Dini

İslam Bilim III

islam bilim iii 5ed40356dbd76Tanıma ve anlama meselesi, bilme meselesinden ayrı bir şeydir. Tanıma ve bilme arasındaki ayrımı bilmeyen biri, ne bir şeyi tanıyabilir, ne de bir şeyi bilebilir, isterse tanınmış bir bilgin, büyük bir allame olsun. Bir kitap ya da bir ekol ile ilgili olarak pek çok şey bilen, ama ne o kişiyi, ne o ekolü, ne de o eseri tanıyan bir sürü insan vardır. İslam âlimlerinden kimileri, İslam’ı tanımaktadırlar. Kimileri ise İslam âlimidirler ama İslam’ı tanımıyor olabilirler. Bunun tersine kimileriyse İslam’ı tanımakla birlikte İslam âlimleri arasında yer almazlar.

İslam, ne kültür, ne de ilimdir, İslam bir inanç ekolüdür. İslambilim de tahsil edilmesi gereken bir kültür ve bilimler dizgesi değildir. Elbette İslam ilimleri ve İslam kültürü, oldukça değerli ve zengin olup İslam uygarlığının övünç kaynağıdır. Ama İslambilim, İslam ideolojisi anlamındadır, İslam ilimleri anlamında değil.

ALİ ŞERİATİ
23 Kasım 1933’te Horasan eyaletine bağlı Sebzivar’ın Mezinan köyünde dünyaya geldi. 1950’de Meşhed’deki Öğretmen Koleji’ne girdi. 1952’de Meşhed yakınlarındaki Ahmedâbâd köyünde öğ-retmenliğe başladı. 1955 yılında Mekteb-i Vâsıta’yı yazdı. Ebuzer-i Gıfarî’yi tercüme etti. 1956’da Meşhed Üniversitesi’ne girdi. Ulusal Direniş Hareketi’ne üye olduğundan, babası ve di-ğer üyelerle birlikte tutuklandı, altı ay tutuklu kaldı. 1959’da Alexis Carrel’den Dua’yı tercüme etti. Üniversiteden başarıyla mezun oldu. 1960’ta Fransa’ya gönderildi, orada sosyoloji ve dinler tarihi üzerine çalıştı. Cezayir Kurtuluş Hareketi’ne aktif olarak katıldı. Bu faaliyetlerinden dolayı Paris’te tutuklandı; bu arada birçok makale, konuşma ve çevirisi değişik dergilerde yayımlandı. Sosyoloji ve dinler tarihi alanında doktorasını tamamlayarak 1962’de İran’a dönerken sınırda tu-tuklandı; aylarca hapiste kaldı. Hapisten çıktıktan sonra öğretmenlik yapmaya başladı ve Meşhed Üniversitesi ve diğer merkezlerde konferanslar verdi. Hüseyniye-i İrşad 1973 Eylül’ünde kapatıldı. Savak, Şeriati’yi aramaya başladı. Kendisini bulamayınca babasını tutukladı. Babası bir yıl kadar hapsedildi. Şeriati teslim oldu ve on sekiz ay hücrede kaldı. 1975-77 arası Savak’ın takibinden sürekli kaçıp başkalarının evlerinde kalarak çalışmalarına devam etti. Sabahlara kadar süren konuşmalar yaptı. 16 Mayıs 1977’de Avrupa’ya hicret etti. Otuz gün sonra İngiliz İstihbaratı’nın yardımıyla Savak tarafından şehit edildi.

 
YAYINCININ NOTU
Yayınevimiz, Şeriati düşüncesini külliyat olarak okurlarına sunmakla önemli bir hizmet vermek-tedir. Merhum Şeriati, dünyanın bugün yaşayan iki önemli medeniyeti olan, İslam ve Batı medeniyetini yakından tanıma fırsatı bulmuş ender şahsiyetlerden biridir. Dahası, bir sosyolog gözüyle incelediği konuları, dahiyane bir düşünce işçiliği ile işlemiş ve Fars edebiyatının kendisine kazandırdığı akıcı üslupla ortaya koymuştur. Bilimsel liyakati, özgün bakış açısı, dindarlığı ve inandığı doğrular uğruna can verecek kadar yürekli kişiliği ile sadece İran gençliğini arkasından sürüklemekle kalmamış, dünya Müslümanlarının öze dönüş çabasına katkıda bulunarak bir döneme damgasını vurmuştur. Onun bu özgün ve özgürlükçü tutumu, sadece İslam düşmanlarının tepkisini çekmekle ve onlar tarafından şehit edilmekle kalmamış, dost ve kardeş bildiği Müslümanlardan da çok büyük tepkiler almıştır. Çünkü onun düşünceleri, Batılı saldırı karşısında çok derin ve güçlü bir mukavemet oluştururken İslam geleneğini kirleten ve çöküntüye sebep olan bidat ve hurafelere de ağır darbe indiriyordu. Tabiî bu da bilinçsiz kesimler nezdinde İslam’ın kendisine yapılan bir saldırı olarak algılanıyordu.
Kendi tabiriyle içinde doğup büyüdüğü geleneksel Safevî Şiîliğine yönelttiği eleştiriler yüzünden İran’da dışlanırken, Şiî bakış açısı nedeniyle de Sünnî dünyadan önemli tepkiler almıştır. Ancak Şeriati, her ne kadar Ali Şiası ve Safevî Şiası ayrımı yapsa ve Safevî Şiîliğini eleştirse de eleştirdiği düşünceden bütünüyle kurtulamamış ve söz konusu etkilerle Sünnî dünyanın kabul edemeyeceği kimi düşünceler serdedebilmiştir. Sahabiler hakkında kullandığı ifadeler hoşgörü sınırını zorlayan kusurlar olarak değerlendirilebilir. Ayrıca yaşadığı çağ ve çevrenin etkisiyle Fransız sosyalistlerinden etkilendiği ve kimi yorumlarında bu etkinin izlerinin görüldüğü de söylenebilir.
Ali Şeriati’nin de her insan gibi hata edebileceğini, hatalarının ve savaplarının sadece kendisini bağlayacağını okuyucunun takdir edebileceğine inanıyoruz. Fecr Yayınevi olarak, ölçümüzün Kur’an-ı Kerim ve onun numunei timsali olan Hz. Peygamber (a.s) olduğuna inanıyor, Şeriati de dahil bütün insanların bu ölçüler içinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Onun her görüşünü onaylamadığımız halde eserlerini yayınlıyor, ama katılmadığımız görüşlerine de müdahale etmeyi uygun görmüyoruz. Çünkü böyle bir müdahalenin düşüncelerin doğru anlaşılmasına engel olacağı, bunun da hem yazar hem okur açısından bir hak ihlali sayılacağı kanaatindeyiz. Buna rağmen kimileri, tasvip etmedikleri düşüncelerden dolayı bilinçsiz okuyucuların olumsuz etkileneceği gerekçesiyle vebal alacağımızı düşünebilirler. Fakat biz, genelde Müslüman olmanın, özelde Şeriati okuru olmanın, okuduğu her şeyi kabullenen değil, eleştiren bir seviye gerektirdiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla bütün olumsuzluklarına ve kusurlarına rağmen Şeriati’nin o engin birikiminin bizlere çok şey kazandırdığına ve kazandıracağına inanarak eserlerini külliyat olarak yayınlamaya karar vermiş bulunuyoruz. Buna paralel olarak hem Fars hem de Türk edebiyatına vukufiyetiyle temayüz etmiş mütercimlerden oluşan bir heyet oluşturarak eserlerin en az hata ile çevrilmesine de özen gösterdik. Bu nedenle tercümeler, sadece söz konusu eserleri dağınık vaziyette sunulmaktan kurtarmayacak, Şeriati okurunun liyakatsiz tercümelerden çektiği sıkıntıları da asgariye indirecektir.
Külliyattaki kitapların bazılarında yazara ait olmayan dipnotlar yer almaktadır, İran’daki Dr. Ali Şeriati Eserlerini Derleme Bürosu tarafından eklenen notların sonunda (Derleyen), yayınevimiz tarafından ilave edilen notların sonunda (Fecr), mütercimlerin ilave ettiği notların sonunda ise (Çev.) ifadeleri kullanılmıştır. Bunların dışındaki dipnotlar Ali Şeriati’ye aittir.
Bütün hassasiyet ve çabamıza rağmen, insan olmamız hasebiyle gözümüzden kaçan kusurlar olursa okurumuzdan özür diler, eleştirilerine müteşekkir kalırız. Bu vesileyle Şeriati’ye Allah’tan rahmet diler; başta değerli mütercimler olmak üzere, editörlere, tashih ve redakte heyetine ve eserlerin sizlere ulaşmasında emeği geçen bütün dostlara gönülden teşekkür ederiz.
FECR YAYINEVİ

 

 

 

FARSÇA YAYINCININ NOTU

 

Elinizdeki eser, Şehit Öğretmen Dr. Ali Şeriati’nin 1350-1351 (1971-1072) yıllarında “İslambilim” adı altında Hüseyniye-i İrşâd’da verdiği bir dizi dersi kapsamaktadır. Bu derslerin bazıları Şeriati hayattayken kasetten metne aktarılarak yayımlanmış olup kitabı hazırlarken bunları esas olarak yararlandık. Şehit Muallim’in üzerinde çeşitli değişiklikler yaptığı bu metinler, yeniden kasetle karşılaştırılmış ve o zaman çeşitli nedenlerle çıkarılan bazı konular yeniden eklenmiştir. Geri kalan derslerde ise mevcut kasetlerden kaynak olarak yararlandık ve metinleri emanete tam riayet ederek metne aktardık. Ayrıca bazı derslerin sonunda Şehit Muallim, sorulan sorulara cevap vermiş veya zarurete göre bazı açıklamalar yapmıştır. Soru ve cevaplarla açıklamalar “Ekler” bölümüne alınmıştır.
“Tarih ve Dinlerin Tanınması” derslerinin devamı olan “İslambilim” dersleri, üç cilt halinde tanzim edilmiş olup İrşâd’da “İslambilim” adı altında anlatılanların tamamını içermektedir.
Son olarak, okuyucuların dikkatini aşağıdaki hususlara çekmek istiyoruz:
Şehit Muallimin nezaretinde tanzim edilen derslerde alt başlıklar aynen kullanılmıştır.
Bir kelime veya ifade eklenmesi durumunda bunlar [  ] köşeli parantez içerisinde verilmiştir.
Kasetten anlaşılmayan, hatta tahmin edilebilir bile olmayan kelimelerin yerleri …* şeklinde gösterilmiştir.
Bazı sorular zorunluluk yüzünden özetlenmiştir.
Bu cilt Hüseyniye-i İrşâd İslambilim derslerinden dokuz dersi ve iki bölümden oluşan ekler bölümünü içermektedir.
Söz konusu derslerin veriliş tarihleri aşağıdaki gibidir:1
On Dokuzuncu Ders 23. 4. 1351 (14 Temmuz 1972)
Yirminci Ders 30. 4. 1351 (21 Temmuz 1972)
Yirmi Birinci Ders  31. 6. 1351 (22 Eylül 1972)
Yirmi İkinci Ders  7. 7. 1351 (29 Eylül 1972)
Yirmi Üçüncü Ders 14. 7. 1351 (6 Ekim 1972)
Yirmi Dördüncü Ders 21. 7. 1351 (13 Ekim 1972)
Yirmi Beşinci Ders 5. 8. 1351 (27 Ekim 1972)
(25. dersin tarihi yaklaşık olarak verilmiştir.)
Yirmi Altıncı Ders 12. 8. 1351 (3 Kasım 1972)
Yirmi Yedinci Ders 19. 8. 1351 (10 Kasım 1972)
Şehit Muallim Dr. Şeriati Külliyatı Tedvin
ve Tanzim Bürosu
ON DOKUZUNCU DERS
KAPİTALİZM, ARTIK DEĞER
Bilginiz olması açısından size arz etmek istediğim bir kaç husus vardı. Biri özel bir konuydu: Ebuzer sanat grubunda çalışan arkadaşlara, oturumdan sonra Mukaddem Bey’i görmelerini söylememi istediler. Mukaddem Bey, kendilerine çalışma için buraya ne zaman gelmeleri gerektiğini söyleyecekmiş. Belirtmek istediğim ikinci konuysa, kadına özgü -bir insan ve toplumsal bir etken olarak, ayrıca insanî bir rol olarak- toplumsal, fıkhî ve ilmî konulara ve kadın çevresinde gündeme gelen konuların İslamî yönüne ilişkin bir yuvarlak masa toplantısı programıdır. Program, dün gece başladı ve ilanlarda duyurulduğunun tersine bir değişikliğe uğradı. Bu değişiklik, hanımların ve beylerin genel istekleri doğrultusunda oldu. Çünkü dün gece konu yarım kalmıştı; konunun sürmesi önerildi. Konunun yarım kalmasının nedeni, birinci olarak ilk oturum olduğu için asıl konunun zamanını daraltan kimi tâli konuların gündeme gelmesi, ikinci olarak da konunun çok kapsamlı olmasıdır. Dr. Sami Bey, üzerinde konuştuğu konunun uzmanıdır. Memleketimizde konuşan kişinin, üzerinde konuştuğu konuda uzman olması neredeyse istisnaî ve ilginç bir olaydır. Bu fırsattan ve hem tabip, hem psikolog olan ve özellikle şu sıralar bu konu üzerinde bilimsel ve toplumsal araştırma çalışmaları yapmakta olan birinden yararlanmak gerek. Kendileri, özellikle sahip oldukları İslamî görüş ve bilinçle, bilimsel ve toplumsal konular adıyla ortaya konulan konuları burada bizim için almakta ve bizim görüşümüzle bu konuyu irdeleyip eleştirmektedirler. Kendilerinin ele alacakları en önemli konular arasında cinsellik konusu, Freudizm ve ayrıca doğum kontrolü ve kürtaj konusu -ki şu sıralar hem teorik olarak, hem kanunî, bilimsel ve pratik olarak gündemdedir- yer almakta olup bu konuyu hem bilimsel açıdan, hem de İslamî açıdan burada ele almaktadır. Bu oturuma katılan kimseler, konuya ilişkin taşıdıkları İslamî ya da toplumsal yaklaşımlarıyla kendilerine yardım etmeliler ki böylece bu alanda ele alınan en temel konular burada kendi bakış açımızla ele alınabilsin ve konu yarım kalmasın. Dolayısıyla bu akşam da Dr. Sami konuşacak. Yani program onun ele aldığı konulara ayrılmış olacak. Böylelikle, bütün konuları yarım yamalak ele almaktansa en azından temel bir konuyu yaklaşık olarak ve gücümüz yettiğince tam olarak ele almış ve başka konuları başka zamanlara bırakmış olacağız. Bu bakımdan, bence o oturuma da katılırsanız yararsız olmayacaktır.
Ben, bu tür konulara ve programlara, konunun bilimsel ya da fıkhî veya insanî yönünden -ki bilimsel tarzda dinleyene bir uzmanlık birikimi aktarılır; birinin gelip vaaz şeklinde ya da bilimsel bir konuşma şeklinde, konuyu baştan sona dek tek yönlü olarak ele alması bundan iyidir- daha çok önem veriyorum. Bu konu, bilimsel ve değerli bir konu olmaktan başka ikincil bir konu olarak ele alınan, ama daha esas olan bir konudur ki o da “düşünmeye alışmak”tır. Düşünmeye alışmak, toplumumuzun en büyük ihtiyacıdır. Çünkü her toplumsal ya da kültürel ya da iktisadî ya da siyasî veya dinî, itikadî ve ahlakî her iş -her ne olursa olsun- ancak bir millet düşünmeye alışmışsa ve düşünmeyi öğrenip bilmişse değer taşır, imkân verir, pratik sonuca varır. Ne yazık ki uzun süredir, düşünme gücü toplumumuzun elinden alınmıştır. Toplumumuzun imanı vardır ama düşüncesi yoktur. Düşüncesiz iman ise kör taassuptan başka bir şey değildir. O iman gerçeği, apaçık bir gerçek olsa da kafası donmuş birinin kafasına girince donacaktır, ölecektir. Bu yüzden toplumumuz, özellikle dinî toplumumuz düşünmeye çok muhtaçtır, düşünmenin özüne muhtaçtır, “Niçin?” diye sormaya alışmaya muhtaçtır. Düşündüğü her şeye karşı çıkabilmeli, soru sorabilmeli, eleştiri ve değerlendirmede bulunabilmeli ve iyiyi kötüden ayırabilmelidir. Bir görüş ileri sürene şunu diyebilmelidir: “Delilini getir, belgeni göster; görüş ve inancının mantığını bana açıkla.” Bu aşamaya ulaşılırsa ve sınıftakiler “Niçin?” diyebilir, toplum “Niçin?” diyebilir duruma gelirse toplumun kurtuluşunu sağlayan ve tazmin eden büyük bir aşamaya gelinmiş demektir. Voltaire’in deyişiyle: “Bir millet düşünmeye başlarsa onun zaferini hiçbir güç engelleyemez.” Dolayısıyla tersinin de ne olduğu ortada. Bu yüzden bir milletin zaferinin engellenmesi için ve hatta uygun zamanlarda kendisi için bir şey yapabilmesinin önüne geçilmesi için, düşünme gücü onun elinden alınır. Bu tür konular ortaya konulduğunda düşünmeye alışma imkânımız olabilir. Hiç olmazsa beş altı kişinin kendilerine özgü düşünüşleri olabilir, ihtilafa düşerler ve hatta özel bir konuyla ilgili olarak düşünsel anlaşmazlık içinde olabilirler ki genellikle bizim dinleyicimiz, sadece burada değil, bütün toplumumuz bir meselenin cevabı olarak, yunmuş yıkanmış, temizlenmiş ve paketlenmiş bir şeyi elinde bulundurmaya alışmıştır. Bu tür tartışmalarda kimileri, biri şöyle dedi, öteki şöyle dedi, sonuçta ne yapılması gerektiği anlaşılmadı diye itiraz ederler. Genellikle herkes, meselenin cevabı olarak ortaya açık ve net bir şey konulmasını, insanın ağzına hazır lokmanın konulmasını bekler. Bu, o toplumda düşünmenin olmadığının, herkesin bir azınlığın üretip sunduğu düşünce ürünlerine acizce teslim olduğunun göstergesidir. Böyle bir toplumda insanlar, kendi, inanç ve imanlarına karışamazlar. Buysa, bütün milletler için büyük bir eksikliktir. Müslümanlar içinse, sadece bir eksiklik olsa iyi, hatta bir küfürdür. Çünkü biz nasıl ki oruç, hac ve namaz için şer’i bir görev, özsel bir ödev taşıyorsak aynı şekilde birey birey her birimiz, inançlarımızı çözümlemek, mantık ölçülerine vurmak, akıl süzgecinden geçirmek ve düşünsel bir seçime tabi tutmak yükümlülüğünü de taşıyoruz. İnançlarımızı taklit yoluyla başkalarından ya da başkasından alırsak esas olarak akait usûlünde kâfir ve münharif oluruz ve imanımız kabul edilmez. İkincil konularda bir kimse yanlışa düşse ve ikincil bir emri yerine getirmese hatalı bir Müslüman’dır, oysa bir kişinin esas konularda inançları doğru olmazsa o asla Müslüman değildir. Bu yüzden bizim her birimizin birey olarak görevi, itikadımızın esasları üzerinde düşünmemiz ve kültürümüz, bilincimiz, zihnimiz ve bilimsel olanaklarımız ölçüsünde kendi kendimize mantıksal bir açıklamamızın olmasıdır. Ardından imanı getiren aklî konular, İslam’ın, üzerinde hepimizin düşünmesi gereken esas konularıdır.
Bundan sonra dinî çevrelerde yuvarlak masa şeklinde böyle oturumların başlayıp gelenek haline gelmesini, düşünsel çatışmaların, zihinsel alışverişlerin, inançların, düşüncelerin, anlayışların ve uzmanlık alanlarının genel oturumlarda ve kamuoyunun huzurunda kendini göstermesini umuyorum. Bu işin başlaması, dinî toplum içerisinde, özellikle dinî konularda düşünmenin oluşmasına başlangıç için büyük bir adımdır. Böylelikle, kalıtsal ve geleneksel İslam, mantıksal ve bilimsel özbilinçli İslam’a dönüşür. Böylelikle biz, sapmadan, hurafeden ve gerilemekten kurtulabiliriz. Dolayısıyla bu tür programların en büyük değeri, düşünce ve inançların karşı karşıya gelmelerinden, çeşitli