Kinci kızların büyük, görkemli masalı. Karanlık sırlar ve entrika dolu bir romans. 19. Yüzyıl New York sosyetesi Lüks’te buluşuyor. Bu keskin ve zeki arkadaşlık, aşk, yalan ve ihanet dramasını tek solukta okuyacaksınız.”
Kirkus Reviews
Gizem, romantizm, kıskançlık, ihanet, mizah ve muhteşem bir tarihsel arka plan. Lüks’ü elimden bırakamadım.”
-Cecily von Ziegesar
Dedikoducu Kız yazarı
PROLOG
BELLİ BİR ÇEVREDE YAŞAYAN NEW YORKLU BİR KIZ
İçin her şey her zaman yerli yerinde olmalıdır. Bu kız tüm mücevherlerini mücevher kutusunda ve korselerini korse çekmecesinde tutar. Yürüyüşe çıkarken yürüyüş kıyafeti giyer, tiyatroya giderken tiyatro şapkası takar. Bir öğleden sonra özellikle görmek istediği bir arkadaşını ziyaret edecekse onu tam olarak hangi saatte evde yalnız ve İtirafa hevesli bulacağını çok iyi bilir. Ve görmek İstemediği birinin evine görev gereği uğradığında elbette o hanımın evde olmadığını kesinlikle bildiği saatte kapıyı çalar.
Böyle bir kız sokakta şapkasız ya da erkeklerin bulunduğu bir ortamda eldivensiz görülmez. İşte bu yüzden 1900 yılının baharın yaklaştığını gösteren ilk ılık gününde, açık gök’ yüzünde oradan oraya uçan minik serçe bu hanımların hiçbirinin bulunması gereken yerde bulunmadığını görünce büyük bir sürprizle karşılaştı.
Mart başlarıydı ve kaldırımda bir önceki günkü kadar yağmur birikmiş olmasına rağmen ılık akçam havası baharın müjdesini taşıyordu. Bizim kuş, Beşinci Caddedeki evin penceresine konunca minik kalbi beyaz tüylü göğsünde çırpınmaya başladı. Zira New York’un en iyi ailelerinden birine yeni gelin olan bu hanım tam o anda kocasına hiç ben yemeyen bir adamın yanında korsesinin iplerini çözüyordu. Yanakları aksam yemeğinde içtiği şampanyadan dolayı al aldı ve hizmetçisinin yardımı olmadan giysilerini çıkarmaya alışık olmadığından sık sık kıkırdıyor, gülme krizlerine giriyordu. Sonunda yanındaki adam ona yaklaştı ve ipleri yavaşça kendi eliyle çözmeye başladı.
Derken minik kuş uçtu, caddenin üstünden güneye doğru yükselirken alacalı kanatlarını akşam esintisi yaladı. Milyonerlerin patlak ışıklarla aydınlatılmış kapı önlerinden ve her daim hazır bekleyen arabacılarının kafasının tepesinden geçti. Ardından da zenginler için yapılan şu yeni apartman dairelerinin pencerelerinin dışındaki demir parmaklığa kondu. Sokak lambalarının ışığı camlardan yansıyordu, yine de içerideki figürler gayet netti.
İçerideki kız, ailesinin şöhretiyle ve ailesinin adresiyle, ayrıca da gösterişli nişanıyla tanınıyordu. Fakat şu anda bulunduğu apartman dairesi Manhattan’da annesiyle babasının oturduğu yerden daha kuzeydeydi ve onu ateşin karşısına oturmaya çağıran adam da kızın bir zamanlar yüzüğünü taktığı adama hiç benzemiyordu. Fakat serçenin koyu renk gözleri çoktan başka tarafa kaymıştı bile ve daha fazlasını yakalamaya kalmadan bizim kuş aşağı pike yapıp uzaklaştı.
Oradan güneydoğuya yöneldi, kibar insanların pencerelerinin Önünden geçerken içerideki manzaralara göz attı. Birinde, yeni elde ettiği servetine rağmen, kimsenin adını sanını duymadığı bir adamın önünde çorabını indirmekten kendini alıkoyamayan bir kadın vardı. Son günlerde bekarlığını sona erdirerek herkesi şaşırtan New York yüksek sınıfının gözde oğlu, Hudson Nehrine dalıp gitmişti. Ve bahar kıyafetleri henüz Paris’ten gelmediği için hala ağır kışlık kadifeler içindeki karısı çok şık bir salondaydı ama bir dans partneri yoktu.
Tüm bunlardan sonra kim bizim minik kuşu, hala görgü kurallarına değer veren eski moda bir ailenin pervazına konduğu için suçlayabilir ki? Fakat küçük serçemiz Gramercy Park, 17 Numara’yı seçmiş olsa da bu pencerelerin ardında bile olaysız, sakin bir yaşam sürdüğünün bir garantisi yoktu. Yine de bu gece Diana Holland belki de kendi sınıfı içinde olması gereken yerdeki tek kızdı. Sonuçta odasında oturuyordu. Tek başınaydı. Kural tanımayan parlak kıvırcık saçları omuzlarına dökülüyordu. Gül yanakları hafifçe çökmüştü. Diana karşısında pek çok neşeli geceye hazırlandığı, oymalı tuvalet masasının aynasında kendine baktı.
Şu anda hiç de neşeli bir hali yoktu. Çoğu zaman nemli nemli bakan derin kahverengi gözleri ağlamaktan kurumuştu ve ufak, yuvarlak ağzı çaresizlikle bükülmüştü. Yansımasına gözlerini kırpıştırdı, tekrar kırpıştırdı ama karşısındaki görüntü değişmedi. Aynadan ona bakan bu kızdan artık hiç hoşlanmıyordu ve biliyordu ki kısacık hayatında yaşadığı onca trajediye rağmen hiç bu kadar düşmemişti. Yaptığı şeyi düşününce içi acıdı ve orada oturdukça acısı daha da arttı. Ardından omuzlarını gevşetip çenesini kaldırdı. Gözlerini son bir kez daha kırpıştırdı ve yüzünde kararlı bir ifade belirdi.
Elini masada duran altın kaplama makasa uzatırken gözlerini aynadan hiç ayırmadı. Parmakları makası kavradığında bir saniye bile tereddüt etmedi. Makası saçlarına götürdü ve kesmeye başladı. Saçları o kadar gürdü ki tamamen kırpmak için nefessiz birkaç dakika geçirmek zorunda kaldı. Parlak kahverengi saç tutamları ayağının dibinde birikince sandalyesini geri itip kendi yansımasından hızla uzaklaştı ve ancak o zaman tekrar nefes aldı. Geriye sadece kulaklarının üstünden, ensesinden fırlayan koyu kahverengi kökler kalmıştı.
Daha sonra, sabahın ilk ışıkları gökyüzünün bir ucandan görünmeye başladığında, hala Holland evinin saçağında dinlenen bizim serçe, evin bu en genç sakininin ön kapıdan çıkrığını gördü. Kızcağız soğuktan korunmak için eski paltosunun önünü kapamış, şapkasını kulaklarına kadar indirmişti. Herhangi bir insanın onun yürüyüşündeki kararlılığı farketmesi için saat çok erkendi ya da çok geçti fakat kız yeni günün içinde gözden kaybolurken serçenin siyah gözleri onu takip etti
BİR
BAY LELAND BOUCHARD.
NEW YORK OTOMOBİL KULÜBÜ
ÜYELERİ ŞEREFİNE VERECEĞİ BALODA
SİZİ DE ARALARINDA GÖRMEKTEN
BÜYÜK MUTLULUK DUYAR.
8 ŞUBAT 1900, PERŞEMBE AKŞAMI
SAAT DOKUZDA.
DOĞU 63. SOKAK, 18 NUMARA
…