İtalya’nın en büyük Müslüman kültürü uzmanlarından biri olan Vincenzo, İslam’ın ilk yıllarını akıcı bir romanla okura sunuyor. Yazarın söylediği gibi “Batı romanının akıcılığını ve Doğu bilgeliğinin içeriğini haiz” bu eser Hz. Muhammed(sav)‘in hayatından bir kesiti, vahiy katiblerinden Zeyd Bin Sâbit’in gözünden anlatıyor.
Yesrib’de Bahar, okuru Zeyd’in rehberliğinde; İslam’ın ilk yıllarına, Medine’ye doğru bir yolculuğa çıkarıyor…
Hikayenin başında sekiz yaşında olan Zeyd, daha 12 yaşında iken vahiy katibi olur. Kur’an’ın en önde gelen koruyucularından ve yorumcularından biri olan bu çocuk, aklı ve hafızasıyla küçük yaşlarından itibaren herkesin hayranlığını kazanır. Kur’an’ın kitap haline gelmesi ve değişmeden çoğalmasında Zeyd’in rolü oldukça büyüktür.
“O gece Zeyd, hayatındaki en mucizevi deneyimi yaşadı. Zeyd’in, her bir heceyi her bir vurguyu hafızasına kazıyabilmesi için Cebrail okuyor ve Hz. Muhammed(sav) tekrarlıyordu. Karanlık, yerini güneşin ilk ışıklarına terk edinceye kadar devam ettiler.”
***
ÖNSÖZ
Uzunca bir süredir İslam dininin kökeni üzerine, batı romanının akıcılığına ve doğu bilgeliğinin içeriğini haiz bir hikaye yazmak istiyordum. Bana esin verecek edebi modeller aradım durdum. Ancak ya şansım yaver gitmedi ya da gerektiği kadar araştırma yapamadım. Bununla birlikte, bana ipuçları sağlayan dini ve edebi bir sürü sarsıcı kaynak buldum. Bu hikayenin sizlere birkaç zevkli saat armağan edeceğini umuyorum. Eğer sonunda Doğu ve Batı birbirine biraz daha yakınlaşırsa ve daha iyi tanıma arzusu, kuşkuyu ve korkuyu biraz da olsa bastırırsa, kendimi tüm çabalarımın karşılığını görmüş addedeceğim.
Bu kitapta İslam dininin gelişimi, hikayenin başlangıcında yaklaşık sekiz yaşında olan bir çocuğun, Sabit’in oğlu Zeyd’in gözlemlerinden aktarılmaktadır. Hakkında bilinenler çok kısıtlı olmakla birlikte, Zeyd tarihi bir kişiliktir. Ergenlikten yetişkinliğe geçişi, kendisinin en önde gelen koruyucularından ve yorumcularından birisi olacağı Kur’an’ın, yani, “Allah’ın Kelamı’nın, vahy edilişine paralel bir biçimde gelişir; nitekim, o ana kadar yalnızca sözlü olarak aktarılan Kur’an’ın, vahiy katiplerinin tutmuş oldukları kayıtlardan hareketle, bir kitap halinde derlenmiş olan bugünkü şeklinin ilk kopyasını Zeyd’e borçluyuz.
Öksüz olan Zeyd ve kardeşi Yezid, tarihin olağanüstü anlarından birinde, bütün dünyaya yayılacak olan yeni bir dinin çölde yeşerdiği zaman diliminde yaşadılar. Hikayede, bedeviler, Hıristiyan keşişler, Arap Musevileri, putperest ya da İbrahim’in yandaşı olmuş Araplardan vahalarında yaşamaya gelen Allah’ın Peygamberi Hz. Muhammed(sav)‘e kadar bir sürü kişilikle karşılaşırlar. Muhammed, Arapçada “Övülen” anlamına gelir. Her bir bölümde verilen kaligrafiler ise İslam geleneğince Allah’ın “en güzel isimleri” olarak kabul edilen ve İsm-i Azam (En yüce isim) olarak telakki edilen Allah ismi ile birlikte, varlığın bütünlüğünün sembolü olan yüz sayısına varan, doksan dokuz isminin bazılarını temsil etmektedir.