bilimsel konuların çeşitli görüşler, bakışlar ve ağızlar açısından ve çeşitli uzmanlık alanları bakımından ele alınmasından öte, aslında konuların zihinde düşünsel konular olarak, bir şiar olarak, bir eleştiri olarak, zihinsel bir alışveriş olarak gündeme gelmesidir. Dinleyici buradan gidince, ahirette işine yarayacak bir miktar sevap elde ettiğini hayal edeceği ve bilimsel toplantıdan ve dinî programdan sadece bunu bekleyeceği yerde “düşünüşünün”, “görüşünün” ve “ufkunun” değiştiğini ve buradan -dinî bir toplantıdan- tam anlamıyla rahat ve sorumluluksuz bir vicdan olarak değil, içinde düşünme, araştırma ve irdeleme duygusunun harekete geçtiği ve kafasında cevap aradığı yüzlerce sorunun bulunduğu bir insan olarak ayrıldığını hisseder. Yapılan oturumdan sonra, beş on kişinin bir araya gelerek burada ele alınan konuları irdelediklerini ve tartıştıklarını görürüz. Bu, bir programın başarısının, kafalarda düşünmenin başladığının göstergesidir. Bu programa ya da programda ele alınan konulara karşı (elbette bir programın ideal olması olanaksızdır; bu bizim itirafımızdır. Eğer itiraf etmezsek katılaşmaya ve kalıplaşmaya başladığımız ortaya çıkar. Bu nedenle her gün daha iyi ve daha ileri düzeyde çalışmayı umuyoruz.) eleştirileriniz olabilir. Gördüğünüz bu eleştirilesi yerleri ve kusurları, bir “başlangıç”, “yeni bir iş” ve yararlı bir çalışma olduğundan hareketle, tartışmaya kapı araladığından, yeni konuları gündeme getirdiğinden, aklî ve İslamî konular üzerinde düşünmeye ve akletmeye sevk ettiğinden yola çıkarak bağışlamalı ve hoş görmelisiniz.
Her halükarda bu üç gecelik programın bir gecesi geçti ve son iki gece şu şekilde değişti: Bu alanda ortaya konulan ve bu yuvarlak masa toplantısındaki beyler tarafından birkaç boyuttan ya da değişik yönlerden ele alınacak olan bilimsel ve teorik konuların bilimsel yönünün irdelenmesi söz konusu olacaktır. Önemli olan konunun ortaya konulmasıdır; her şeye sadece formülümsü cevaplar vermek ve “ancak ve ancak budur” kalıbını ortaya sürmek değil. Gelecek hafta Ebuzer programını -ki haberini önceden vermiştik- mevcut koşullar altında ve başka türlü sunabileceğimizi umuyoruz. Meşhed Üniversitesi’nde icra edilen esas programda müzik vardı, buradaysa usta yönetmen arkadaşımız aracılığıyla, bu programın sunuluş ve icrasında temel bir rolü bulunmakla birlikte müziği çıkararak bir program oluşturuldu. Çünkü müziğe oranla, programın kendisine daha şiddetli ihtiyaç vardı. Yönetmenlikte ve aynı şekilde oyunculukta sahip olduğu kendine özgü ustalık ve yaratısı sayesinde yönetmen arkadaşımız, müziğin çıkarılmasından doğan boşluğu giderebildi. Böylelikle program müziksiz olarak icra edilecektir. Bundan başka arzetmek istediğim bir konu da şu: Ebuzer programının metni ve orada ortaya konulan konular, toplumun Ebuzer’le ilgili olarak sahip bulunduğu tanıyış ve bilgiye göre -ki bunlar önemsizdir- oluşturulmamıştır, bilakis burada bir yıldır vermekte olduğum “İslambilim” derslerinden bir parçadır. Tiyatro, o konulara, o dile, o kültüre, o özel terimlere