendi değil, benim karım yalnızca  yalnızca karım.

Kışın daha da kötüleşiyordum, Lily körfezde, sahil kenarında, balık da tutabileceğim bir otele gitmemize karar verdi. Düşünceli bir dost, ikizlere kontrplaktan kesilmiş birer sapan vermişti, valizimi boşaltırken bunlardan birini buldum ve atışlara başladım. Balık tutmayı bıraktım, sahilde oturup şişelere nisan aldım. İnsanlar. “Şu koca burunlu, bıyıklı, iri kıyım adamı görüyor musun? Büyük büyük babası Dışişleri Bakanıydı, büyük amcaları İngiltere ve Fransa büyükelçileriydi, babası Albigensian’lar üzerine o kitabı yazan, William James ve Henry Adams’ın dostu, ünlü akademisyen Willard Henderson.” desinler diye. Demiyorlar mıydı? Kesinlikle diyorlardı. Şeker yüzlü, endişeli ikimi karımla ve ikiz oğullarımızla birlikte a yazlıktaydım. Sabah kahveme mutfakta büyük bir şişeden bourbon koyuyor, sahilde şişeleri kırıyordum. Konuklar şişe kırıklarını müdüre şikâyet edince müdür Lily’e meseleyi açtı. benimle görüşmeye cesaret edemiyorlardı. Nezih bir kurum. Yahudileri kabul etmiyorlar ve karşılarına ben. E. H. Henderson çıkıyorum Diğer çocuklar bizim ikizlerle oynamayı kesti, eşleri da Lily’le görüşmeyi.

Lily bana akıl vermeye çalıştı. Süitimizde dinleniyorduk, üstümde mayom vardı, sapanla, kırık şişelerle ve diğer konuklara karşı tavrımla ilgili bir tartışma başlattı. Lily çok zeki bir kadındır Azarlamaz, ahlak dersi verir; bunu çok ciddiye alır, söze başlarken yüzü bembeyaz kesilir ve soluk soluğa konuşur. Benden korktuğundan değil, böyle zamanlarda krize girdiği için.

Benimle tartışmaktan sonuç alamayınca ağlamaya başladı, gözyaşlarını görünce kafam altı ve ona bağırdım. “Beynimi dağıtacağım! Kendimi vuracağım! Tabancayı doldurmayı unuttum sanma. Şu anda üstümde.”

“Ah, Gene!” diye haykırdı, elleriyle yüzünü kapatıp kaçtı. Nedenini anlatacağım.

II

Çünkü babası böyle intihar etmişti, bir tabancayla.

Lily’le aramızdaki bağlardan biri. ikimizin de dişlerimizden çok çekmiş olmamız. O benden yirmi yaş küçük, ama ikimizde de köprü var. Benimkiler kenarlarda, onunkiler önde. Dört üst kesici diş. Epey önce olmuş, lisede, hayran olduğu babasıyla golf oynarken. Zavallı ihtiyar o gün çok içmiş, golf oynayamayacak kadar sarhoşmuş. Kızına bakmadan, onu uyarmadan, ilk tepeden atışım yapmış ve sopayı arkaya sallarken kızının ağzına bir darbe indirmiş. Sıcak bir haziran gününde o lanet golf sahasını, su tesisatı malzemeleri işindeki o sarhoşu, on beş yaşında ağzı kan içinde kalan kızını düşünmek beni hep kahretmiştir. Kahrolsun bu zayıf sarhoşlar! Kahrolsun ayakta duramayan erkekler! Bir hata yaptılar mı ne kadar üzgün olduklarını göstermek için kendilerini oradan oraya atan bu maskaralardan nefret ediyorum. Ama Lily babasının aleyhinde tek kelime duymak istemiyordu ve kendinden çok onun için ağladı. Fotoğrafını cüzdanında taşır.

İhtiyarla hiç karşılaşmadık. Lily’le tanıştığımızda ön ya da on iki yıl önce ölmüştü. Babasının ölümünden kısa süre sonra Lily Baltimore’mi tanınmış şahsiyetlerinden olduğu söylenen bir adamla evlenmiş  şimdi düşünüyorum da, adamın ta…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Aşk Kırıkları

Editor

İstanbul Son Perde

Editor

Ezilmiş ve Aşağılanmışlar

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası