“Gelecek bilimsel olarak öngörülebilir mi?
Henüz icat edilmemiş hangi teknolojiler gelecekte yaşantımıza yön verecek?
Dünyanın, Türkiye’nin, hepimiizn kaderini belirleyecek Ortadoğu’da düzen ne olacak?
Yeni bir Dünya Savaşı olası mı, değil mi?
Kadın, erkek, genç nüfusunda yaşanacak değişimler toplum hayatını nasıl etkileyecek?”
***
Geleceğimize duyduğu tutku için kayınvalidem Rahel Avivi’ye; eşim Sara ve çocuklarım Merav, Oren, Liat ve Matan’a; ve en önemlisi soyumun henüz adlarını ve yüzlerini bilmediğim doğmamış devamına…
İÇİNDEKİLER
Türk Okuruna 15
Önsöz 19
Birinci Bölüm
Tarihsel Mantık 23
1- Geçmişten Düşünceler 25
2- Geleceği Tahmin Etmekte Kullanılan Temel Esaslar 37
İnsanoğlunu Tarih Boyunca Yönlendiren
Güç Bilmecesi 38
Tarihsel Bilmeceye Kısmi Yanıt 40
Coğrafya 43
Coğrafi Teorinin Kaynağı 45
3- Teritoryal Anlaşmazlıkları Harekete Geçiren Güç 53
Jeopolitik Araştırmanın Özellikleri 53
Doğum ve Ölüm 55
Yabancıya veya Akrabaya Sevgi 57
Milliyetçiliğin Kaynağı 58
Konum 61
Korku 62
Zaman ve Direnç 65
Jeopolitik İncelemenin Eski ve Yeni Kuralları 67
1. Ortak Kader 68
2. Sosyal Sınıf 68
3. Değişiklikten Korkmak 69
4. Bireysel Zaman ve Kolektif Zaman 70
4- Olası Gelecek 73
İkinci Bölüm
Arka Plandaki Genel Eğilimler 77
5- Yüzyılın İki Genel Eğilimi 79
6- 21. Yüzyılın Demografik Eğilimleri 83
Geçmişten Eğilimler 84
Dünyada Gelecekte Doğurganlık Oranı ve
Doğal Artış Eğilimleri 85
Doğurganlık Oranının ve Doğal Artış Oranının
Ortadoğu’da Gelecekteki Eğilimleri 91
Yaşam Beklentisinde Gelecek Eğilimler 92
Demografik Kış 97
Demografik Genel Eğilimlere Yardımcı Eğilimler 101
Robotlar 102
Sermaye Transferleri 103
7- 21. Yüzyılın Teknolojik Eğilimleri 109
Teknolojik Yönden İtici Güç 110
Dört Boyut Teorisi 111
Sıfır Boyutu 112
Birinci Boyut 113
ikinci Boyut 115
Üçüncü Boyut 116
Dördüncü Boyut 119
Dördüncü Boyutun Teknolojileri 124
Antigravite (itişim) 124
Işık Hızı 130
Gelecekte Enerji Kaynakları 134
Gelecekte Petrol Kaynakları 136
Uzayda Güneş Kolektörleri 138
Paradigma Paradigması 143
Üçüncü Bölüm
21. Yüzyılda Süper Güçlerin Anlaşmazlıkları 147
8- Anlaşmazlık Eğilimlerinde Dört Güç 149
9- Amerika Birleşik Devletleri 153
1. Amerika Kıtasının Kontrolü 160
2. Stratejik Derinliğin Korunması 161
3. ABD’ye Giden Deniz Yollarının Korunması 163
4. Okyanuslarda Egemenlik 163
5. Avrasya Hizbi 164
10- Rusya 167
Yanıtlanmamış Sorular 168
Sorunlar Doktrini 171
Fırsat 173
Amerikan Stratejisi 174
On Yıllık Yeni Soğuk Savaş 175
Önceden Bilinen Karar 178
Sorunlu Topografya 179
Coğrafi Güdümlü Yönetim Şekilleri 181
Önceden Bilinen Davranış 184
11- Türkiye 189
İdeal Aday 190
Ekonomik Dengeleyici 193
Güvenlik Dengeleyici 195
Iran 196
Kafkaslar 197
Ukrayna 197
Balkan Ülkeleri 198
Irak 198
ABD’nin Küresel Stratejisi 199
12- 2020 Rus Savaşı 203
Soğuk Savaş’ın Gelecek Raundu 204
2020 İsrail-Suriye Savaşı 207
2020 Rusya-Türkiye Savaşı 208
13- 2050 Japon Savaşı 215
Stratejik Silah 218
Eski İşgal Edilme Kaygıları 221
Türk-Japon Ekseni 223
Yüzyılın Savaşı 225
Ortadoğu İçin Bulunmaz Fırsat 227
Dördüncü Bölüm
21. Yüzyılda Ortadoğu Jeopolitiği 229
14- Mısır 231
Doğal Korku ve Yayılma Dürtüleri 232
Geleceğe Etki 234
15- Suudi Arabistan 237
Demografi 238
Ekonomi 239
Geleceğe Etki 240
Iran 241
Yemen 246
16- Ürdün 251
Demografi 252
Ekonomi 253
Nükleer Enerji Konusunda Kayıt 254
Geleceğe Jeopolitik Etki 256
17- Filistin Özerk Yönetimi 263
İsrail’in Bakış Açısından Kısa bir Tarihçe 263
Filistin Ulusal Hareketinin Başlangıcı 265
Filistinlilerin Bakış Açısından Kısa Bir Tarihçe 266
Filistin Yönetimi Alanlarının Coğrafyası ve
Demografisi 270
Gazze’nin Batı Şeria’yla Karşılaştırılması 272
Gazze Şeridi’ne Karşı Batı Şeria 276
Tarihi Eğri 282
18- Suriye 285
Tarih 285
Lübnan 289
İsrail-Mısır Barış Antlaşması 290
Birinci Lübnan Savaşı 290
İç Politika 292
Ekonomi 293
Demografi 294
Binlerce Yıllık Korkular 295
Suriye-İsrail İlişkilerinin Geleceği 300
İran’la Türkiye Arasındaki Mücadele 301
Beşinci Bölüm
21. Yüzyılda İsrail Jeopolitiği 307
19- Yahudi Milletinin Kanıtlanabilen Tarihi 309
Yahudi Milletinin Kökeni 310
Kenanlıların Kökeni 316
İsrailoğulları’nın Kökeni 318
Üç Kaygı Katmanı 322
Kimlik Kaygısı 323
Fiziksel Varoluş Kaygısı 323
Topografik Hatlar ve Coğrafi Sınır Kaygısı 324
20- İsrail 327
Prototip Olarak Birinci İsrail Devleti 329
İsrail’in Çekirdeği 331
Üç Tampon Bölge 332
Zengin Kıyı Şeridi 333
Topografik Zayıf Nokta 334
Suriye’den Saldırı 334
Birçok Cepheden Eşgüdümlü Saldırı 336
Güçlerin Çakışma Noktası İsrail 337
İsrail’in Topografyası ve Sakinleri 338
İsrail ve Süper Güçler 340
Üç Var Olma Modeli 341
Yükselen ve Düşüşe Geçen İmparatorluklar Arasında
Zaman Boşlukları 342
Osmanlı ve Ingiliz imparatorlukları Arasında
Zaman Boşluğu 342
Rus ve Amerikan imparatorlukları Arasında Boşluk 344
İç Birlik ve Bölgesel Ayrım 344
Stratejik Coğrafi Sorun 346
21- Gelecekte Ortadoğu’nun Siyasi Durumu 353
2020 355
2050 361
22- Gelecekle İlgili Düşünceler 365
Dipnotlar 377
Türk Okuruna
Türk kültürüyle uzun süredir ilgileniyorum. Türklerin tarihini öğrendikçe hem bilinen hem de gizli kalmış yanları beni büyüledi. Bu nedenle bu kültürün geleceğini de incelemem doğaldı. Daha derine indikçe, Ortadoğu’da birçok ülkenin kaderinin de Türkiye’nin kaderine ve merhametine bağlı olduğunu gördüm. Türkiye’yi saran ve içinde gelişen eğilimleri inceledikçe, Türkiye’nin 21. yüzyıl tarihinin, kültüründe önemli bir yer tutacağını anladım.
Bu eğilimler Türkiye’nin 100 yıllık bir uykudan sonra doğal görevine geri döneceğini, bölgede büyük kuvvetleri dengelemesi gereken bir süper güç haline geleceğini açıkça gösteriyor. Bu yeni-eski konum sosyal, ekonomik ve güvenlik açısından bir uçurumun eşiğinde bulunan Ortadoğu’nun geleceğini düşünme sorumluluğunu da beraberinde getiriyor.
Türkiye’nin önümüzdeki on yıl içinde karşılaşacağı en büyük zorluk, bölge ve dünya tarihindeki yerini anlamak ve bunun getirdiği anlayışı benimsemektir. Türkiye her zaman Do-ğu’yla Batı, radikallikle ılımlılık, dini fanatizmle aktif demokrasi arasında dengeleyici bir güç oldu. Türk vatandaşlarının ve liderlerinin, Türkiye’nin coğrafi ve kültürel şartlarının kendilerine verdiği bu görevi devam ettirecek cesareti göstereceklerini umut ediyorum.
21. yüzyılın başında bu görevi üstlenmek, sorumluluk ve asaletle gerçekleştirmek kolay değil. Türkiye’nin çevresindeki birçok kuvvet, bu kitapta görüleceği gibi Avrasya’yı ve Ortadoğu’yu uçuruma doğru itiyor. Ancak popülist açıklamalardan uzak duran büyük liderler, bu bölgelerin sakinlerine, sorumlu ve onurlu yöntemlerle istikrar ve barışı getirebilir.
Türkiye, kanında akan süper güç olma hissini yeniden yaşayacaktır. Sakinleri çevrelerindeki engellerin farkına vardıkları takdirde, kendilerine ve komşu milletlere çok büyük fayda sağlayacaklar. Bir İsrailli olarak Türkiye’nin tarihteki görevini sorumlulukla yerine getireceğini ümit ediyorum. İsrail milleti ve komşuları kuvvetli, şeffaf ve anlayışlı bir Türkiye’ye gereksinim duyuyor. Ortadoğu ülkelerini gerçek ve uygulanabilir bir barış anlaşmasında sadece Türkiye’nin birleştirebileceğine inanıyorum.
Avrupalıların veya Amerikalıların bölge halklarının kültürel farklarını anlamadıklarını düşünüyorum. İki tarafı ancak bölgenin tarihini ve binlerce yıldır burada etkin olan ve olmaya da devam eden dinleri anlayan biri yakınlaştırabilir. Türkiye, İsrail ve tüm Arap ülkeleri için dileğim, Türkiye’nin yeniden yükselişinin beraberinde bol lütuf ve dostluk getirmesidir.
Bu büyük milleti saygıyla selamlıyorum.
Profesör David Passig
Temmuz, 2011
Tecrübe, insanların hatalarına verdiği isimdir.
Oscar Wilde
Önsöz
Peygamber değilim, olmaya da çalışmıyorum. Tek istediğim, hepimizin alıştığı kısa vadeli düşünce tarzına meydan okumak. Düşünme tarzımız kısa vadeli olunca yanlışlar yapabilir, bizi uçurumlara sürükleyecek davranışlarda bulunabiliriz. Uzun vadeli düşüncenin bizi hata yapmaktan tamamen alıkoyacağını düşündüğümüz takdirde de yanılırız. Bununla beraber, içinde bulunduğumuz süreçleri anlamamız ve bunların uzun süreli gelişimlerini araştırmamız bizi istenmeyen çukurlara düşmekten kurtarabilir, bir daha ele geçmeyecek olanakları yakalamamızı sağlayabilir.
Geleceği okuyabileceğim kristal bir kürem yok ama güvenilirliği ve geçerliliği sayesinde uzun vadede gelecekte olacakları tüm ayrıntılarıyla ve tamamen doğru olmasa da makul düzeyde doğru bir biçimde tahmin etmemi sağlayan metodolojilere1 sahibim. Metodolojiler, düzgün ve mantıklı gibi görünmeyen olayları düzene koymayı amaçlarlar; tarihteki düzensizliğin gerisinde eğilimleri ve olayları yönlendiren bir düzen olduğunu varsayarlar. Tarihin anlamını tam manasıyla kavrayamadığımızı düşünüyorum ama düzenini anlamamız ve bu düzeni daha verimli şekilde kullanmamız gerektiği kanısındayım. Ancak, eğer incelenmesi gereken herhangi bir düzen olmadığını varsayanlar haklıysa, insanoğlunun yaptığı, yapmakta olduğu ve yapacağı hiçbir şeyin de anlamı kalmaz. Bu anlayışa göre hiçbir şeyin başı ve sonu yok, sebebi ve sonucu yok, bizler de tam anlamıyla yönsüz ve anlamsız bir karmaşa içinde uçuşan yapraklarız. Kanımca bu kaderciliği kabul edemeyiz, çünkü kadercilik özgür iradeye veya insanoğlunun varlığının anlamına dair en ufak bir umuda bile yer vermez.
Gelecek eğilimlerin incelenmesi bazıları2 tarafından değersiz, aptalca, düşüncesizce ve yararsız bir eylem olarak görülebilir. Ancak, bu kitabın okura, uzun vadeli gelecek araştırmalarının, 21. yüzyılın başında yaşadığımız hızlı değişimlerin içinde dahi mantıklı ve uygulanabilir süreçler olduğunu göstereceğini ümit ediyorum. Belki de 21. yüzyılı niteleyen bu belirsizlik içinde, bu süreç daha değerli olacak ve yazgıyı belirleyecek olaylara vereceğimiz tepkiyi düşünmek için bize daha fazla zaman sağlayacak.
Bir bakıma, herhangi bir bilim dalındaki araştırmacıyla, özellikle de gelecek bilimi araştırmacısıyla mutfaktaki şef arasında çok benzerlik var. Lezzetli bir yemek yapmak isteyen şefin öncelikle ayıklamak, parçalamak, bastırmak, karıştırmak, ızgara yapmak veya fırına vermek için gerekli araçlara; un, yumurta, sebze gibi temel malzemelere ve sonunda da eserini sunmak için sunum araçlarına gereksinimi vardır. Bu benzetme dahilinde Ortadoğu’nun olası geleceğini sunmayı hedefleyen ilk bölümde kitabın temelinde yatan tahmini gerçekleştirmek için kullandığım araçlar tanıtılıyor; ikinci bölümünde tahmini oluşturan veriler anlatılıyor ve sonraki kısımlarda da sonuç sunuluyor.
Bu kitapta Ortadoğu’daki uzun süreli eğilimleri incelemenin gerekliliğini ve bu eğilimlerin kendini nasıl gösterdiğini anlatmaya ve özellikle de bu eğilimlere sebep olan jeopolitik şartların oluşturduğu, olası ve karmaşık bir gelecek resmi çizmeye çalışıyorum. Vereceğim resmin birçok ayrıntısı gelecekten bakıldığında yanlış, hatta aptalca olabilir. Ancak amacım okura insanoğlunun tarihteki etkinliklerini incelemek için kullanabileceği araçlar vermek ve tarih içinde önceden kendisinin planlamadığı, fakat olacağı önceden belli olaylara nasıl sebep verdiğini göstermeye çalışmak. Her halükârda torunlarım, kitabımda yazdığım tahminlerimin yarısının gerçekleştiğini söylerse memnunluk duyacağım.
Birinci Bölüm
Tarihsel Mantık
Dünya yuvarlaktır.
Dönmeyi bilmeyen düşer.
Anonim
1
Geçmişten Düşünceler
Uzun vadeli düşünceye gereksinimi göstermek için birçok gelecekbilimcinin kullandığı retrospeksiyon çalışmasını kullanmak yararlı olacaktır. Bu çalışmanın amacı, kişiyi geçmişte bir zamana, bizim durumumuzda 100 sene öncesine götürerek gelecekte ne olacağını tahmin etmeye çalışmak ve sonuçta ne olduğunu gözlemlemektir.
Kendinizi 1910 senesine geri götürün. Londra’da oturan ve dünyanın birçok yerinde ticaret yapan varlıklı bir aileye mensup 13 yaşında bir Yahudi genci olduğunuzu varsayın. Kısa bir süre önce Bar Mitzva töreninizi yaptınız ve kutlamalar çok olumlu bir ortamda geçti. Avrupa’nın her yanından akrabalarınız, mutlu gününüzde sizinle olmak için törene geldi. Hiç kimse dünyanın o dönemdeki başkentine gelme fırsatını kaçırmak istemedi. 1910’da Avrupa, dünyanın doğu kısmına hâkimdi; barış döneminde ekonomi gelişiyor ve kıtanın her ülkesinin başında Birleşik Krallık bulunuyordu. O sene, önemli kişilerin artık savaşların gerçekleşmeyeceğini, savaş çıksa bile bunların küçük çaplı, en fazla birkaç hafta süren çatışmalar olacağını, çünkü uluslararası kuvvetlerin ve küresel finans pazarlarının uzun süreli ve zalim savaşların getireceği gerilim ve sıkıntıya uzun süre dayanamayacağını düşünmesi normaldi. Ingilizlerin bakış açısından gelecek açıktı: güven ve refah dolu yıllar, dünyayı yöneten Avrupa ve başlarında Britanya.
Varlıklı ve ticaretle uğraşan bir ailenin Yahudi oğlu olarak sizin geleceğiniz de açıktı ve umut vaat ediyordu: Vakti geldiğinde siz de mallarla yüklü gemilerle uzaklardaki ülkelere gidecek, değişik kültürlerle tanışacak ve babanızın size miras bırakacağı ticaretini cesur bir şekilde yöneteceksiniz. Kısacası, şanslısınız.
Kendinizi 10 sene sonrasında, 1920 yılında hayal edin; babanız zamanın ortalama yaşam beklentisinden on yıl daha fazla yaşayarak 55 yaşında vefat ediyor. Avrupa yeni bir gerçekle karşı karşıya. Kıta, uluslar tarihine “Birinci Dünya Savaşı” olarak geçecek kanlı ve kapsamlı bir savaş nedeniyle paramparça olmuş. Dünya düzeni tanınmayacak derecede değişmiş. Tabii babanızın size bıraktığı ticari altyapı da. Kıta ümitsiz bir durumda. Babanızın ticari ilişkilerini dayandırdığı imparatorluklar Avusturya-Macaristan, Rusya, Almanya ve Osmanlı imparatorluğu dört sene süren savaşın sonunda milyonlarca kişiyle beraber tarihin sayfalarına karışmış. Ticaretinizi ve ailenizi yerleştirebileceğiniz yeni bir yer arıyorsunuz. O zamana kadar Büyük Britanya’nın yanında bulunan ülkeler, Japonya ve ABD, şimdi süper güç durumunda. Almanya’ya kabul ettirilen anlaşma, yakın zamanda askeri bir güç olarak yeniden ortaya çıkmasını engelleyecek gibi duruyor. Mantığınız işinizi Almanya’da kurarak hayatınızın en önemli fırsatlarından birini değerlendirmenizi söylüyor. ABD ve Japonya çok uzakta ve bu ülkelerde ticari açıdan başarılı olabilmeniz için gereken kaynaklar ve kişisel bağlantılarınız yok. Almanya size göz kırpıyor; uzak akrabalarınızdan birkaçı Almanya’da yaşıyor, size ülkenin kültüründen ve barış zamanında ticaret açısından en iyi olanakların burada bulunacağından bahsediyorlar. Tabii ki gerekli çevrelere girmenize de yardımcı olacaklar. Oraya yerleşmeye ve kendi ailenizi kurmak üzere bir eş bulmaya karar veriyorsunuz.
Şimdi 1935 yılında, ilk oğlunuzun Bar Mitzva törenini yaptığınız cumartesi gününü hayal edin. Berlin sokakları Yahudileri taciz eden Nazi kabadayılarıyla dolu. Eşiniz ve yakın akrabalarınızın bir kısmıyla birlikte geniş salonunuzda otururken, çocuklarınız bahçede oynuyor. Uzun süredir içinizde beliren endişelerden bahsediyor, dikkatli bir şekilde ailenizle birlikte ABD’ye gitme konusunu açıyorsunuz. O zamana kadar kibarca devam eden sohbet birden gerginleşiyor. Şiddetli hisler ortaya çıkıyor. Sabırla durumun tehlikeli olduğunu, tacizlerin durmayacağını, hatta galeyana gelenlerin cinayete bile teşebbüs edebileceklerini düşündüğünüzü anlatıyorsunuz. ABD’ye gittiğinizde önünüzde açılacağını tahmin ettiğiniz ticari olanaklardan bahsederek bu yeni yola çıkarken sizi hayır dualarıyla uğurlamalarını istiyorsunuz. Avrupa’daki ortalama yaşam süresini düşündüğünüzde aşağı yukarı on beş sene daha yaşayacağınızı tahmin ediyorsunuz. Otuz sekiz yaşındasınız. En iyi ihtimalle elli beş yaşına kadar yaşayacaksınız. Sene 1952 olacak. Sık sık ziyarete gelmeye söz veriyor, işler yolunda gitmezse Berlin’e geri döneceğinizi söylüyorsunuz. Hayır dualarını alamıyorsunuz; akrabalarınız insanların aklının başına geleceğinden ve bu antisemitizm dalgasının da geçeceğinden emin. Cesaretinizi toplayıp az miktarda tasarrufunuzla eşinizi ve iki çocuğunuzu alarak ABD’ye gidiyorsunuz. Bunun, eşinizin ailesini son görüşü olacağını bilmiyorsunuz. Almanya eski askeri gücüne yeniden kavuşmakla kalmıyor, Fransa’yı işgal ederek Avrupa’nın en baskın gücü haline geliyor. Bolşevik komünistler devrimden sonra ayakta kalmayı başarmıştır ve şimdi Nazilerin müttefikidir. Çocukluğunuzun geçtiği yer olan Britanya, Almanya’ya karşı direnen tek ülke. Dünyadaki diğer ülkeler bu güç mücadelelerine karışmak istemedi, tek istedikleri barış içinde yaşamaktı. 1939 yılında çoğu kişinin bakış açısından 20. ve 21. yüzyıllar Reich’a ait. Bu nedenle insanlar Hitler’in megalomanisine karşı çıkmak istemeyerek jeopolitik aşırılıkları karşısında sessiz kaldı.
