MARTILARI SEVEN ADAM
Dünyanın en büyük bilgelik geleneklerine ait 12 adet temel öğreti içeren öykü.
Aristo insanı mantıklı bir varlık olarak tarif etmiştir. İnsan mantıklı değildir; ve böyle olması da iyi bir şeydir çünkü güzel olan her şey mantıksızlık sayesinde varolmaktadır. Mantık, matematiği doğurur; mantıksızlık ise şiiri. Mantık, bilimi getirir; mantıksızlık ise dini.
Mantık ile piyasa, para, pul gelir; mantıksızlık ile de aşk, şarkı, dans. Evet, insanın mantıksız olması iyidir. İnsan mantıksızdır. Pek çok tanım konmuştur. Ben derim ki insan dedikodu üreten bir hayvandır. Mitler üretir – tüm mitler aslında dedikodudur.
İnsan dinler, mitler, varoluş hikayeleri yaratır. İnsanlığın ta en başından beri insanoğlu güzel mitolojiler yaratmaktadır. Tanrı’yı yaratmaktadır. Tanrı’nın dünyayı yarattığı fikrini yaratmıştır; ve güzel mitler yaratmaktadır. Devamlı üretir, durmadan yeni mitler üretir. İnsan mit yaratan bir hayvandır; ve eğer etrafında bir mit olmasa hayat çok sıkıcı olurdu.
Modern hayatın sorunu işte bu: tüm eski mitlerden vazgeçildi. Aptal rasyoneller onların aleyhinde çok fazla konuştu. Mitlerden vazgeçildi çünkü bir mite karşı durursan o savunmasız kalır. Kendini savunamaz. Çok kırılgandır; çok naziktir. Onunla savaşa girersen mutlaka yıkımına yol açarsın, ama onu yok ederek insan kalbinin bir güzelliğini yok etmiş oluyorsun.
Önemli olan mit değildir, mit semboliktir sadece – kalpteki kökleri ise derinlere iner. Miti öldürürsen kalbi de öldürürsün. Şimdi, tüm dünyada, mitleri öldüren o rasyonalistler hayatın anlamsız olduğunu, şiirin artık varolmadığını, mutlu olmak için bir neden kalmadığını, coşkuya yer olmadığını görüyorlar. Bütün neşe yokoldu.
Mit olmayınca dünya bir pazar yerine dönüşür; bütün tapınaklar ortadan kalkar. Mit olmayınca tüm ilişkiler birer alışverişten ibaret olur; içlerinde sevgi barınmaz. Mit olmayınca koskoca boşlukta yalnız – kalırsın. Eğer aydınlanmamışsan o şekilde yaşamazsın; kendini anlamsız hissedersin, derin bir umutsuzluğa kapılıp bunalıma girersin.
İntihar girişimine başlarsın. Yaşam anlamını yitirmiş olduğundan kendini kaybetmek için mutlaka bir yol bulursun – uyuşturucu, içki, seks – böylece kendini unutabilirsin. Mit anlam verir. Mit güzel dedikodulardan ibarettir, ama yaşamana yardımcı olur.
Hiçbir dedikodu olmaksızın yaşamayı becerecek düzeyde değilsen seyahat etmek, dünyayı dolaşmak sana yardımcı olacaktır. Çevrende insani bir ortam oluşturacaktır; yoksa dünya çok katı görünür. Düşün: Hintliler nehirlere, Ganj’a giderler – ibadet için.
Bu bir mittir; yoksa Ganj sadece bir nehirden ibaret kalır. Ama bir mit sayesinde Ganj anaya dönüşür, ve bir Hindu Ganj’a gittiğinde büyük bir haz duyar. Mekke’deki taş, Kabe’nin taşı, sadece bir taştan ibarettir. Küp şeklindedir, o nedenle Kabe adı verilmiştir: Kabe “küp” anlamına gelir. Ama sen Kabe’ye giden bir Müslüman’ın neler hissettiğini bilemezsin.
Ortaya müthiş bir enerji çıkar. Kabe bir şey yaptığından değil – ortada bir mit dışında bir şey yok. Ama o kişi taşı öptüğünde bu dünyaya ait değil; başka bir dünyaya, şiirlerin dünyasına geçiyor. Kabe’nin çevresinde yürüdüğünde Tanrı’nın çevresinde yürümüş oluyor.
Tüm dünyadaki Müslümanlar Kabe yönünde dua ederler. O yön bulundukları yere göre değişir: İngiltere’de dua eden birisi Kabe’ye döner; Hindistan’da dua eden birisi Kabe’ye döner; Mısır’da dua eden birisi Kabe’ye döner. Günde beş kez tüm dünyadaki Müslümanlar dua ederler, dünyayı kucaklarlar, ve Kabe’ye doğru bakarlar – Kabe dünyanın merkezi haline gelir.
Bir mit, güzel bir mit…o anda tüm dünya şiir ile çepeçevre sarılır. İnsanlar varoluşa anlam yüklerler; işte bir mitin anlamı budur. İnsanoğlu dedikodu üreten bir hayvandır. Ufak tefek dedikodular, mesela mahalle veya komşunun karısı ile ilgili…ve büyük çaplı dedikodular, Tanrı hakkında, kozmik olanlar. Ama bu insanların hoşuna gidiyor.
Benin bayıldığım bir hikaye var; pek çok kez anlatmış olmalıyım. Bu bir Yahudi hikayesi: Asırlar önce bir şehirde bir haham yaşıyordu. Şehirde ne zaman bir sorun yaşansa haham ormana gider, bir kurban keser, dua eder, bir ritüeli yerine getirir, ve Tanrı’ya, “Bu felaketi başımızdan al. Bizi kurtar,” diye yakarırdı. Ve her seferinde şehir kurtulurdu.
Bu haham öldü; yerine bir başkası geçti. Şehirde bir sorun yaşandı; halk toplandı. Haham ormana gitti, fakat ibadet yerini bulamadı. Nerede olduğunu bilmiyordu. O da Tanrı’ya, “Eski hahamın sana yakardığı yer neresiydi bilemiyorum, ama bunun önemi yok. Sen nasılsa biliyorsun, ben de duamı burada edeceğim,” diye seslendi. Neticede şehir kurtuldu.
İnsanlar mutlu oldu. Sonra bu haham öldü; yerine yenisi geçti. Şehrin başına yine bir dert, bir felaket çöktü. İnsanlar toplandılar. Haham ormana gitti, ama Tanrı’ya dedi ki, “İbadet yerini bilmiyorum, ritüeli bilmiyorum. Sadece duayı biliyorum. Yani lütfen, sen her şeyi bilirsin, o yüzden ayrıntılara takılma. Beni dinle…” Ve söylemek istediklerini söyledi.
Felaketten kıl payıyla kurtuldular. Sonra o da öldü; başka bir haham geldi. Halk toplandı, başlarında dert vardı, bir hastalık hızla yayılıyordu, ve dediler ki, “Ormana git, bugüne kadar hep böyle yapıldı. Ta eskiden beri hahamlar oraya giderler.” Haham koltukta oturuyordu. Dedi ki, “Ne diye oraya gidilecekmiş ki? Tanrı bizi buradan da duyabilir.
Hem ben o yerin nerede olduğunu bilmiyorum…” Sonra gökyüzüne baktı ve dedi ki, “Dinle. Bu yerin nerede olduğunu bilmiyorum, ritüelden haberim yok – duayı bile bilmiyorum ben. Bütün hikayeyi duydum, hani ilk hahamın ve ondan sonrakinin ve bir sonrakinin ve diğerlerinin nasıl ormana gittiğini… ben sana onların hikayesini anlatacağım – çünkü senin hikayelere bayıldığını biliyorum.
Lütfen, hikayeye kulak ver ve bizi felaketten koru.” Ve eski hahamlarla ilgili hikayeyi anlatmaya koyuldu. Derler ki Tanrı hikayeyi çok beğendi ve şehri kurtardı. Tanrı hikayeleri çok seviyor olmalı; kendisi de mitler yaratıyor, mutlaka hikayeleri seviyordur.
Tüm dedikoduyu ilk başlatan zaten kendisi! Evet, yaşam bir dedikodudan ibaret, yaradılışın sonsuz sessizliğinde anlatılan bir dedikodudan ve insanoğlu dedikodu üreten bir hayvan. Bir Tanrı değilsen mutlaka dedikoduyu seviyorsundur: Rama ve Sita’nın, Adem ile Havva’nın, Mahabharata’nın öykülerini seviyorsundur; eski Yunan, Roma, Çin öykülerini seviyorsundur.
Milyonlarcası var – hepsi de güzel. Eğer onları mantık testine tabi tutmazsan sana kapılarını açarlar; içlerinde nice gizemler saklıdır. Ama onlara mantık uygulamaya kalkışırsan tüm kapılar kapanır; o zaman o tapınak sana uygun değildir.
Aşk hikayeleri. Onları seversen sana sırlarını verirler. Ve içlerinde neler neler saklıdır: insanlığın keşfettiği her şey öykülerde saklıdır. O yüzden İsa öğretilerini kısa öyküler aracılığı ile iletir, o nedenle Buda öykü anlatır durur. Hepsi dedikoduyu severdi.