Yağmurcuk Kuşu ve Yaşar Kemal
Yağmurcuk Kuşu Yaşar Kemal’in hayatının ve romancılığının son dönemlerinde
yazmış olduğu bir romanıdır. Yazarın Yağmurcuk Kuşu romanı ile Kale kapısı adlı
romanı yazarın aile biyografisi açısından da önem kazanan bir roman serisi
olmaktadır. Kimsecik adı verilen bu roman serisininin ilki Yağmurcuk Kuşu,
İkincisi ise Kale Kapısı adlı romanı olmaktadır.
Yağmurcuk Kuşu ve Kale Kapısı adlı romanları Yaşar Kemal’in kendisinin
ve ailesinin yarı otobiyografik romanları olmaktadır. Yağmurcuk Kuşu adlı roman tıpkı Yaşar Kemal’in
ailesi gibi I. Dünya Savaşı sırasında kan davası nedeni Van’dan Adana’ya kadar
gelen bir ailenin yollarda çektikleri sıkıntılar ve Hemite köyüne yerleşmeleri
ve aynı ailenin Hemite köyünde iken yaşadıkları anlatılmaktadır. Zatten Yağmur
Kuşu adlı roman da anlatılanlar da bunlar olmaktadır.
Yaşar Kemal’in ailesi Van Gölü’ne yakın Ernis (bugün Günseli) köyünden Birinci
Dünya Savaşı’nda kan davası ve Rus
işgali yüzünden köyden göçmüş, büyük
sıkıntılarla geçen bir yolculuktan sonra Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı
Hemite ( Gökçedam) köyüne yerleşmişlerdir. Yaşar Kemal’in annesi Nigâr Hanım babası
ise Kürt asıllı Sadık Efendi’dir. Nitekim Yaşar Kemal daha beş yaşında iken babasının kan davası nedeni
ile camide öldürülüşüne tanık olacak ve
çok küçük yaşta da yetim kalacaktır. ( Bkz Yaşar
Kemal’in Hayatı ve Roman Sanatı )
Yaşar Kemal’in amcasının oğlu da eşkıyalık yapmış 1987 yılındaki bir söyleşisinde, “çocukluğunun
eşkıyalığın içinde geçtiğini, dayısının “en büyük”
eşkıyalardan biri olduğunu, o çevrede 1936’lara kadar beş yüze yakın eşkıya
bulunduğunu ve bunlardan birinin de Kurtuluş Savaşı’nda Kadiri’yi ilk
örgütleyenlerden olan Karamüftüoğlu ailesinden ünlü Remzi Bey olduğunu” anlatmıştır.
( Bkz Yaşar
Kemal’in Hayatı ve Roman Sanatı )
Bu söyleşisi iYaşar Kemal’in romanlarında özellikle İnce
Memed serisinde olduğu gibi eşkıyalık konusunun neden bu kadar ele
alındığının da cevabını oluşturur.
Roman, Türk askeri hakkında kullanılan aşağılayıcı sözlerle de dikkati
çeker. Yazarın Türk askerleri hakkında “bit artığı”, “yezidi
katledicisi”, “alevi katledicisi”, “kılıç artığı” gibi
ifadeler kullanmış olması çok manidardır. Van’dan Adana’ya yapılan göç öç esnasında
Süryanilerin Türk askerleri tarafından katledilmesine şahit olunması ise güzergâh
açısından gerçeğe uymayan bir çelişkiyi de taşır. Bu konunun Yaşar
Kemal’in Fırat
Suyu Kan Akıyor Baksana adlı
romanında da ele alınması yazarın özellikle bir yerleri kaışıyor olmaya
çabalaması ile alakalı olmaktadır. Kürtlerin, Yezidileri ve Süryanileri katletmesi, askerlerin de ırzlarına geçip yağmalaması gibi detaylar
romana özellikle konulmuş aşağılayıcı ve kasıtlı bölümler olmaktadır.
Roman, teknik yönden de dağınık, plan ve vaka sıralaması açılarından
pek de başarılı ilintilere sahip değildir. Romanın
anlatımında uzun ve devrik cümleler kullanılmıştır.
Ayrıca romandaki pek çok cümle anlatım bakımından sorunlu ve bozuktur. Buna rağmen
roman başarılı betimlemeleri ve sade dili ile de dikkati çeker. “ Günbatıda
aladağ yatmış uzanmış, ala karlıydı, bir uçtan bir uca gerilmiş, sallanan
dumanların ardında. Çoğu zaman koyu yağmur bulutları dönerek onun üstünden
yayılıyordu Çukurova’nın göğüne, bütün öteki dağların üstünden geçerek… Birden
ortalık karardı. Serin yağmur yeli tozları kaldırarak esti. Aladağdan Düldül
dağına kadar bir ay gibi ovayı çevirmiş dağların üstünde arka arkaya şimşekler
çaktı. Şimşekler durmadan sağılıyordu dağların üstüne. Dağlar baştan sona ışığa
batıp çıkıyorlardı.”( sf. 322 – 323)
Yağmurcuk Kuşu, ilk kez 1980 yılında yayımlanmış, sonrasında da birkaç baskı
daha görmüştür. I. Dünya Savaşı sıralarında
Van’dan Adana’ya göçen bir ailenin dramını anlatan bu romanda sevgi, korku,
kıskançlık temaları da karşımıza çıkmaktadır. “Roman katliamların nedenleri
ile sonuçları arasındaki ürpertici ilişkiyi açığa çıkarırken, bir yanıyla da
bir köy çocuğunun masum ve cesur dünyasının nasıl belirdiğini ortaya koyar.”( Yağmurcuk
Kuşu – Kimsecik 1, Tanıtım Bülteninden)
Romanın Özeti
Kimsecik I
I.Dünya Savaşı sırasında Türk Askerleri ile Ruslar arasında Kafkas cephesi
harpleri yaşanmaktadır. Osmanlı Askerlerini Ruslar ‘dan ziyade bitler ısırıp katlederden İsmail Ağa,
annesini ve karısını alarak Van’dan göçer. Aile yola çıkar. Kan davası ve Rus
işgali nedeni ile Van’dan göçmek zorunda kalan İsmail Ağa karısı Zero’yu da
yanına alarak yola çıkar. İsmail Ağa, bir periye âşık olan hafif çatlak olduğu
anlaşılan kardeşini de Van’da bırakmak zorunda kalmıştır. İsmail Ağa, annesini
sırtında taşımak zorundadır. Çünkü annesi çok yaşlıdır. İsmail Ağa’nın bir müddet sonra parası da
biter. Fakat Zero’nun eşkıya abisi bir
soygunda elde ettiği çok değerli bir kemeri düğünde Zero’ya hediye etmiştir. İsmail
Ağa mecburiyetten bu kemeri satmak zorunda kalarak yolları üzerinde denk gelen
Haşmet Ağa denilen bir adama bu kemeri satar. Haşmet Ağa yanındaki tüm parayı
vererek bu kemeri satın alır. Üstelik Haşmet Ağa onlara Adana’da bir
arkadaşının adını vererek onun yanına gitmelerini tavsiye eder. O size
istediğiniz evi temin eder diyerek de tembih eder.
Aile göç yolu boyunca sıkıntılarla ilerlerken yol üstünde ölmek üzere
olan bir çocuk bulurlar. Bu çocuğun her yeri kurt içindedir ve leş gibi
kokmaktadır. İsmail’in annesi ilaç yapıp bu çocuğu iyileştir ve çocuğu da yanlarına
alırlar. İsmail Ağa yolda ölmek üzere olan bu çocuğu kendisine evlat edinir. İsmail
Ağa’nın anası bu çocuğu iyileştir ama yaşlı kadın yolda çekilen sıkıntılara
dayanamayarak ölür. Ölürken de oğluna birkaç nasihat verir. Bu öğüt, hiç bir
Ermeni’nin evine oturma, Zero yu boşama şeklindedir.
Aile en sonunda Adana’ya gelir. Adana ‘da Haşmet Ağa’nın tembihlediği
ahbabını bulurlar. O adam onlara şehir içinde ve Ermenilerin tehciri nedeniyle boşaltılan
konaklardan birini kalmaları için gösterir. Ama İsmail Ağa, annesinin öğütlerine göre
hareket ederek Ermenilerden kalan bu eve bedava olduğu halde yerleşmek istemez.
Bunun üzerine o adam böylesi güzel bir evi beğenmedikleri için sinirlenip yılanlar,
çıyanlar, otlar ve hastalıklara dolu Hemite köyüne gönderi verir. İsmail Ağa,
bu köyü sever ve bu köyde kalmaya karar verir.
Aile bu köyde kendisine bir yer yurt yapıp geçimlerini de sağlamaya
başlamıştır. Bu sırada üvey evlat Salman’da kendisine çok sahip çıkan İsmail
Ağa’yı çok sevmektedir. İsmail Ağa’nın yıllardır çocuğu olmamakta, bu nedenle
de Salman’a öz oğlu gibi bakmaktadır.
Kemerden dolayı İsmail Ağa’nın parası da vardır ama köyde sıtma ve veba
salgını vardır. Ama İsmail Ağa, bir müddet sonra Haşmet Ağa ile ortak olup
çok önemli paralar kazanır. Haşmet Ağa, İstanbul’a, Adana’ya, Mersin’e sığır,
koyun, tosun, at sevk etmektedir ve bu işlerini İsmail Ağa idare etmeye
başlamıştır.
Haşmet Ağa da ölünce tüm servet ona kalır. Lakin İsmail Ağa’nın Zero’dan
bir oğlu dünyaya gelir. İsmail Ağa bu çocuğa Mustafa adını verir. Fakat ailenin üvey evladı olan Salman, yeni
doğan çocuğu kıskanmaktadır. Mustafa doğunca kendisi de kıymetten düşmüş olur. Fakat
Salman, bir hayli de hırçın bir çocuktur.
İsmail Ağa’nın gözden düşen üvey oğlu Salman, İsmail Ağa’yı haddinden
çok sevmekte, Mustafa’yı sevdiğinin binde biri beni sev dünyalar benim olur
demektedir. Salman, üvey babasının kendisine ilgisiz kalması ve Mustafa’yı
kıskanması nedeni ile bunalıma girmiştir. Köyde Dal Emine adında bir kız da
İsmail Ağa’ya aşık olmuş, eşi Zero bile İsmail Ağa’ya o kadını alması için rıza
bile göstermiştir. Fakat İsmail Ağa, annesine verdiği söz ve karıısna duyduğu
saygı nedeni ile Dal Emine’yi almaz. Ama bir müddet sonra Salman Dal Emine ile
birlikte olur. En sonunda babasının başkaları tarafından öldürülmesi korkusuna
dayanamayan Salman babasını kendi elleriyle öldürür.