Sene 1941. Japonya kamuoyunu sarsan barbar Pearl Harbor saldırısından sonra, ABD sonunda savaşa katılıyor. Oğlunuz on dokuz yaşında ve Avrupa’daki savaş için askere alınan gençlerden biri. Amerikan Hava Kuvvetleri’nde pilot ve savaşta yaptıklarından bahsetmiyor. Siz biraz da olsa uyuyabiliyorsunuz ama eşiniz panik içinde. Endişeden ne yapacağınızı bilemiyorsunuz.
Şimdi Almanya’dan ayrıldıktan on sene sonrasını, 1945’i hayal edin. Avrupa Yahudilerinin başına gelenler şimdiye kadar sadece söylentiyken, artık söylenenlerin gerçek olduğu ispatlanıyor. Hesaplara göre altı milyon Yahudi öldü; araştırmacılar bu olayı “Yahudi Halkının Soykırımı” olarak anmaya başlıyor. Milletinizin üçte biri sadece beş sene içinde dünyadan silindi! Savaştan önce 18 milyon Yahudi varken, şimdi bu sayı 12 milyona düştü. Bu ölümlere ek olarak tüm din ve ırklardan 70 milyon kişi de hayatını kaybetti. Basında gösterilen resimler dayanılır gibi değil. Yavaş yavaş eşiniz de tüm ailesinin yok olduğunu anlıyor ve ondan sonra da kendine gelemiyor.
ABD’nin liderliğini yaptığı savaş Almanya’nın çökmesine ve parçalanmasına yol açıyor. Avrupa iki bloğa bölünüyor. Başında ABD’nin bulunduğu ülkeler ve lideri SSCB olan ülkeler. Bu iki ülke, sonu gelen Avrupa imparatorluklarının mülklerinin çoğunu kimin alacağı konusunda rekabet içindeler. ABD, insanlık tarihinde o zamana kadar benzeri görülmemiş bir süper güç olarak ortaya çıkıyor. Dünyanın tüm suyollarına hâkim. ileri havacılık teknolojisi sayesinde basit vatandaşlara bile kıtalararası ulaşım yolları açılıyor. ABD’nin elinde, Hiroşima ve Nagasaki’de kanıtlanmış nükleer gücü var ve bu gücü kullanarak dünyanın her ülkesine istediği şartları uygulayabilecek konumda. “ikinci Dünya Savaşı” olarak anılacak savaştan sonra, bu yeni süper gücün üstünlüğü karşısında, SSCB kendini jeopolitik bir kâbusla karşı karşıya buluyor. Bu zor durumdan kurtulmanın tek yolunun Almanya’ya girip Avrupa’yı işgal etmek olduğu düşünülüyor. Uzmanlar kamuoyunu yeni bir savaşa hazırlıyor; bu, ilk dünya savaşından da ölümcül bir savaş olacak. Durumu düşünen herkes insanoğlundan ve aşırılıklarından bunalmış halde.
Savaşın bitmesine rağmen oğlunuz Avrupa’dan dönmedi. Son mektubunda size ölüm kamplarında gördüklerinden bahsediyor. Onun anlattıklarından yavaş yavaş Siyonist olmaya başladığını anlıyorsunuz. Yüreğiniz ağzınıza geliyor. Oğlunuza göre bu tarz felaketlerin yeniden yaşanmaması için tek çözüm Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulması. Sabırsızlıkla dönmesini bekliyorsunuz. 21 yaşındaki kız kardeşi evlenmek üzere ve oğlunuzun düğünde bulunmaması düşünülemez. Oğlunuz 23 yaşında ve birdenbire sizin de onun yaşındayken ne yapacağınıza karar vermeye çalıştığınızı hatırlıyorsunuz. Bir savaş daha olabileceğine inanmadığınızı hatırlıyor ve tarihsel değişimlerin ne kadar şaşırtıcı olduğunu düşünüyorsunuz.
