14. yüzyıl İspanyasında feodal beyinden kaçan bir serf. Kıtlık, veba ve yasak bir aşk… Şehrin büyük bir özveriyle inşaatında çalıştığı Deniz Katedrali’nin gölgesinde, özgürlüğünü kazanan ve Yahudi bir kadınla yasak aşk yaşamakla suçlanan, Kilise’yi karşısına alan Arnau.
ORTAÇAĞ BARSELONASINDA AŞK, SAVAŞ VE İNTİKAM DOLU BİR ROMAN.
“Yazıldığı gibi hevesle okunan bir öykü ve sonunda daha fazlasını okuma isteği bırakıyor. Bir mucizeler özeti.”
—La Vanguardia
“Deniz Katedrali farklı ilgi alanlarına sahip okuyucularda tutku yaratacak. Ve yalnızca en iyi bestseller kitaplar bunu başarabilir.”
—El Mundo
“Gizemler ve ihanetlerle dolu bir konu zenginliği . . . bir kişinin gelişiminin göz alıcı bir öyküsü.”
—El Periodico
“O kadar iyi kurgulanmış ki, son altmış sayfa fişek gibi patlıyor.”
—Washington Post
I
1320 yılı
Navarcles, Bernat Estanyol’un çiftliği,
Katalonia Prensliği
Bernat kimsenin kendisine bakmadığını fark ettiği bir sırada, berrak mavi gökyüzüne kısa bir bakış fırlattı. Zayıf Eylül sonu güneşi, konuklarının yüzlerinde geziniyordu. Hazırlamak için çok fazla zaman ve emek harcadığı bu kutlamaya, ancak kötü hava gölge düşürebilirdi. Gökyüzündeki Sonbahar havasına bakıp gülümsedi ve bakışlarını tekrar yere indirdiği sırada, çiftlik evinin eteklerindeki ağıllardan duyulan sesin yanı sıra, taş kaplı avludan gelen keyifli uğultuları dinledi ve gülümsemesi yüzüne iyice yayıldı.
Sayıları otuz kadar olan konukları, oldukça coşkuluydular: O yıl üzüm hasadı mükemmel olmuştu. Üzümlerin hasat zamanında ve çiğnenmesi sırasında, herkes, kadın, erkek, çocuk bir gün bile dinlenmeden, şafak vaktinden alacakaranlığa kadar, hiç durmadan çalışmışlardı.
Durgun geçecek kış günleri boyunca, şarap fıçılarda mayalanmaya bırakıldığında ve uzum kabukları da likör yapılmak üzere depolandığında, çiftçiler ancak Eylül bayramlarını kutlayabildiler. Bernat Estanyol da evlenmek için o günleri seçmişti.
Bernat konuklarına şöyle bir göz gezdirdi. Çoğu, Estanyol’un çiftlik evini kendi mülklerinden ayıran, oldukça uzun yolu yürümek için şafak vakti uyanmışlardı. Şimdi hepsi düğünden veya hasattan ya da belki de her ikisinden de bahsederek epey iyi vakit getiriyorlardı. Aralarından, Estanyol kuzenlerin ve kayınbiraderinin akrabaları olan Puig aileşinin de oturduğu yerde bulunan bir grup, aniden gülmeye başladı Bernat yüzünün kızardığını hissetti fakat fark etmemiş gibi davrandı; neye gülmüş olabilecekleri hakkında düşünmek bile istemiyordu Kafası dağınık bir durumda avluda gezinirken, Fontaın’es ailesini, Vilaları ve joaniquetleri ve tabii ki gelinin akrabaları—Esteve ailesini fark etti.
Bernat göz ucuyla kayınpederine bir bakış attı. Pere Esteve kocaman göbeğini gezdirirken, davetlilere gülümseyerek onlarla sohbet ediyordu. Sonra tîernat’ın neşeli yüzüne doğru döndü ve Bernat ilk gün kendini, belki yüzüncü kez adamı selamlarken buldu. Gelinin ailesinin diğer fertlerine baktı ve onların masalarda, kalabalığın arasında dağılmış olarak oturduklarını gördü Bernat’in onları kazanma çabalarına karşın, onlar Bernat’a daima biraz; ihtiyatlı yaklaşmışlardı.
Gözlerini bir kez daha gökyüzüne çevirdi Onun bu mutlu güllünde, hasat ve hava da ona sırt çevirmemişti. Çiftlik evine doğru bir göz attı, arkasından da tekrar davetlilere baktı ve sonra dudaklarını büzdü. Düğünün tüm curcunasına rağmen, aniden kendini çok yalnız hissetti Babasını kaybedeli henüz bir yıl olmuştu; evlendikten sonra Barselona’ya yerleşen kız kardeşi Guiamona’yı, tekrar görmeyi çok istemesine rağmen, kız kardeşi, ona gönderdiği mektupları cevapsız bırakmıştı. Oysa, babasının ölümünden sonra, ailesinden en yakın akrabası sadece o Babasının Ölümü, Estanyol çiftliğini tüm yörede ilginin merkezi haline getirmişti; çöpçatanlar ve henüz evlenmemiş kızları olan ana babalar, çiftliğe sayısız ziyaretlerde bulunmuşlardı. Daha önceleri, hiç kimse onlara pek ilgi göstermemişti, fakat yaşlı adamın ölümü, isyankâr doğası ona “Deli Estanyol” lakabını kazandırmıştı kızları henüz evlenmemiş olan köylülerin, kızlarını, civardaki en zengin çiftçiyle evlendirme umutlarını yeniden yeşertmişti.
Onu cesaretlendirmek için “Evlenecek kadar büyüdün. değil mi?” diye soruyorlardı. “Kaç yaşındasın?”
Yirmiyedi yaşındayım.
“Neredeyse torun sahibi olarak yaşa gelmişsin” diye onu azarlamışlardı bir keresinde. “Tek başına ciltlik evinde ne yapıyorsun, sana bir kadın lâzım.”
Bernat onların hepsini sabırla dinledi. Biliyordu ki, bu nasihatleri mutlaka belli bir aday takip edecekti; bir öküz kadar güçlü ve en güzel günbatımından bile daha güzel bir kız.
Bunların hiçbiri onun için yeni değildi. Karısını, Guiamona’y. doyururken Deli Estanyol, oğluna bir eş bulmayı çalışmıştı ancak, bütün müstakbel dünürler onun gelini olacak kızdan beklediği çeyizi ve diğer beklentilerini öğrenince, lanet okuyarak, çiftlik evinden kaçmışlardı Bernat’ın bu konuya ilgisi de yavaş yavaş azalmıştı. O büyüdükçe, babasının davranışları aşırılaşmış, asilimi gerçek deliliğin sabırlarına dayanmıştı. Bernat da tüm dikkatini, topraklarına sahip çıkmaya ve babasına göz kulak olmaya vermişti; şimdi ise birdenbire kendisini, yirmi yedi yaşında, yalnız ve etrafı kuşatılmış bir halde bulmuştu.
Bernat’a ilk ziyaret, babasının kurallara uygun bir şekilde, ebedi istirahatgâhına gömülmesinden hemen önce, N’avareles Beyi’nin subayı tarafından yapılmıştı. Beyin yardımcısını yanında birkaç askerle birlikte, çiftliğine doğru tırmanırken gördüğünde, “Ne kadar haklıydın, baba!” demişti Bernat kendi kendine.
“Ben ölür ölmez,” diye son isteğini birkaç kez tekrarlamıştı yaştı adam, olum döşeğindeyken henüz kendinde olduğu son dakikalarında, “burada olacaklar ve onlara benim vasiyetnamemi göstereceksin.” Bunu söylerken de, içinde Deli Estanyol’un son isteğinin ve vasiyetnamesinin bulunduğu, bir deri parçasına dikkatlice sarılmış kağıtları yerleştirdiği bir taşın altını işaret etmişti.
“Bu neden gerekli, baba?” diye sürmüştü Bernat, yaşlı adam bunu ilk söylediğinde.
“Senin de bildiğin gibi,” diye cevaplamıştı yaşlı adam “biz bu toprakları beyimizden kiralarız, fakat ben bir dul olduğum için, eğer yazılı olarak belirtmezsem, beyin tüm mal varlığımızın ve hayvanla n mı sırı yarısını talep etme hakkı doğar Bu durum, bir vasiyetname yazmadım Ölenlerin bıraktıkları mallar için geçerli olan bir kuraldır; bu şekilde Katalonya beylerinin çıkarlarına olmuş birçok örnek var, bu yüzden bunların tümünden haberdar olduğunu bilmelerini sağlamalısın. Burada olacaklar Bernat; yasal olarak sahip olduklarımızı ve haklarımızı bizden almak için buraya gelecekler. Onlardan ancak vasiyetnamemi göstererek kurtulabilirsin.”
“Ya onu benden alırlarsa?” diye sormuştu Bernat “Nasıl birileri olduklarım bilirsin…”
“Öyle yapsalar bile, bu bilgiler resmi kağıtlarda kayıtlı.”
Beyin ve yardımcısının kızgınlığı, bölgede kısa sürede duyuldu. Bu sadece, babasının bütün malvarlığı tamamen ona miras kaldığı için, tek erkek çocuk olan Bernat’in daha cazip ve göz alıcı görünmesine yol açmıştı.
Bernat şimdi kayınpederi olan adamın, daha önceden çiftliğe gelip hasattan önce ödeme yaptığını çok net hatırladı Beş demir para, bir saman şilte ve beyaz keten bir gömlek—kızı Francesca için önerdiği çeyiz, bunlardan oluşuyordu.
“Neden beyaz keten bir gömlek isteyeyim ki?” diye sormuştu Bernat, elindeki tırmıkla çiftlik evinin alt katındaki samanları eşelemeye ara bile vermeden.
“Bak,” demişti sadece Pere Esteve cevap olarak. Elindeki tırmığa yaslanarak, Pere Esteve’in işaret ettiği yöne doğru baktı: Ahır girişinin olduğu yere. Gördüğü şey karşısında, elindeki tırmığın yere düşmesine engel olamadı. Beyaz keten bir gömlek giymiş Francesca’nın silueti, arkasından ışık vurmuş bit halde, oradaydı… Kızın bütün vücut hatları seçilebiliyordu ve onu bekliyordu!
Bernat’ın sırtından aşağı bir ürperti dolaştı. Pere Esteve gülümsedi
Bernat adamın teklifini kabul etti. Orada ve ondan sonra da, ahıra, kızın yanına gitmeden, ama bir an olsun gözlerini ondan ayırmadan. Bunun çok acele alınmış bir karar olduğunun farkındaydı, ama şimdiye kadar bir pişmanlık duymamıştı: İşte orada, genç, güzel ve güçlü Francesca, tam önünde duruyordu. Kalp atışları hızlandı. O gece… Acaba o ne düşünüyordu? O da Bernat gibi mi hissediyordu? Francesca diğer kadınların heyecanlı ve neşeli gevezeliklerine katılmıyor, sessizce annesinin yanında oturarak, onların şakalarını cevaplarken zoraki gülümsüyordu Bir an için göz göze geldiler. Francesca’nın yüzü kızardı ve bakışlarını indirdi, fakat Bernat kızın nefes alırken göğsünün hızla inip kalkmasından, onun da gergin olduğunu anladı. Beyaz keten giysisi, Bernat’ın arzularını ve fantezilerini bit kez daha harekete geçirdi.
“Seni tebrik ediyorum!” diyen bir ses duyduğu anda, sırtının da sıvazlandığını fark etti. Bunu yapan kayınpederiydi ve Bernat’ın gözlerini ayıramadığı ve ne yapacağını bilemez halde oturan kızını işaret ederek, “Benim için ona iyi bak” diye de ekledi. “Eğer ona yaşatmayı düşündüğün hayat bu kutlama kadar muhteşemse… Bu şimdiye kadar gördüğüm en harikulade ziyafet. Navareles Beyi bile böyle bir ikramın altından kalkamaz.”
Konuklarını memnun etmek amacıyla, köylülerin genelde yediği, fakat kendisi için yeterli kalitede bulmadığı, arpa ve çavdardan yapılan ekmek yerine, kırk yedi somun buğday ekmeği hazırlamıştı. Yalnızca en beyaz ekmek, karısının giysisi kadar beyaz bir ekmek onun için yeterli kalitede olabilirdi! Bütün somunları pişirmeleri için Navareles şatosuna götürmüş ve her zamanki gibi fırıncının hakkım ödemek için iki hamur topağının yeteceğini hesaplamıştı. İki topak hamuru tezgâhta gören fırıncının gözleri Önce kocaman açılmış ve daha sonra pazarlık ifadesine bürünerek daralıp ince çizgiler halinde gelmişti Pişirmeye karşılık yedi somun ekmeğe anlaşan Berna t, bir yandan da köylülerin kendi ekmek fırınlarına, veya demir uçaklarına sahip olmalarına engel olan yabalara lanet okuyarak şatodan ayrıldı…
“O konuda haklısın” dedi kayınpederine, aklındaki o kötü anıyı uzaklaştırarak.
İkisi birlikte gözlerini avluya diktiler Ekmeklerinin birkaçı çalınmış olabilirdi fakat konukları için hâlâ şarabı en iyisinden, babam tarafından depolanmış ve birkaç yıl yaşlanmaya bırakılmış ve tuzda kavrulmuş domuz eti, baharatlı tavuklu pişirilmiş sebzeli güveç ve tüm bunların üstüne, ortadan yarılarak yavaş yavaş kızaran dört kuzunun, ateşteki korların üzerine akan yağlarından yayılan, o dayanılmaz kokusu vardı.
Aniden bir kadının telaşlı sesi duyuldu güveç pişmişti ve konukların yanlarında getirmiş oldukları çukur kaplara koyulmaya hazırdı. Pere ve Berna t avluya yerleştirilmiş olan tek masaya olurdular. Kadın masadaki dürt boş tabureyi görmezden gelerek, aceleyle onlara yemek koydu. Diğerleri ya ayakta ya da ahşap banklara tutarak, yemeklerini yemeye başlarken, bir kaç ahçı da tetikte durarak ara sıra, kızaran kuzulara göz atıyorlardı Herkes, şarap içmekle, sohbet etmekle ve bağırıp çağırarak gülmekle meşguldü.
“Evet, gerçek bir kutlama,” Pere Esteve doğruladı, ağzım dolduran lokmaların arasından.
Kalabalığın arasından biri gelin ve damadın şerefine kadeh kaldırdı. Herkes ona katıldı.
…