ve özel imgelere göre hazırlanmıştır. Bu dersler ise onun dayanağıdır. Yani bu dersleri, İslambilim dersleri dönemini görmemiş biri bu programdan bir şey anlamaz ve ondan hiçbir şekilde yararlanmaz. Çünkü bunun realist bir sanat programı ve tarihsel bir tiyatro olmadığını göreceksiniz. Tam tersine bu, oyun ve anlatımın sembolik ve remzî bir formudur. Sembolik ve remzî olarak oynamak ya da konuşmak, onun sadece, bu sembollere ve remizlere işaret edilen konularla önceden tanışık olan dinleyicilerin işine yarayacağı anlamına gelir. Bu önsel tanışıklıktan yoksun olan ve o dile ve terimlere aşina olmayan biri, bundan hiçbir çıkarımda bulunamaz. Üstelik bu programın sonucu onun için sıfırdır. Ancak, böyle bir kişi için bir vehim ve belirsizlik ortaya çıkabilir bunun sonunda ve zaman zaman o dili ve terimleri, gördüğü ve kendisi için anlam taşıyan yaygın şekline ters olarak algılar ve kendisi için bir yanlış anlama söz konusu olur. Bu yüzden, özel ve derse özgü bir konudur tam olarak. İslambilimin bir tür okutulması, tümüyle belirgin bir Şiî bakış açısıyla İslam kültürünün, görüşünün ve İslam tarihinin ortaya konulmasıdır. Bu ise bizim ekolümüzdür ve Hüseyniye-i İrşad’ın başlangıçtan bugüne temel tarzıdır. Sembolik olduğu için de genel için yararlanılabilir olmayıp sadece bu dershanede derse katılanların ve bu özel kültürü bu bir yıl içinde bu dersler ve notlar aracılığıyla edinenlerin işine yarar. Gelecekte tiyatro ve dinî gösteri grubumuzun hazırlayıp sunacakları programlar genele hitap eder düzeyde olacağından, kullanılan dil genelin dili olacağından ve çalışma yöntemi de sembolik olmayacağından, olsa bile genel kitleye dönük bir anlatım ve aktarım gücünü taşıyacağından umutluyum. Şu anda benim verdiğim ders -önceden bu yapıdaki dersleri takip etmiş olanların dışındakiler için yararlanılabilir değildir- gibi, Ebuzer programı da özel çerçeveli bir program olacaktır. Bu yüzden siz gelecek hafta (Cuma), kısa sürme ya da anlatım bakımından Ebuzer’i görmek ve anlamak için bir düşünce ortamı hazırlamaya yönelik olma ihtimali bulunan dersimden sonra bu programı izleyebilirsiniz, diye umuyorum. Çünkü bu program, içerik ve form açısından oldukça üst düzeydedir ve genel düzeyde değildir. Bunun benzerini başka yerlerde görmek olanaksızdır. Hatta başka yerlerde tiyatro adıyla gördüklerimiz bununla taban tabana zıttır. Bu tür gösteri ve sanatın sunulması, ahlak karşıtı, insanlık karşıtı, bozuk, bozucu ve aşağılık sanatla savaşmanın en büyük ve tek eylemsel yolu durumundadır. Çünkü bir yasa vardır: Kimileri, bir sanat ya da bir araç veya bir konu, düşmanın kötüye kullanmasında vesile olunca, onunla savaşmak için bu konuyu esas olarak hiç gündeme getirmemek gerektiğini sanmaktadırlar. Oysa tam tersine onun karşısında suskun kalıp meseleyi gündeme getirmediğimiz zaman alanı bütünüyle düşmanın öncülüğüne ve zaferine terk etmiş oluruz. Bu konulara verilen saptırıcı rolle savaşım ve sanatı ya da edebiyatı ya da şiiri veya insanın elinde bulunan herhangi bir aracı kötüye kullanmaya karşı savaşım için