Mr. Wilson, gençliğine ve dillere destan servetine rağmen hayattan zevk alamayan, New Yorklu bir trilyonerdir. Bir yılbaşı gecesi, dışarıda insanlar doyasıya eğlenirken Wilson eve kapanmış, mânâsızlıktan gelen bir öfke ve kederle kendini yiyip bitirmektedir. O sırada emektar oda hizmetçisi, uzun zamandır görmediği eski dostu , Felsefe ve Ruh Doktoru Mr. Thurbur’den gelen bir hediye paketi getirir. Paketin içinden Fitzgerald’ın kaleminden meşhur şair ve düşünür Ömer Hayyam’ın hayatı ile rubaileri üzerine yazılmış bir kitap çıkar. Wilson tam da bu bunalımlı anında yılbaşı hediyesi olarak aklına ve irfanına güvendiği bir dosttan böyle bir hediye almış olmayı pek manidar bulur ve kitabın sayfalarını çevirmeye başlar.Bu andan itibaren Mr. Wilson ile beraber mekânda ve zamanda bir yolculuğa çıkarız. İlk olarak 1064 senesinin Nişaburu’nda, İmam Muvaffak adlı üstadın üç talebesiyle yaptığı derse konuk oluruz. Abdülkasım, Ömer ve Hassan adlı bu talebeler, daha sonra anlatılacak hikâyenin de baş kahramanları olacaktır. Aradan seneler geçecek, Abdülkasım, Selçuklu Sultanı Melşikşah’ın sarayına vezir olup Nizamülmülk ismini alacaktır.
Selçuk Saraylarında Ömer Hayyam’ın Hayatı ve Maceraları
Mister Willson, gençliğine ve bilhassa, dillere destan olan servetine rağmen hayattan hiç memnun değildi. Binbir Gece Masalları’nı sönük bırakan yüz binlerce eğlenceyi tanıktan sonra bunlardan da bıkmış usanmış, en aziz dostlarına bile kapısını kapamış, herkesten uzak bir hayat geçiriyordu.
Bir yılbaşı gecesiydi. Mister Willson, perdeleri sımsıkı kapanmış bir odada şezlonga uzanmış, sigara içiyordu. New York caddelerini dolduran neşeli halkın kahkahaları derinden geliyordu. Willson. bütün bunları işitiyor, işittikçe sinirleniyordu. Elindeki sigarayı yanındakilerin üstünde duran billur tabağın içine attı. Asabiyetle kalktı, pencereye giderek perdeleri araladı ve caddeye haklı Caddede renk ve ziya kaynıyordu. Mahşer gibi halk dalgalanıyor, şarkı ve kahkaha sesleri yüksek binaların duvarlarına çarpıyordu Halkın bu coşkun zevk ve neşesi, onun büsbütün asalıma tesir etti, yumruklarını sıkarak homurdandı:
Ahmaklar eğleniyor. Sonra öfke ile perdeyi kapadı. Bu esnada kapı açıldı. Willson’un sadık ve emektar oda hizmetçisi Bili içeriye girdi. Willson’un önüne kadar geldi. Elindeki gümüş tepsiyi uzatarak:
Yılbaşı hediyesi, dedi.
Willson, hiddetlen parlamaya yüz tutmuş bir vaziyette Bili’ye baktı ve cevap verdi;
Ne münasebet? Böyle şeylerle alakam kalmadığını size tembih etmiştim, ne için kabul ettiniz?
Bili, ayakta dimdik duruyordu. Hafifçe eğildi. Manalı bir gülümseme.
Fakat öyle bir zattan geldi ki onu reddetmek mümkün değildi, diye mukabele etti
Bill’in bu sözleri. Willson’da merak uyandırmıştı… Elini uzattı, tepsideki paketin üstünde duran kartı aldı ve şu yazıları okudu:
Christopher C. Thurber
Felsefe ve Psikoloji
Kartı okurken Willson’un çehresinde hafif bir tebessüm dalgalandı. Çünkü kartın sahibi Mister Thurber, vaktiyle onun en aziz bir hayat ve zevk arkadaşıydı, Willson, elini yine tepsiye uzattı, paketi aldı, açmaya lüzum görmeden iki eliyle yokladı. Bu bir kitaptı. Willson, dudaklarını büktü; kitabı masanın üstüne bıraktı ve odada gezinmeye başladı.
Bili sordu:
Bir emriniz var mı? Willson asabiyetle cevap verdi:
Evet, yalnız kalmak ve hiçbir şeyle meşgul olmamak istiyorum. Can sıkıntısından ve bu maskara hayattan bir an evvel kurtulmak…
Bili, gözlerini semaya kaldırdı. Dindar bir Hrisıiyan hali aldı.
Bu mesele. Tanrı’ya aittir. dedi ve yavaş yavaş geri çekilip odayı terk etti.
Caddenin gürültüleri geliyor, hayattan memnun olan binlerce insanın çılgın ve neşeli kahkahaları şarkı seslerine karışıyor, coşkun bir deniz dalgası gibi ortalığı inletiyordu. Willson bunları işittikçe asabileşiyor. süratli adımlarla mütemadiyen odada geziniyordu. Birdenbire masanın önünde durdu. Elini gümüş kutuya uzattı, bir sigara aldı ve yaktı. Bu esnada gözleri, yavaş yavaş orada duran paketin üstüne kaydı. Sanki o pakette, Willson’un gözlerini çeken meçhul bir cazibe vardı.
Willson mukavemet edemediği bir hisle paketi aldı. Sigarasını dudaklarının arasına sıkıştırarak ağır ağır üstündeki kâğıdı açtı, kitabı meydana çıkardı.
Dudakları müstehzi’ bir tebessümle bükülerek:
Ne güzel bir yılbaşı hediyesi! derken kitabı çevirdi ve kabına baktı.
Kitabın kabında, o nefis ve rengarenk Şark nakışlarının arasında bir isim vardı: Ömer Hayyam. Bu isim onda hiçbir tesir uyandırmadı. O, şimdi yalnız bir şey merak ediyordu. Eski bir sefahat arkadaşı olan Mister Thurber acaba ne diye bu kitabı ona yollamıştı?
Mister Thurber, hasis ve görgüsüz bir adam değildi. Sevgili bir dostuna, bir yılbaşı hediyesi göndermek icap ederse birkaç bin dolar feda etmekten çekinmezdi. Öyleyken şimdi ismi bile kendisinin meçhulü olan bu kitabı yollamakta ne mana vardı?
Willson. hem bunları düşünüyor hem de dudaklarının arasında mırıldanıyordu:
Biliyor, ne için böyle bir köşeye çekildiğimi, ne için herkesten kaçtığımı biliyor. Hatta yalnız insanlardan değil, gazetelerden….