Kitap, başlıca kaynak olarak Hz. Muhammedi(sav)‘in biyografilerine dayanmakla birlikte bunları, orijinal bir hikayenin akışına monte eden bir özellik arz etmektedir. Bu akış İslam tarihinin genel içeriğine sadık kalırken, bir yandan da bireysel kişilikler ve olaylar çerçevesinde serbestçe dolanmaktadır. Kitabın sonundaki kaynakça bölümünde, bu kitabı tarihî romandan ayıran çizgiye ve kaynaklar ile ilgili ayrıntılı bilgilere ilişkin notlara da yer verilmiştir.
ROMANDAKİ KİŞİLER
Zeyd Sâbit’in oğlu
Yezid Zeyd’in erkek kardeşi
Nevvâr Zeyd ve Yezid’in annesi
Bureyde Eslem kabilesinin reisi
İshak Musevi Benî Kaynuka kabilesinin hahamı Hüseyin’in erkek kardeşi
Zarife Menat Tapınağı’nın rahibesi
Abdullah ibn Ubey Yesrib hükümdarlığına aday ve Hazrec reislerinden biri
Sa’d Abdullah ibn Ubey’in rakiplerinden Evs kabilesinin reislerinden biri
Ebû Ümâme (Esad İbn Zürâre) Hazrec kabilesi yaşlılarından
Kerîme Zeyd’in arkadaşı ve daha sonra da eşi
Ubâde Kerîme’nin babası
Yusuf Haham Hüseyin’in oğlu
Haham Hüseyin
Muhayrık Benî Nâdir’lerin yaşlı hahamı
Mus’ab Mekkeli genç Müslüman
Useyd Evslerin reislerinden biri
Amr Yesribli yaşlı putperest
Munzir Mekke’den kaçan bir Müslüman
Said Mekkelilerce yakalanan Yesrib Müslümanlarından biri
Hz. Ömer Hz. Peygamber’in arkadaşı ve İslam Alemi’nin ikinci halifesi
Şas Genç bir Musevi
Uhud Ebû Ümâme’nin devesi
Kasva Hz. Peygamber’in devesi
Hızır İsmi “her daim yeşil” anlamına gelen mübarek zat; maneviyatta üstün irşad makamı sahibi olmanın remzi
Ebû Eyüb Hz. Peygamberin Medine’ye geldiğinde evinde misafir kaldığı zat
Hz. Ebûbekir Hz. Peygamber’in Mekke’den hicretinde yol arkadaşı ve ilk halife
Ayşe Hz. Peygamber’in genç eşi, Hz. Ebûbekir’in kızı
Ebû Süfyan Mekkeli reislerden biri
Hz. Ali Hz. Peygamber’in kuzeni, damadı ve dördüncü halife
Abdullah ibn Ömer İkinci halife Hz. Ömer’in oğlu
Ebû Cehil Bedir’de Mekke ordusu komutanı
Utbe Putperest bir savaşçı
Ubeyde Hz. Peygamber’in Bedir’de ölen akrabası
Afrâ Bedir’de ölen Muavviz ve Avf’ın anneleri
Umeyr Hz. Peygamber’i öldürmeye niyetli Mekkeli
Halid Mekkeli kumandan
Ubey Uhud’daki putperest bir savaşçı
Selmân-ı Farisî İlk Müslüman İranlı
Nâciye Eslemlilerin adamı
Urve Hudeybiye’deki Bedevi elçi
Hz. Osman Hz. Peygamber’in arkadaşı, damadı ve İslam’ın üçüncü halifesi
Ced Bir riyakar
Zekeriyâ Medineli bir çocuk
Emin Genç bir Müslüman
Hârice Zeyd’in oğlu
Said “Medine’nin yedi hukukçusu”ndan biri
Sâbit Zeyd’in babası
YESRİB (MEDİNE) VAHASI
O yıl Hac yazın ortasına denk geliyordu ve Ycsrib Vahası’nda hurmaların toplanma zamanıydı. Yesrib hurmalarından daha tatlı, daha bereketlisi olmadığı için vaha tüm Arabistan’da hurmalarıyla meşhurdu. Çöl toplumları arasında, hurmaların bolluğu nedeniyle insanların onları develere bile yedirdiğine ilişkin söylentiler dolaşsa da aslında bu değerli meyveler öylesine idareli tüketilmekteydi ki bir avuç dolusu hurma birkaç gün yetecek bir besin olarak kullanılmaktaydı.
Zeyd, abisi Yezid’in hurma ağaçlarının gövdesine tırmanmasını seyretmekteydi. Yerçekimini yenebilmek için iki yol vardır. Çocuk, yere daha eğik ağaçlarda elleriyle ağacın gövdesi boyunca çevik bir biçimde ilerleyebilmek amacıyla, kendini desteklemek için ayaklarını deri bir şeritle bağlarken; dik olanlarda, sırtının çevresinden geçirdiği daha uzun bir şeritle kucaklarmış gibi ağacın gövdesine bağlanır ve ayaklarıyla kendini yukarıya iterek, tabiri caizse dik bir biçimde yukarı doğru kayar. Deri şeridi her seferinde o denli hızlı bir hareketle yukarı çeker ki özellikle uzaktan bu hareket hiç fark edilmez ve çocuk palmiyelerin narin gövdesi boyunca sıçrayarak ilerleyen bir kediyi andırır. Tepeye ulaştığında ise, hurma demetini keser ve aşağı indirmek için sırtına yerleştirir.
Yezid tüm vahanın en iyi hurma toplayıcısı olarak kabul edilebilirdi; ya da meyveleri anneleri Nevvâr’ın ördüğü sepete yerleştiren Zeyd böyle düşünmekteydi. Arapların çoğu için bu hurmalar toplandıkları anda bile çok lezzetliydiler. Daha ince bir tat duyusuna sahip Yesrib halkı için ise henüz biraz serttiler; daha yumuşak ve tatlı olmaları için alev alev yanan yaz güneşi altında birkaç gün daha beklemeleri gerekirdi.
Yesrib Vahası gerçek anlamda bir çöl mucizesiydi. Binlercc yıldır yarımadayı güneyden kuzeye ve tersine kat ederek dünyadaki tüm kutsal mekanların hoş kokmasını sağlayan tütsüleri Akdeniz’e taşıyan kervanların yolu üzerinde yer alırdı. Ve tabii ki Orta Doğu ve Avrupa’nın en seçkin sofraları için vazgeçilmez bir gıda olan hurmayı da taşırdı bu kervanlar. Eğer bu iki ürün olmasaydı, insanların yaşaması olanaksız gibi gözükecek kadar kurak olan Arabistan’ı belki de kimse bilmez, tanımazdı. Ama ne ilginçtir ki Yesrib vahasını barındıran vadi tam da bedevilerin “har” yani “sıcaklık” olarak adlandırdığı kumun bile yerini ateşte yanmışçasına kapkara volkanik kayalara bıraktığı bu topraklarda bulunmaktaydı. Burada, yağmur mevsiminde yakınlardaki dağlardan akışlarını duyabildiğiniz çağlayanlara kavuşan çöl, meyve ağaçlarının rayihasıyla dolu bir bahçe halini alırdı. Aşağıya kadar ulaşma cesaretine sahip olan kişi, portakal, limon, nar, kayısı, şeftali, muz, incir ve hurma ağaçlarından oluşan eşsiz bir manzara ile karşılaşırdı. Zeyd ve ailesinin hurma bahçesi, vahanın kuzeyinde, Uhud dağına yakın, Kina ve Akik nehirlerinin birbirlerine kavuşup da adeta denizin ışıltılı yansımalarıyla rekabet eden ufak bir gölü oluşturduğu harikalar harikası bir bölgede bulunuyordu. Bu göl bütün Arabistan yarımadasının birkaç ufak gölünden biriydi. Bölge insanları son derece isabetli biçimde burayı, hem “deniz girintisi hem de “akıllı” anlamına gelen Akûl olarak adlandırmışlardı.
Göletin adı Zeyd’in karakterini de yansıtmaktaydı: Hayat dolu, hep hareket halinde, çevresindeki her şeye dikkatli, geniş bir alın ve şimşek bakışlı iki gözü çevreleyen, sırtına kadar uzun ve ortadan ayrılmış, Arap stili taranmış siyah saçlı, sekiz yaşında bir erkek çocuğu. Zeyd o gün, annesinin bir an önce paydos etmesini ve kendisiyle kardeşinin yıkanabilmesi için su getirmesini istemesini sabırsızlıkla bekliyordu.
Anne Nevvâr, oğlunun aklından geçeni gayet iyi bilirdi. Bununla birlikte, çok sıcak olmasına rağmen güneş gökte henüz yeterince yükselmemişti ve Nevvâr’ın elleri, yeni toplanmış meyveyi taşıyacak olan sepetleri yapmak için palmiye yapraklarını örmeye hala azimliydi. Yaprağın bir kenarından işe başlar ve lifleri ya bu yöne ya diğer yöne katlayarak devam ederdi. Sonuçta, içine düzgün bir şekilde bir kat hurma yerleştirilecek olan hafif ve dayanıklı sepet Zeyd tarafından küçük bir arabaya yüklenirdi. Günün sonunda mahsulü eve taşıma görevi, sahip oldukları eşekçiğe aitti. Yezid’in sırtında göz kamaştırıcı, kahverengi hurma salkımıyla son ağaçtan aşağı inmeye karar vermesinden önce daha bir saat geçmesi gerekmekteydi. Yezid on beş yaşıyla daha henüz “yeniyetme” olarak kabul görse de gerçekte çok daha büyük göstermekteydi. Bunun nedeni de yalnızca yapısı ve güçlü, dövüşçü sırtı değildi. Babası Sâbit’in, Buas savaşında ölümüyle kendisine, sahip oldukları tek değerli varlık olan palmiye bahçesinin bakımının yanı sıra, bir sürü sorumluluk miras kalmıştı. Yezid, çöl insanlarının asil prensiplerine dayanan güçlü bir eğitimin işareti olan, mutlu ve sakin ifâdesini hiç yitirmemişti.
Zeyd, suya koşmak için annesinin tek bir işaretini beklemekteydi. Ama Nevvâr hala, yüzünü gizleyen bedevi tarzı örgülü saçlarla çevrili başını palmiye yapraklarına eğmiş, çalışıyordu. Koyu renkli bu saçlar düz ve ipek gibi parlaktı. Bundan ötürüdür ki dedesi Mâlik ona Nevvâr yani “ışıklı, nurlu” adını koymuştu. Kimileri babasının, kuzeyden gelen ve kahinlik yeteneğiyle tanınan göçebe toplumlardan bir kadınla evlendiğini söylese de, Zeyd için, annesinin her seferinde aklından geçenleri okuyabilmesi dışında bu pek bir şey ifade etmemekteydi.
Nevvâr: “Arkamdan bana bakıp durma! Biliyorsun ki henüz vakit erken ve bugün çok işimiz var. Sana kalsa, hurmalar ağaçta çürüyecek.”
Ailenin küçüğüne karşı daima koruyucu olan Yezid, “Ama hava çok sıcak anne” diye araya girdi.
Nevvâr başını kaldırdı. Hala genç, hala güzeldi. Dul kaldığından beri, vaha dışında yaşayan ve onu kendileri gibi göçebe addeden kabile erkeklerinden teklifler almaktaydı. Kabilenin diğer kadınları onun bu insanlardan uzak tavrını anlayamazdı. Bir dul için yeniden evlenmek çok zordu. Çoğu savaşta öldüğü için erkekler sayıca az, dullar ise çoktu. Dulların ve yetimlerin yaşamı çoğu zaman zor geçmekteydi. Doğruyu söylemek gerekirse Nevvâr, yeniden evlenmeyi ve çölde yollara düşmeyi düşünmemiş değildi ancak çocuklarını öylesine çok seviyordu ki onları evlerinden uzağa götürmeye cesareti yoktu.
Gökyüzünde yükselmiş güneşe bakarak “Bugün her zamankinden daha sıcak” dedi. Ardından ekledi: “Zeyd git biraz su getir!”
Terden parlayan Yezid biraz nefeslenmek için annesinin yanına uzanırken Zeyd, palmiye dizilerinin arasından, ardındaki su birikintisine ulaşmak için tahıl tarlaları ve alçak meyve ağaçlarına doğru yöneldi. Ayakları nemli kil engeline batmadan önce kıyafetini çıkarmıştı bile. Nasıl ki ancak gerçek anlamda susuz kalmayı deneyimlemiş olanlar su içmenin zevkini bildiklerini söyleyebilirlerse, suyla temasın gerçek tadını da yalnızca çöl güneşinde teni kavrulmuş olanlar bilirler. Uzun yürüyüşlerle geçen geceler boyunca yalnızca Yesrib halkı ve özellikle de vaha çocuklarının böyle bir ayrıcalığı bulunmaktadır. Diğerleri ise arada bir, birkaç damla suyla ıslanmayı yeterli bulmak zorundadır.
Su çok alçak olsa da Zeyd, çocukların kendine özel, biraz da hayvanımsı stiliyle yüzmeye çalışarak eğlendi. Daha sonra sırtüstü