bu insanî araçları doğru şekliyle gecikmeden ve daha ciddi bir biçimde ortaya getirmek gerekir. Bu yolla, söz konusu kötüye kullanmaya ve bu araçlara verilen saptırıcı role karşı savaşım verilebilir. Bu yüzden İslam Peygamberi, fesat çıkarıcı, ahlak dışı, düşünce ve bilinç karşıtı ve insanlık karşıtı Câhiliye şiiriyle savaşmak için, kimsenin şiir söylememesini ve İslam’ın şiir adında son derece etkili bir anlatım aracından yoksun kalmasını emretmemiştir. Cahililer ve aristokratlar kanadına bağlı şairler şiiri fesat aracı kıldıkları için, bizim de şiir söylememiz onları meşru duruma getirip yaygınlaştırmamızı sağlar, denilemez. Hatta tam tersidir. Biz şiir söylemezsek şiiri en güzel anlatım aracı ve duyguları harekete geçirici etken olarak düşmanın tekeline vermiş, olayı kabullenmiş oluruz. Fasit şiirle savaşım için ıslah edici şiir söylemek gerekir. Ahlâkî, ruhî ve hatta fikrî ve dinî sapmaya yol açan ve dinî-insanî duyguların, eğilim ve gelişimlerin saf dışı kalmasını sağlayan tiyatroyla savaşım için toplumda sanat gücünün, en üst düzeyinde aşkın bir dinî-insanî tiyatronun gerçekleştirilmesi ve böylece düşmanın bizi bozguna uğratmak için seçtiği silahla bozguna uğratılması gerekir. Bu, genel bir yasadır. Bu yüzden, her şeyi yitirdiğimizden beri -ve şu anda hiçbir şey yapamadığımızı görüyoruz- ve her şeyi düşman ya da düşman olmasa da yabancı kendi tekeline aldığından beri, bu araç, onun tekelinde olduğu için bize kirli görünmektedir. Kirli göründüğü için de cesaret edip onu alarak yıkayıp temizlemekten ve doğru yolda seçip kullanmaktan korkmuşuzdur. Hatta bu konunun bilincinde olan kimseler de kendi genel ve toplumsal haysiyetlerini ve prestijlerini korumak yüzünden, toplumsal haysiyetleri yitmemesi için böyle bir cesareti göstermeye korkmuşlardır. Fakat biz ve siz -ki elhamdülillah bu tür haysiyetlerimiz yok- bu işi yapmalıyız.
Bugün vermem planlanan ders özel bir derstir. Yani bugün dünyada moda olan ideolojik konularla tanışıklığı bulunan aydınlar ve kitap okurları arasında oldukça yaygın olan bir konu olup az çok bilinmektedir. Yani ideolojinin en ünlü ve en tanınmış yüzü; okumuşlar arasında 19. yüzyılın tarih felsefesi ve sosyalizmi. Öyle ki her okumuş kimse -ortalama olarak- Marksizm ideolojisini ya da sosyalizmi vb. bildiğini ortaya koymak istediğinde yedi sekiz kelimeden fazla bir şey bilmez. Sadece o yedi sekiz kelimesi vardır ve artık sonunu getiremez. Bu, bu derecede genel ve belirgindir ve az çok herkesin kafasında vardır. Ben, yine bu konuyu ele almak istiyorum. Çünkü ne yazık ki hem dersimizin esas konusudur, hem de bu ideolojinin esas konusudur. Bu konu, 19. yüzyıl ideolojisinde “toplumbilimin bilimsel felsefesi” adını taşıyan tarih felsefesidir.
Dipnotlar
1 Orijinal yayında on sekizinci ders bulunmamaktadır (Çev.)

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Bardo Thödöl – Tibet’in Ölüler Kitabı

Editor

Gençlere Pırlanta Ölçüler – 2

Editor

Friedrich Wilhelm Nietzsche – İnsanca, Pek İnsanca-1

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası