Yusuf İslam, 1970’li yıllarda milyonların peşinden koştuğu genç bir müzisyen, kendisini gerçekten mutlu edecek ve yaşadığı hayata anlam katacak bir ışık arıyordu. Sahne spotlarından çok daha parlak, kalbinin en derin köşelerine kadar aydınlatacak bir ışık…
O, aradığı ışığı, kalbini iyileştirecek şifayı, kendisine hediye edilen bir Kur’an mealinde buldu… Ve Müslüman olarak, İslamiyet güneşinin, yüzünü samimiyetle ona dönen herkesi aydınlatacağını bütün dünyaya gösterdi…
***
içindekiler
Cat Stevens……………………………………………11
Ailesi ve Çocukluğu……………………………….17
İlk Gitar……………………………………………….25
Müzik Sadece Müzik!……………………………..31
Popstar…………………………………………………35
Ölümle İlk Karşılaşma…………………………….39
Zirve Yıllar …………………………………………..47
Malibu’da Ölümle Burun Buruna…………….55
Büyük Arayışın Sonu: İslam…………………….59
Yusuf Sûresi ………………………………………….69
Müziğe Veda………………………………………….73
İyiliğe Adanmış Bir Hayat ………………………79
Müziğe Dönüş……………………………………….89
Konserler, Yardımlar ve Ödüller………………..95
60’lık Delikanlı……………………………………107
“Beni bugün bulunduğum yere getiren müziğin dilinin, iletişimin en iyi yolu olduğunu düşünüyorum..
Bende olan bu kabiliyeti,
Allah’ın bana bir lütfü olarak görüyorum. Politikaya girmeyi hiç düşünmedim, çünkü politika insanları ayırıyor. Halbuki müziğin birleştirici gücü vardır.
Ve benim için şarkı söylemek, konuşmaktan çok daha kolay.
Bir filozofla tartışabilirsiniz ama iyi bir şarkıyla asla…
Öyle sanıyorum benim birkaç iyi şarkım var. ”
— YUSUF İSLAM
1960’LI YILLARIN İngiltere’sinde herkesin içini şarkılarıyla ısıtan 18 yaşında bir genç vardı. Cat Stevens adındaki bu genç adam, gitarının tellerine dokunduğu anda yer yerinden oynardı.
Stadyumlar, konser salonları, onun yumuşacık kadife sesinden şarkılar dinlemek isteyenlerce tıka basa doldurulurdu…
Sahneye çıktığında hayranlarının kalbi duracak gibi olurdu.
Kendisi ile bir fotoğraf çektirebilmek ya da satın aldığı albümün kapağını imzalatabilmek için, uzun kuyruklarda saatlerce hiç şikayet etmeden beklerdi insanlar…
O bir popstardı. Fakat günümüzdeki popstar-larla kıyaslanmayacak kadar büyük bir popstar-dı…
1970’li yıllarda İngiltere’de sıradan bir günde, sıradan bir caddede yürüyen insanlar arasında birileri mutlaka, onun şarkılarını mırıldanarak yürürdü.
Pek çok evde sürekli onun plakları çalar, gazetelerde haberleri, magazin dergilerinde fotoğrafları çıkardı…
Her yerde Cat Stevens posterleri görülür, müzik marketlerin en gösterişli raflarına, Cat’in albümleri sıra sıra dizilirdi…
Bu genç ve sempatik adam sadece İngiltere’yi değil, bütün dünyayı kendine hayran bırakmıştı. Şöhreti İngiltere’den Almanya’ya, Çin’den Brezilya’ya, Türkiye’den Amerika’ya ve daha başka birçok ülkeye kadar ulaşmıştı.
Konserlerin, turnelerin, radyo ve televizyon programlarının, imza günlerinin ve davetlerin ardı arkası kesilmezdi..
Şöhret dağının en tepesinde gencecik bir müzisyendi o. Bütün dünyanın tanıdığı ve genç yaşta milyonların sevgilisi haline gelmiş bir yıldızdı.
Cat Stevens, şöhret olmak istemiş ve amacına ulaşmıştı. Hem çok seviliyor, hem de çok para kazanıyordu. Harcaya harcaya biteremeyeceği kadar çok para…
Fakat tek bir şey eksikti ışıltılı hayatında; Mutluluk!
Gerçekten mutlu olmadığını anlamak Cat’in fazla zamanını almamıştı.
Şöhretinin ışığı parladıkça, içinde bir yerlerde, kalbinin derinliklerinde bir başka ışığın söndüğünü hissediyordu.
Cat Stevens en tepedeydi ama hayat en tepede, tahmin edemeyeceği kadar zordu. Çünkü onu gerçekten mutlu edecek şeyin, alkışlar içinde çıktığı bu tepede olmadığını görüyordu.
Onu mutlu edecek şey, başka bir şeydi ve bambaşka bir yerdeydi…
Peki ama o neydi ve neredeydi?
Stevens, milyonların peşinden koştuğu bu genç adam, kendisini gerçekten mutlu edecek ve yaşadığı hayata bir anlam katacak ışık arıyordu. Sahne spotlarından çok çok daha parlak, kalbinin en derin köşelerine kadar aydınlatacak bir ışık…
Bir deniz feneri gibi ona yol gösteren ve sığınabileceği güvenilir bir limanın yolunu işaret eden bir ışık…
Bu yüzden sık sık düşünceler dünyasına dalar ve kafasının içinde dönüp duran büyük sorulara cevap arardı.
Her şeyi vardı. O güne kadar elde etmek istediği her şeye, kurduğu bütün hayellere kavuşmuştu. Ama hiçbiri hayatına gerçek bir anlam katmıyor, “Ben bu dünyaya geldim ve bir gün buradan gideceğim. Peki ama neden geldim ve nereye gideceğim?” gibi büyük sorulara cevap veremiyordu.
Yaşamanın anlamı neydi? Bu hayatı bize veren, niçin vermişti, bizden ne istiyordu?
Cat Stevens düşünüyor, soruyor ve bir cevap arıyordu.
İnsanların imrenerek baktığı hayatında onun gördüğü yegane şey, içi soru işaretleriyle dolu bir kafa ve kanayan bir kalpti.
Bu soru işaretleri cevaplanmak, kanayan kalp iyileştirilmeliydi.
Cat Stevens’ın, Yusuf İslam’a giden yolculuğu işte böyle başladı..
Ailesi ve Çocukluğu
21 TEMMUZ 1948’DE Londra’da minik bir apartman dairesinde tatlı bir telaş yaşanıyordu. Stra-vos Georgiou ve Ingrid Wickman çiftinin üçüncü bebekleri Steven Demetre Georgiou hayata merhaba demişti.
Abisi David ve ablası Anita’nın ardından eve gelen bu şirin bebek, bütün ilgiyi üzerine toplamıştı. Zaten cıvıl cıvıl olan evleri, Steven ile birlikte iyice şenlenmişti.
Steven’ın babası Stravos, Kıbrıslı bir Rum, annesi Ingrid ise isveçliydi.
Londra’da bir restorant işleterek ekmek paralarını kazanıyorlar ve restorantlarının üzerindeki küçük apartman dairesinde yaşıyorlardı…