Evrenin en karmaşık ve gizemli nesnesi görünüşte hiç de cezbedici değildir. Mat gri renkte bir zarla kaplı olan ve kıvrımlı bir mantarı andıran bu nesne esrarengizliğiyle bilim insanlarının, filozofların ve sanatçıların yüzyıllar boyunca ilgisini çekmiştir. Söz konusu nesne, elbette ki insan beynidir. Teknoloji alanında yaşanan yeni gelişmeler bizlere beynin insan zihnini nasıl ortaya çıkardığını anlamada yardımcı olmaktadır. Artık beyin devrelerinin olağanüstü karmaşıklığını görebiliyor, âşık olduğumuzda, yalan söylediğimizde ya da piyangoyu kazandığımızı hayal ettiğimizde hangi bölgelerinin enerji harcayıp hangilerinin elektrik ürettiğini gözlemleyebiliyoruz. Bu kauçuğu andıran ağ örgüsünün milyonlarca hücresinin içinde fevkalade bir şey var:
Siz. Robert Winston bizleri insan beyninin derinliklerine götürerek hayatımızın gidişatını belirleyen duyularımızın, duygularımızın ve kişiliğimizin nasıl olup da tek bir noktadan idare edildiğini gözler önüne seriyor. Winston, anıların nasıl oluşturulup kaybedildiğini, sürekli değişim halinde olan beynin küçük çocukların öfke nöbetlerinden ergenlik çağındaki gençlerin bunalımlı hallerine kadar nasıl sorumlu olduğunu açıklarken, duyuüstü algılar, dejavu ve beden dışı deneyimlerin arkasındaki gerçeği de ortaya koyuyor. Bir yandan zekâmızı nasıl geliştirebileceğimizi, sahip olduğumuz ancak hiç fark etmediğimiz becerilerimizi nasıl ortaya çıkarıp eski alışkanlıklarımızdan nasıl vazgeçebileceğimizi ve yaşlanırken beynimizi ne şekilde formda tutabileceğimizi keşfederken, diğer yandan da büyük bir paradoksla karşı karşıya kalıyoruz. Zira insan beynini anlamamızı mümkün kılan tek araç yine insan beyninin kendisidir ve bilimin her birimizi benzersiz yapan olağanüstü mekanizmayı hiçbir zaman tam olarak açıklayamayacak olması kuvvetle muhtemel.
***
İÇİNDEKİLER
Teşekkür…9
Önsöz…13
Birinci Bölüm: Beden, Beyin ve Zihin…17
ikinci Bölüm: Beyniniz Nasıl Çalışıyor?…59
Üçüncü Bölüm: Duyulan Anlamak…93
Dördüncü Bölüm: Dikkat Etmek…143
Beşinci Bölüm: Duygusal Zihin…195
Altına Bölüm: Öğrenen Zihin…263
Yedinci Bölüm: Bir Karakter Meselesi…333
Sekizinci Bölüm: Âşık Zihin…383
Dokuzuncu Bölüm: Hayret Verici Zihin: Zekâ, Yaratıcılık ve Sezgi…445
Fotoğraflar…505
Kaynaklar…515
Sözlük…525
Dizin…533
Colin Blakemore ve Richard Dawkins’e.
Bu kitap, bilimi topluma mal etmek konusunda olağanüstü bir emek harcamış olan iki seçkin bilim insanına saygı ve hayranlıkla adanmıştır. Onların açtıkları yol, biz diğer bilim insanları için bir yol haritası olmuştur.
TEŞEKKÜR
Bu kitap benim son derece farkında olduğum birçok kusur içermektedir. Açıkça belirtmeliyim ki eğer hatalar var ise -her ne kadar bu bir mazeret olmasa da- bu hataların tek sorumlusu benim. Taslağın parçalarım incelemiş olan nazik, yetenekli ve zeki insanların hiçbiri kitabın tümünü inceleyememişlerdir (açıkçası buna zaman olmadı).
Birçok kişiye büyük teşekkür borçluyum. Özellikle teşekkürlerimi BBC Bilim Departmanı Başkanı John Lynch’e sunmak isterim. Kendisi tüm çalışmam boyunca son derece nazik ve destekleyici olmuştur. Kendisiyle beraber çalışma imkânım bana sağladığı için müteşekkirim. Beni BBC kanalında bilişsel nörobilim üzerine sunuş yapmaya cesaretlendirecek kadar inançlı biridir ve bana verdiği ilham bu projeye başlamamda olduğu kadar insan beyni üzerine yazdığım bu bir nevi kişisel kitap için de belirleyici olmuştur.
Bu kitap Matt Baylis’in yoğun çalışması ve işine adanmışlığı olmasıydı bana tanınmış olan zaman içerisinde tamamlanamazdı. Kendisiyle ilk olarak bundan dokuz yıl önce Bebek Yapmak başlıklı kitabımda ve aynı dönemde yazmakta olduğum çeşitli makaleler için malzeme toplamada bana yardıma olmasıyla tanışmıştık.
Yüksek zekâsı, araştırmaya ve gizli saklı bilgileri ortaya çıkarıp gerekli yere koymaya olan kabiliyetiyle olduğu kadar, yazılarımın yapısı ve tarihsel bağlamı hakkmdaki sürekli tavsiyeleriyle de bu kitap için kritik bir öneme sahiptir. Paniğe kapıldığım her an yanımda bulunmuş ve kendisiyle çalışmak benim için büyük bir zevk olmuştur.
İkinci olarak teşekkürlerimi taslağm büyük kısmını okuyan, birçok düzeltme ve değişiklik yapan ve yazdığım süre boyunca beni defalarca tökezlemekten kurtaran Joel Winston’a gönderiyorum. Gerçi zaman zaman babasını utandırmaktan çekindiği için yeterince eleştirel davranmadığından da korkmuşumdur. Ayrıca olağanüstü keskin ve analitik bir zekâsı olan Sarah-Jayne Blakemore’a da teşekkürlerimi sunmak isterim. Berrak eleştirileri, nezaketi ve tavsiyeleri bana çok yardımcı olmuştur. Eğer bu kitapta nörobilimle ilgili hatalar var ise bunlar mutlaka ki ona danışmadığım bölümlerde olacaktır. Televizyon için hazırlanmış olan belgesel dizisinde de danışmanım olarak yaptığı araştırmalar ve sunduğu rehberlik hizmeti, bu programların hazırlanmasında çok önemli bir yere sahiptir. Eski dostum olan Allison Dillon’la ise beraber çalışmalarımız eskiye dayanır ve taslağm bir kısmı üzerinde yaptığı düzeltmelerin bana çok yaran dokunmuştur.
İnsan Beyni belgesel dizisinin yapımcısı olan Mark Hedgecoe’ya feraseti, nazik tavsiyeleri, askeri bir disiplinle yaptığı planlan ve en çok da arkadaşlığı için müteşekkirim. Taslak metnin hazırlanması esnasmda benim kusurlu yazınım karşısında birçok kere gösterdiği heyecanlı tepkiler benim bu projeyi devam ettirmemde kilit bir göreve sahip olmuştur. Aynı zamanda muhteşem başyapıma Jessica Cecil’e de sıcak desteği ve özenli muhakemelerinin anlamı benim için çok büyük olduğundan teşekkür etmek isterim.
Belgeselde de bu kitapta da fikirlerin sıralanış ve ifade edilişinde oynadıkları rol bakımından üç kişi herkesten daha öne çıkmaktadır. BBC bana her zaman bilimsel sezileri, ılımlı değerlendirme üslupları, sanatsal becerileri ve film hazırlamaktaki kabiliyetlerinin bileşimi benim için son derece teşvik edici olan yetenekli yapımcılarla beraber çalışma şansı tanımıştır. Bu belgesel serisinin yapımcıları olan Johanna Gibbon, Diana Hill ve Nick Murphy ender bulunur kişilerdendir (BBC’nin standartlarına rağmen) ve her biriyle çalışmak benim için ayrı bir zevk olmuştur. Bununla beraber yapıma asistanlarının ve araştırmacıların oluşturduğu dinamo ekibe de minnettarım. Arka plan araştırmasında büyük bir gayretle bilgi toplayan ve bunları tertipleyen bu kişiler Miranda Eadie, James Marshall, Nicola Cook, Stian Reimers ve elbette Sarah Blakemore’dur.
Belgeselin kayda alınma süreci bu kitabın yazılması balonundan büyük öneme sahiptir; düşünmek için bir ara verme, çevre değişikliği sağlama ve bir ekip dahilinde çalışmanın heyecanını yaşatma konusunda bana çok yardımı olmuştur. Bir film ekibinden belirli kişileri öne çıkarmak elbette ki haksızlıktır ancak çekimlerin çoğunu yapan olağanüstü yetenekli üç kameramanı anmamak da bir gaflet olur. Sanatsal becerileri ve projeye adanmışlıklarıyla harcanan tüm bu çabanın meyvesini vermesini sağlayan bu kişiler Chris Hartley, Rob Goldie ve Paul Jenkins’tir.
Takdire değer temsilcim Maggie Pearlstine ve onun parlak asistanı Jamie Crawford bana her zaman güç vermişlerdir. Taslak üzerine yaptıkları düzenli yorumlar ve kitabın içeriğine dair olan heyecanlan tüm yazım süreci boyunca bana fazlasıyla destek olmuştur. Yayımcılarımın bana olan güvenlerine fazlasıyla müteşekkirim; özellikle de Sally Gaminara ve Transworld/deki harika ekibine, editörüm Mari Roberts’ın yaptığı yoğun çalışmaya ve Bantam Press’in müdürü Katrina Whone’a…
Sahip olduğum en büyük avantajlardan biri harika bir üniversitenin, yani Imperial College’in mensubu olmamdır. Bu okul zengin bir uzman kadrosu ve mükemmel kütüphanelere sahip olduğu gibi bilimin arkasında yatan fikirlerle geniş kitleler arasında iletişim kurmak konusunda büyük bir destekçidir. Kıdemli meslektaşlarıma, rektörümüze, tıp fakültesi dekanına, benim de bağlı bulunduğum kürsünün başkanı olan David Edwards’a destekleri için teşekkür ederim. Ayrıca da üniversitenin bana sunmuş olduğu tüm imkânlara müteşekkirim. Bunun dışında üniversitenin birçok öğrencisi -diğer birçoklarının yanı sıra fizik bölümü, tiyatro kulübü, üniversite orkestrası ve kürek takımı öğrencilerini ayrıca anmak isterim- film ekibinin dayatmalarıyla sabır ve iyilikleri sayesinde baş etmişlerdir. Bu öğrencilerle tanışmış ve beraber çalışmış olmak benim için büyük bir zevk olmuştur.
Son olarak, muhtemelen her yazarın itiraf edeceği gibi, bir kitap taslağını ortaya koymak genellikle acı verici bir süreçtir. Ailem, her zamanki gibi (genellikle metanetlerini koruyarak), bu sürecin acısını çekmiştir. Eşim Lira’ya sevgisi ve desteği için olduğu kadar metin hakkındaki birçok faydalı önerisi için de teşekkürü bir borç bilirim.
ÖNSÖZ
Bu kitabın ilk bölümleri, beynin temel işleyişi ve biliminsanlarının bu işleyişi ölçmek için nasıl değişik araçlar kullandığını tasvir etmeye çalışmaktadır. Böylesi bir giriş ister istemez bir miktar teknik anlatıma sahip olacaktır ancak beynin anatomik parçalarının karmaşıklığı ve nasıl işlediğine dair genel bir bilgiye sahip olmak çok önemlidir. Bu bilgiler olmadan zihnin nasıl çalıştığını anlamaya başlayamayız. Okuyucunun bu zorunluluğu kabul edeceğini, kullandığım anekdotlar ve paylaştığım kişisel deneyimlerimin de yardımıyla kitaba devam etmeye sebat göstereceğini umarım. Sonraki bölümlerde beyni keşfetmeye devam ederken kimi çağdaş sorunlar üzerine de tartışacağız. Bir şeyin aşikâr olacağını umuyorum: Konu üzerinde birçok anlaşmazlık olduğu gibi henüz bilmediğimiz şeylerin sayısı da çok fazla. Bilim belirsizlik üzerinedir ve insan beyni ile insan bilincini ilgilendiren konular henüz çözülememiş olan en büyük bilimsel meseleler arasındadır. Belki de bunun nedeni, paradoksal olarak, beyni anlamak için kusurlu bir alet kullanıyor olmamızdır -yani insan beyninin kendisini- ve yanıtlanmamış sorular hep kalacaktır. Son olarak, kitabın son bölümünde kişilik ve zekâ gibi meselelere değineceğim; bunu yaparak, her birimizi biz yapan şeyi determinist bir zihin anlayışıyla açıklamanın, bana göre, uygun olmadığının okuyucu için açık biçimde ortaya çıkacağını umuyorum. Bizler elbette kişilik ve yeteneklerimizin birçok temel yönünü yöneten genlerle donatılmış haldeyiz, fakat kendimizi içinde bulduğumuz ortam üzerimizde çok daha büyük bir etkide bulunuyor olabilir. Bu yüzden umuyorum ki ilk birkaç bölümden sonra da kitabı okumaya dayananlar tarafından zihnimizi geliştirmek adına çok sayıda yöntem olduğu anlaşılacaktır.
Benim gibi sadece bir üreme biyoloğu olan biri için bu çeşit bir kitap yazmaya kalkışmak oldukça cüretkâr bir harekettir. Bilişsel nörobilim biyolojide benim uzman olduğum bir alan olmadığı gibi modem bilimin en karmaşık, hızla değişen ve çekişmeli alanlarından biridir. Üstelik çok fazla kişi, ki bunlar çoğunlukla olağanüstü biliminsanları ve harika yazarlardır, bu konu üzerine çok güzel kitaplar yazmıştır. Bu yüzden çok az bahanem var. Ancak son yıllarda bu alanla o kadar fazla ilgilendim ki eğer tıp üzerine yapacağım araştırmalara yeniden başlama şansım olsaydı sanırım en çok ilgimi çekecek olan alan bu olurdu.
Bu konu benim için birçok bakımdan bilime ve televizyon yayıncılığına olan genel ilgim içerisinde gündeme geldi. Bu bahsettiğim alanlarda yapmış olduğum çalışmalar gitgide beynin işleyişinin çeşitli veçheleri üzerinde daha çok durur oldu. İnsan Bedeni, Üstün İnsan ve İçgüdüler’den Yaşam Çizgisi, Mağara Adamlarının İzinde ve Zamane Çocuğu’na kadar, son zamanlarda üzerinde çalıştığım televizyon programlarının neredeyse hepsi -gelişimi, dönüşümü ve yaptığı işler bakımından- beyin konusunu içine alan programlardı ve hatta aralarındaki ortak nokta buydu. Aslmda hiçbir zaman böyle bir kitap yazmayı cidden düşünmemiş olsam da BBC için olan son projemi hazırlarken belki de böyle bir şey yapmanın yerinde olacağına gitgide inanır oldum. Bu kitabı yazmamdaki temel teşvik edici sebepler İnsan Zihni programını sunuşum ve genel bilimsel merakım olmuştur. BBC’deki birçok iş arkadaşım tarafından bu konu etrafında bir kitap yazmak konusunda cesaretlendirilince çekingenlikle -ancak sürekli de büyüyen bir heyecanla- bu mücadeleye girişmeye karar verdim. Okuyucuların benim kişisel yaklaşımımı yeni ve ilginç bulacağını umuyorum.
Bu kitap yalnızca BBC’de yayınlanan belgesel üzerine yazılmış bir kitap değildir. Elbette ki birçok yerde bu programa değinmektedir ancak ekranda sunulmuş olan materyalin ancak küçük bir kısmını kullanmaktadır. Bu kitap daha ileriye gitme ve tek başına bağımsız bir rehber olma niyetindedir. Ben ve yapım ekibindeki diğer arkadaşlarımın insan bilincinin çeşitli veçheleri açısından ilginç ve olağandışı bulduğumuz şeylere bilimsel, tarihi, sosyal ve felsefi bir arka plan kazandırmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla bu kitap benim ilginç bulduğum şeyler üzerine odaklanmaktadır ve kapsamlı bir açıklama vermek iddiasmda değildir. Yine de, okuyucunun bu olağanüstü alandaki en güncel, en tartışmalı ve şaşırtıcı kimi görüşleri açıklamaya yönelik bu girişimi okumaktan keyif alacağım umuyorum.
BİRİNCİ BÖLÜM
BEDEN, BEYİN VE ZİHİN
Eğer bugün bu bölümü tamamlamadan ölmüş olsam ve beynim kafatasımdan çıkartılmış olsa ağırlığı yaklaşık olarak 1400 gram olurdu. Sonraki nesillere saklamak adına bir kavanoz formalin çözeltisi içine (daha da iyisi, belki de, sert alkolle dolu bir kavanozun içine) konmadan önce beynim yaklaşık %75 ila 80 su, %10’dan biraz fazla yağ ve yaklaşık %8 proteinden oluşuyor olurdu. Bu şekilde saklandıktan sonra eğer birileri gelip 0 inceler ve birazcık da dürterse, bu beyni buruşuk ve beyaza yakın bir renkte görüp büyük mantarların hafif kauçuğumsu yapışma benzeteceklerdi. Dahası, eğer sen, sevgili okur, ölmüş olsaydm ve senin beynine de aynı zulüm edilseydi, aramızdaki benzerlik o denli fazla olacaktı ki herhangi bir farkı yakalamak neredeyse imkânsız olacaktı.
Beyinlerimiz ne kadar yakından incelenirse incelensin, eğlence için bu beyinlere göz atıp geçenlere aslında bu iki beynin gezegendeki en karmaşık yapının iki farklı numunesi olduğunu gösterecek belirgin hiçbir kanıt bulunamayabilirdi. Bakanların kimisine biraz tiksindirici gelen bu iki kauçuğumsu nesnenin tüm varlığımızın ve kişiliğimizin toplamını içerdiğini ortaya koyacak hiçbir belirti olmazdı. Bir zamanlar ikimizin de farklı şekillerde sevdiğini, farklı acılar tattığını, farklı hırslar besleyip farklı hayal kırıklıkları yaşadığını ve farklı şeylere öfkelenip farklı şeylerden zevk aldığını gösterecek hiçbir şey olmayacaktı. Farklı fiziksel ve zihinsel becerilere sahip olduğumuzu, dünyanın farklı yerlerinde farklı şaşırtıcı deneyimler yaşadığımızı, tamamen farklı anılarımız olduğunu, farklı yemekleri ve müzikleri sevdiğimizi ve ikimizin de birbirinden oldukça farklı zayıflık ve üstünlüklerimiz olduğunu anlamak da mümkün olmayacaktı.
Belki de o halde insanların beynin karmaşık doğasını anlamalarının ve bizi biz yapan şeyin ta kendisi olduğunu fark etmelerinin bu kadar uzun zaman almış olması çok da şaşırtıcı değildir. Kafatasma cerrahi delikler açma eylemi (şu an gizemini koruyan bir nedenden dolayı) 40.000 yıl önce yaşayan Cro-Magnon insanlarına kadar geriye gitse de, alkol ile haşhaş bitkisinin özünün zihni başkalaştıran etkileri uzun süredir biliniyor olsa da, çoğu eski medeniyet ruhim beyinle değil de kalple bir ilişkisi olduğuna kanaat getirmişti. Eski Mısırlılar insan vücutlarını mumyalarken din adına kalbi korurlar ancak -çürümemesi için- burnun ve damağın arkasından delikler açarak beyni parça parça çıkararak yok ederlerdi. Ancak nörobilime dair basit de olsa ilk yazılı çalışma kanıtını bize bırakmış olan kişi de Mısırlı bir cerrahtır.
Edwin Smith papirüsü bilinen en eski yazılı belgelerdendir. Bu belge yaklaşık 3700 yaşındadır ve genellikle kafalarından yaralanmış olan, kırk sekiz farklı hastanın yaralarım tasvir eden cerrahı bir bilimsel çalışmadır. Bu olağanüstü elyazmasını bulan ve 1862 yılında Luxor’dan ülkesine getiren Mısır uzmanı Edwin Smith, metnin harikulade doğasını anlayamamıştır. Belgenin gerçek kıymetini fark eden kişi Chicago Doğu Araştırmaları Enstitüsü Başkanı James Breasted olmuştur. Breasted 1930 yılında bu belgenin -belki de 5000 yıldan fazla zaman önce- yazılmış olan bir bilimsel çalışmanın bir kâtip tarafından kopyalanmış versiyonu olduğunu fark etmiştir. Altı numaralı vakada anlatılan dehşet verici yaralanma, cerrahın ellerinde nabzı atan beyni tasvir eder:
Eğer kafatası delirtmiş ve beyni açığa çıkmış olan bir hastanın yarasını inceleyeceksen, yarayı elle muayene etmen gerekir. Kafatasındaki bu deliğin içindeki kırışıklıklar sanki erimiş bakır gibidir ve parmaklarının altında titreyen ve çırpman bir şey hissedersin. Sanki bir bebeğin bıngıldağının sertleşmeden önceki hali gibidir … eğer burnundan kan geliyorsa ve ensesi kasılıyorsa … bu kişi hakkında “tedavi edilmeyecek bir hastalık” olduğunu söylemelisin. Yarayı yağla sıvamaksın ama sarmamaksın; durumunun kesin bir sonuca ulaştığını anladığında iki şerit bez uygulamalısın.
O halde Mısırlı hekimler bile bir hastayı ne zaman aktif bir biçimde tedavi etmemenin daha tedbirli olacağını biliyorlardı. Bu hiyeroglifler yara almış beyni saran nazik zarlardan, beyin zarmdan ve omurilik sıvısının boşalmasından bahsederek devam eder. Papirüsün bir yerinde kafanın bir tarafına alman büyük bir darbeden sonra kimi uzuvlarını oynatmayı başaramayan bir hastadan ve şakaktan alman bir darbenin ardından konuşma yetisini yitiren bir kişiden bahsedilir. Bu ikinci örnekte alman darbe muhtemelen beynin ön lobuna ve Broca bölgesine zarar vermişti; Dr. Paul Pierre Broca, 1860’lı yıllarda, beyindeki konuşma merkezinin yerini tespit etmeden binlerce yıl önce.
ZİHİN – Beden Tartişmasi
Bedendeki en önemli organın kalp değil de beyin olduğunun anlaşılabilmesi için binlerce yıl geçmesi gerekti. Beynin önemini ilk defa fark edenlerden biri, beyni duyunun merkezi olarak ele alan ve MÖ 500’lü yıllarda yaşayan Alcmaeon’du. Alcmaeon bir hayvanın gözünü çıkartarak gözün beyinle olan bağlantısını görmüştü ve buradan yola çıkarak da “tüm duyular beyne bağlıdır” sonucuna varmıştı. Platon ruhun-bizlerin özünün, ki modem zamanlarda bahsettiği şeyin zihin olduğunu söyleyebiliriz- varlığına inanırdı ve bedenden ayn bir varoluşa sahip olduğunu düşünürdü. O denli ki, beden yok olduktan sonra ruhim yaşamaya devam edebileceğini söyledi. Müdrikenin merkezinin kafada olduğuna inanırdı.
Ancak MÖ 384 ve 322 yıllarında yaşamış olan Aristo, hocası Platon’dan farklı düşünüyordu. Görünen o ki Aristo kalbi daha önemli görüyordu. İncelediği tüm aşağı hayvan cinslerinin -kurtçuklar, böcekler ve kabuklu deniz hayvanları- hepsi nabzı olan ve kalbe benzeyen organlara sahipti ancak belirgin bir beyinleri yoktu. Tüm kan damarları kalbe doğru gidiyordu ve Aristo, dokunulduğu zaman kalbin seğirdiğini ancak daha gelişmiş hayvanların beyninin dokunulunca hareketsiz kaldığını anlatıyordu. Bir tavuğun kafasının kesilmesinin ardından koşturmaya devam ettiği gerçeği Aristo’ya, “Ruhun ve istemli hareketin kontrolünün -ve hatta sinir sisteminin tüm fonksiyonlarının- yeri kalptir. Beyin daha az öneme sahip bir organdır, belki de kanı soğutmak için gereklidir” sözlerini yazmakta ilham vermiştir. Aristo kendisinin ardından gelen ortaçağ düşünürlerini çok derinden etkilemiştir; her şey bir yana, kalbin önemiyle ilgili düşünceleri Incil’in anlattıklarıyla örtüşmektedir. insan davranışının kalp tarafından kontrol edildiği fikri on altına yüzyıla kadar kabul görmüştür. Martin Luther, “İnanç sol göğüs ucunun altında ikamet eder,” demiştir.
Ancak Aristo’dan kısa bir süre önce, filozof Demokritos kalbin beşeri fonksiyonların merkezi olduğu fikrine karşı çıkmıştır. “Beyin, bedenin kalesi olarak bedeni korumaya adanmıştır ve üst kısımlardaki uzuvları bir muhafız gibi gözetler” der ve düşüncelerin ve aklın muhafızı olan beynin “ruhun temel bağlarını” içerdiğini ekler.