ABD’ye geldiğiniz 1935 yılından itibaren, son on yıl içinde biraz ilerlediniz ve zar zor küçük bir ticarethane açtınız. Artık savaş bittiğine göre işinizi genişletebilirsiniz. ABD ekonomisinin 1929’da geçirdiği ve en ciddi döneminin sizin göç ettiğiniz sene olduğu kriz bitmiş gibi görünüyor. Oğlunuzun da cepheden dönüp işinize katılacağını ümit ediyorsunuz.
Şimdi oğlunuzun geri döndüğünü ve onunla karşılıklı sohbet ettiğinizi hayal edin. Siz, ona hazırladığınız önemli görevden bahsediyorsunuz. O pek heyecanlanmıyor. Bu kadar acılı bir savaştan döndükten sonra ne yapmak istediğini ve aklından ne geçtiğini tahmin etmeye çalışıyorsunuz. Size nazikçe Filistin’deki kibutzlardan birinde gönüllü olarak çalışmak istediğini söylediğinde yaşadığınız şaşkınlık ve hayal kırıklığınız sonsuz. Size tüm ayrıntılarıyla kibutz hayatından ve temelinde yatan sosyalist ideallerden bahsediyor. Bir sır verir gibi fısıldayarak size Hagana örgütünün Ingilizlere ve Araplara karşı verdiği mücadeleden ve dünyanın her yerindeki Yahudilerden yardım beklediğinden bahsediyor. Dikkatle dinliyor ama bir yandan da bu kadar bilgiyi nereden edindiğini ve bu şevki nereden bulduğunu merak ediyorsunuz. Sormaya cesaret ettiğinizde size Fransa’nın Marsilya şehrinde, kibutzlardan birinden gelen ve Soykırım’dan kurtulanların Filistin’e göçlerini organize eden bir kızdan bahsediyor. Kız, küçük yaşta Fas’taki küçük Cipru Köyü’nden Filistin’e göç etmiş ve oraya varır varmaz da bir kibutza katılmış.
Oğlunuza savaştan sonra en güvenli ve gelecek vaat eden ülkenin ABD olduğunu anlatmaya çalışıyor, tehlikelerle ve sıtmayla dolu bir yerde ne işi olduğunu soruyorsunuz. Bir Ingiliz olarak Ingilizleri iyi tanıyorsunuz, bir Yahudi devletinin kurulmasına kesinlikle izin vermeyeceklerinden eminsiniz. Yahudilerin kendi devletlerini kuramayacaklarını söylüyorsunuz; ne de olsa kendilerini yönetme gelenekleri yok ve hürriyet kültürüne de sahip değiller. Bağımsızlıklarını ilan etmeye cesaret etseler bile karşılarına çıkacak Arap ülkelerine karşı koyma ihtimalleri sıfır. Söylediklerinizin işe yaramadığını gördüğünüzde elinizdeki son silahı kullanıyorsunuz: 50 yaşına yaklaşıyorsunuz ve yaşınız sizi zorlamaya başlamış; o bir sene sonra geri dönene kadar başınıza bir şey gelmemesi için dua edeceğinizi söylüyorsunuz. Oğlunuzun âşık olduğunu ve söyleyeceklerinizin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini fark ettiğinizde vazgeçiyorsunuz.
Buna rağmen kendinizi üç sene sonrasında hayal edin. Sene 1948 ve oğlunuz kibutzda kalıp dönmemiş. Gelen az sayıda mektuptan erkek bir torununuz olduğunu öğreniyorsunuz. Bebek İsrail bağımsızlığını ilan ettikten sonra doğan ilk bebeklerden. Bebeğe verilen kimlik numarasını okuduğunuzda gözyaşlarınıza hâkim olamıyorsunuz. Nazilerin akrabalarınızın kollarına dövmeyle kazıdığı rakamları düşünmeden edemiyorsunuz ve ikisinin arasındaki kesin zıtlık aklınızdan çıkmıyor. Boğulacak gibi hissediyorsunuz. Ben Gurion’un bağımsızlığı ilan etmeden birkaç gün önce, İsrail Ordusu’nda yüksek rütbeye sahip oğlunuzu hava kuvvetlerini kurmakla görevlendirdiğini öğrenince mutluluk mu, yoksa endişe mi duyacağınızı bilemiyorsunuz. Sürekli çocuklarınızın ve torunlarınızın resmine bakıp geceleri rüyalarınızda onları görüyorsunuz. İki sene sonra oğlunuzun bir kızı oluyor. Bu ilk kız torununuz, sevinç dolusunuz. Bu kitabı bu torununuzun torununun 21. yüzyılın ilk yarısında yaşadıklarıyla kapatacağım.
Şimdi 1967 yılının yazını düşünün. 70 yaşındasınız. En uç düşüncelerinizde bile bu yaşa geleceğinizi düşünmüyordunuz. Doğduğunuzda ABD’deki ortalama yaşam süresi 48 seneydi. Bu istatistiğe en az yirmi iki sene ekleneceğine ve diğer birçok kişiyle birlikte sağlıklı bir şekilde bu yaşa ulaşacağınıza kim inanırdı? Altı Gün Savaşı tam bir sürpriz olarak geldi ve kazanılması Israil Devleti’nin geleceğiyle ilgili tereddütlerinizi tamamen sildi. Aynı zamanda Amerikan toplumu daha önce yaşamadığı türden bir krizin içinde: Vietnam Savaşı nedeniyle bölünmüş. Herkes hâlâ bu savaşı muhteşem gücüyle Amerika’nın kazanacağını düşünüyor. Kızınızın Vietkong’la savaşmak üzere askere alınan iki çocuğu için endişeleniyorsunuz. Büyük ABD’nin en acı yenilgilerinden birini yaşayacağını ve bunun sonraki nesillerin durumunu belirleyeceğini tahmin bile etmiyorsunuz. Bu arada İsrail’deki büyük torununuz da Altı Gün Savaşı’ndan sonra hâlâ askerde. Paraşütçüler Birliği’nde genç bir subay ve Ağlama Duvarı’nı kurtaranlardan biri. ABD, SSCB tarafından değil de Kuzey Vietnam’da görünürde organize olmayan komünist gruplar tarafından yenilgiye uğratılırken İsrail Arap ülkelerinin ordularına yenilmemekle kalmıyor, aynı zamanda Kudüs’ün doğu kısmını da ele geçiriyor. Tarihte gördükleriniz karşısında şaşkınsınız, daha neler göreceğinizi merak ediyorsunuz.
Yaşamaya devam ettiğiniz takdirde görecekleriniz hayal edilemeyecek şeyler. Buna rağmen 10 yıl daha yaşadığınızı varsayın. Sene 1977. 1973 yılında İsrail Devleti’nin kuzeyde Suriye, güneyde de Mısır tarafından neredeyse tamamen işgal edildiği savaştan sonra, Arap ülkeleri arasında en büyük ve kuvvetli ülke olan Mısır’ın devlet başkanı Sedat, Ben Gurion Havaalanı’na iniyor ve İsrail Parlamentosu’nda barışla ilgili bir konuşma yapıyor.
Sene 1989. Muhteşem SSCB büyük bir gürültüyle yıkılıyor. Doğu Avrupa’yla Batı Avrupa bir mermi bile atılmaksızın birleşiyor. Dönemin en büyük düşünürlerinden Francis Fukuyama, büyük dalgalar yaratan kitabının başlığını “Tarihin Sonu ve Son İnsan” olarak koyuyor. Kitabında komünist bloğun düşüşünün, inananları arasında çatışmalara yol açan değişik görüş açıları, ideoloji ve yönetim şekillerinden oluşan basit bir tarihi adım olmadığını; bu tarz tarihin sonunu belirlediğini, bundan itibaren liberal demokrasinin tüm dünya devletlerinde hiçbir rekabet görmeksizin hüküm süreceğini iddia ediyor. Devletler arasındaki anlaşmazlıklar bundan böyle ufak bölgelerle sınırlı olacaktır.
Dört yıl sonrasını düşünün; senelerce süren taş atmalardan sonra Arafat İsrail’e geliyor ve düşmanı Yitzhak Rabin ve arkadaşı Şimon Peres’le “Savaşa Son, Kan Akıtmaya Son” sözü veren anlaşmayı imzalıyor. Bundan yedi yıl sonra Ariel Şaron’un İsrail’in başbakanı, yardımcısının da Şimon Peres olacağını, ikisinin beraber Arafat’a karşı mücadele yürüteceklerini, Arafat’ın yıllarca odasına hapsolacağını ve sonunda Fransa’ya giderek bir hastanede hayatını yitireceğini tahmin edemezdiniz. Aynı şekilde, Ariel Şaron’un üç yıl sonra, kendi parti üyelerinin ve seçmenlerinin itirazlarına rağmen, Filistinlilerle devam eden mücadele sonrasında Gazze ve Batı Şeria’dan tek yönlü ve şartsız olarak çekileceğini hayal bile edemezdiniz.
2000 yılında oğlunuzun torunu askerden terhis olduktan sonra, askeri olmasa da finansal açıdan 21. yüzyılın süper gücü