Psikanalizin Türkiye’ye gelişi Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’te kurulmasından yaklaşık on yıl sonraya rastlar. Adolf Hitler’in ideolojilerinden kaçan çok sayıda Alman ve başka milletlerden Musevi sığınmacı, 1930’ların sonlarında Türkiye’ye göç etmişti.
Bunlar arasında akademisyenler, sanatçılar ve çok genç bir psikanalist olan Edith Weigert de vardı. Edith Weigert’in kendisi Musevi değildi ama, Cenevre’deki Uluslararası Çalışma Örgütü’nde Almanya’yı temsil etmiş olan Musevi profesör Oscar Weigert ile evliydi.
Türkiye’ye kaçtıktan sonra Oscar Weigert Türkiye’de emek reformları yapılması ve ülkenin neredeyse derebeylik denebilecek durumda olan çalışma ve sosyal güvenlik sisteminin yirminci yüzyıla taşınması için modem Türkiye’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Kemal Atatürk ile birlikte çalışmıştı. Bu arada Edith Weigert’e resmi izin verilmişti: Türkiye’de psikanaliz uygulamasını başlatmak üzere.
Ölümüne kadar meslek hayatının büyük kısmını ABD’nin başkentindeki Washington Psikanaliz Enstitüsü’nde Eğitim ve Süpervizyon Analisti olarak yürüttüğü çalışmalarla geçirmiş olan Dr. Edith Weigert kariyerinin ilk yıllarında Ankara’da, çoğu Avrupa’daki Yahudi düşmanlığından kaçmış Musevilerden oluşan kişilerle çalışmıştı. Ayrıca bir Türk hekimi olan Dr. îzzeddin’i de (daha sonraları da araştırmama karşın Dr. İzzeddin’in soyadını öğrenemedim) analizden geçirmişti.
Dr. İzzeddin, Sigmund Freud’un önemli eserlerinden bazılarının Türkçe’ye çevrilmesinde rol oynamıştır. Bu eserler halk tarafından pek ilgi görmese de, Türk aydınlarının dikkatini çabucak çekmişlerdi. Bu aydınlardan bazıları sonraları Türkiye’nin liderleri oldular.
“Yo-yo, tango ve çarliston ile birlikte Freudçu kuram da, Batılı fikirlerin ve Batılı olan her şeyin seline kapılmıştı ve bunların yeni Türkiye üzerinde çok uzun erimli etkileri olacaktı.”(l) Tanımlayıcı psikiyatrinin yanı sıra, Freud’un çeviri eserleri 1960’lann ortalarına dek Türkiye’deki tıp fakültelerinde ne tipte psikiyatri öğretileceğini belirlemeyi sürdürdü. Tam bu zamanlarda Türkiye’de psikiyatri eğitimi, biyolojik etmenlere daha çok önem veren Avrupa ve Amerikan eğilimlerini izlemeye başladı.
Ancak Dr. Rasim Adasal gibi karizmatik bazı hocaların öğrettikleri, 1960’lardan sonra da bazı öğrencileri etkilemeyi sürdürdü. Ben Ankara Üniversitesi’nde bir tıp öğrencisi olduğum sırada (1950’den 1956’ya) Dr. RasimAdasal Psikiyatri Bölümü’nün başıydı ve bazen kendinden ‘Türk Fre-udu” şeklinde söz ederdi. (Aslmda Adasal psikanalitik kuramları ayrıntılı olarak bilmiyordu.) Onu seven bizlerin Rasim Hoca diye çağırdıkları Adasal, Giritli olduğundan Türkçe’yi aksanlı konuşurdu.
Bir Kıbrıs Türkü olarak ben de Türk tıp camiasına bir adadan gelmiştim ve Adasal’m Freud ve psikanaliz üzerine seminerlerini dinlerken onunla aramda özel bir bağ kurulduğunu hissederdim, kulaklarımda bir öğretmen olan babamın ada aksam çınlar, babanım kocaman siyah sandığında (değerli eşyasını buna koyardı) duran Freud’un, büyük olasılıkla Dr. İzzeddin tarafından çevrilmiş kitabını anımsardım.
Sanırım o zamanlar bu kitabın benim üzerimde etki bırakmış olmasının nedeni cinsellikle ilgili olmasıydı; bu herhalde Cinsellik Kuranı} Üzerine Üç Makale olsa gerek. Beni psikanalist olmaya yönlendiren, Adasal’la kurmuş olduğum bağdır. 1960’ların başlarında, artık ABD’ye göç etmiş ve Washington Psikanaliz Enstitü-sü’nde Eğitim ve Süpervizyon Analisti olan Dr. Edith Weigert’in analizandı oldum. O sıralarda onun öyküsünü, Türkiye’de psikanalizi ilk uygulayan kişi olduğunu bilmiyordum.
Bir kazada kalça kemiğini kırıp uzun süre yatağa bağlanmadan önce onu üç kez görebildim. Eğitim analizimi Dr. Weigert’in analizinden geçmiş olduğunu sonradan öğrendiğim başka biriyle yürüttüm. Washington Psikanaliz Enstitüsü’nden mezun olmadan önce son psikanaliz süpervizyonum için Dr. Weigert’e bir kez daha gittim.
O, benim yol göstericilerimden biri olmuştur. Türkiye’de psikanalizin gelişmesinde rol alma arzum, beni, Ankara’daki eski fakülteme 1974-75 öğretim yılı için konuk profesör olarak geri getirdi.
Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Orhan Öztürk gibi tanınmış ve saygın bazı öğretmenler sayesinde belli çevrelerde (özellikle toplumsal sorunlar bağlamında) psikodinamik ilginin güçlü biçimde sürmekte olduğunu görmek çok hoşuma gitti. Prof. Öztürk daha önce ABD Massachusetts’deki Austen Riggs Merkezinde Erik H. Erikson’la çalışmıştı.
Bu kısa önsözde amacım Türkiye’de psikanalizin ayrıntılı bir tarihçesini yazmak değil. Yine de, 1990’ların başlarında İzmir ve İstanbul’da başlayan gelişmelerden söz etmeden geçemeyeceğim. İzmir’de: Almanya’nın Düsseldorf kentinde yaşayan bir Türk psikanalist olan Dr. Celal Odağ (Ankara Üniver-sitesi’nde birlikte çalıştığımız 1974-75’ten bu yana yakın dostumdur) İzmir’de annesinin anısına Halime Odağ Vakfı’nı kurdu.
Bu vakfın amacı genç psikiyatristler ve psikologlar için bir psikanalıtik/psikodinamik eğitim programı oluşturmaktı. Dr. Odağ, vakfın etkinliklerini desteklemek üzere hem Almanya’daki meslektaşlarından hem de benden yardım aldı. Her ikisi de Uluslararası Psikanaliz Demeği’ne (IPA) bağlı Eğitim ve Süpervizyon Analisti olan İsrailli Rafael Moses ve Rene Moses-Hrus-hovski, üç ayda bir İzmir’e gelerek seminerler sundular ve vakıf programındaki öğrencilere süpervizyon verdiler.
Ne yazık ki İsrailli meslektaşlardan İzmir’deki öğrencilere gelen cömert destek, bir yıl önce Rafael Moses’ın ölümü üzerine sona erdi. Ben, Atina’da IPA’ya bağlı Eğitim ve Süpervizyon Analisti olan Dr. Peter Hartocollis’in de yardımıyla, bu vakfın üç yıllık eğitim programını tamamlamış üç kişinin resmi psikanaliz eğitimine girmesini sağladım.
Bugün “mekik (shuttle) analizleri” iki yılı aşmış olan bu üç kişinin eğitimi için Yunanlı meslektaşlarımızdan da yardım aldık. Analist olmak için kişinin bir Eğitim ve Süperviz-yon Analisti taralından analizden geçirilmesinin yanında bir eğitim programım da tamamlaması gereklidir.
“Eğitim ve Süpervizyon Analisti” unvanı akademik çevrelerdeki “profesör” unvanına denktir. Bu kişilerin geleceğin analistlerini analizden geçirmeleri ve eğiticilik yapmaları gerekir. İzmir’den bu üç Türk öğrenciye Uluslararası Psikanaliz Demeği (IPA) kendi olgularım alma izni verdi.
Aynca birkaç yıldır vakıf psikanalitik konuların ele alındığı yıllık uluslararası kongrelere de maddi destek vermekte. ABD, Norveç, Fransa, İngiltere, Almanya ve İsrail’den birçok tanınmış analist bu kongrelere katılarak Türkiye’deki durumu gördü ve Türkiye’de psikanalizin gelişimi açısından içgörüler sundular.
İstanbul’da: İstanbul’da Paris Psikanaliz Enstitüsü’nü bitirmiş ve IPA üyesi olmuş üç kişi var. Bu kişiler İstanbul’da psikanalizi yaymak üzere birçok etkinlikte bulunmaktalar. Aynca halen Fransızlarla eğitimlerini sürdürmekte olan başka analistler de var. Ben yaklaşık yedi yıldır, İstanbul’da kendi girişimleriyle “Volkan Kulüp” adı altında bir araya gelmiş yirmi bir genç psikiyatristle düzenli olarak buluşuyorum.
Bu “kulüp” İstanbul’da Bakırköy Hastanesi’nde verdiğim bir seminerin ardından şimdi bu grubu oluşturan insanların bana gelip İstanbul’dan gelip geçtiğim her seferinde kendileriyle buluşup buluşanıa-yacağımı sormalarıyla başladı. Bu gayn resmi başlangıçtan, üyeleri kendilerini büyük bir hevesle psikanalitik kuramı ve tekniği araştırmaya adamış, coşkulu ve ciddi bir grup doğdu.
Onlarla yılda en az üç kez (son yıllarda daha da sık) buluşuyor ve iki ya da üçer günlük maraton eğitim Ve psikoterapi olguları için süpervizyon oturumları yürütüyorum. Bugün, yirmi bir kişinin on yedisi kişisel analize devam etmekte; analizleri İstanbul’da Fransız okulundan gelme analistler tarafından yapılıyor.
Şu sıralarda, Türkiye’de IPA destekli bir psikanaliz okulu kurma ve İzmir’den ve İstanbul’dan (daha sonraları da Ankara ve diğer yerlerden) öğrencileri psikanalist olarak resmi bir eğitim almak üzere bir araya getirme girişimleri sürdürülmekte. İşte, bir dizi ayrıntılı psikanalitik olgu öyküsü hazırlama ve basma fikri bu çabaların parçası olarak ortaya çıktı.
Freud’un önemli eserlerinden birçoğu Türkçe’ye çevrilmiştir, Otto Fenichel’in Nevrozlarm Psikanalitik Kuramı gibi klasik psikanaliz eserlerinden bazılan ve aynca Otto F. Kemberg gibi çağdaş yazarların eserleri de Türkçe’de bulunabilir. İstanbul’daki IPA analistleri anahtar psikanalitik yazılardan bazılarını çevirip basmaya zaten başlamışlardı. Eldekileri gözden geçildiğimde, ayrıntılı olgu öykülerinin fazlaca çevrilmemiş olduğunu fark ettim.
Bunlar psikanalitik klinik tekniklerin öğrenilmesi açısından çok yararlıdır. Buradan yola çıkarak, “Volkan Kulüp” üyelerinin de yardımıyla, Okuyan Us Yaymevi ile, benim olgu çalışmalarımdan oluşan bir diziyi Türkçe basmak üzere düzenlemeler yaptık. Bir taşla iki kuş vurmak istiyoruz:
Olgu öyküleri hem psikanaliz öğrencilerine hem de sıradan okura seslenecek. Bunları olabildiğince teknik jargondan uzak durarak yazacağım, böylece psikanalitik tedavi süreci halktan insanlar tarafından da anlaşılıp değerlendirilebilecek. Yeri geldiğinde, birkaç teknik kavramı açıklamak üzere dipnotlar koyacağım.
“Psikanaliz” sözcüğü üç amaca hizmet eder: İnsan zihni ve onun gelişimine ilişkin kuramsal kavramsallaştırma-lara göndermede bulunur; insan etkileşimleri üzerine araştırma ve inceleme yöntemi tanımlar; ve bireylerin daha fazla ruh sağlığına kavuşmaları için kullanılan bir tedavi tekniğinin adıdır. Bu dizinin odağı üçüncü unsurdadır. Aslında, klinik çalışmaları incelemeksizin ilk iki unsuru zenginleştirmenin hiçbir yolu yoktur.
Bu ayrıntılı olgu öykülerini halka sunmanın gerekçelerinden biri de Türkiye’de psikanalize olan ilgiyi artırmaktır. Türkiye Avrupa Birliği’ne (AB) tam üye olma uğraşı içinde. Bunun gerçekleşmesi durumunda AB’de, psikanalitik eğitim için resmi bir kurumu olmayan tek ülke durumuna düşmemeli.
Türkiye’de önemli değişiklikler olduğu sürece, psikanaliz yeni toplumsal, politik ve ekonomik koşullara uyum sürecinin yarattığı bunaltılara bir yanıt olmanın yanı sıra, yeni bireysel özgürlüklerin bir parçası olarak da görülebilir. Diziye onunla ilk karşılaştığım sıralarda akut bir şizofreni atağı içinde olan Jane’in öyküsünü anlatarak başlıyorum. İzleyen kitaplarda farklı tam kategorilerinden olgular sunacağım:
Çeşitli kişilik bozuklukları, cinsel sapkınlıkları ve nevrozları olan kişiler. “Zor” hastalarla başlıyorum, yavaş yavaş daha rutin psikanalitik olguları bildirmek üzere basamakları çıkacağım. Psikozu olan bireylerin (bu kitapta bildirilen hasta gibi) psikanalitik tedavisi, pratik nedenlerle yitip gitmeye yüz tutmuş bir sanattır. Göreceğiniz gibi, ben Jane’le 1964’ten 1970’e dek çalıştım.
ABD’de sağlık sigortalarının artan baskısıyla, şizofreni için “hazır kahve” benzeri bir sağaltım bulma fikri tam olarak örtüştü. Bu, şizofreni tedavisinde psikanalitik tekniklerin uygulanmasını engellemekte (ne kadar özenle seçilmiş olgular olsa da). Amerika’nın ruhsal bozuklukları olanlarla ilgili yeni “tıp adetleri” dünyanın geri kalanına da yayıldı.
Bu yüzden, Jane gibi birini ruh sağlığı açısından daha yüksek işlevsellik düzeyine çıkarmak için psikanalitik ilkelerin nasıl uyarlanabileceğim göstermek üzere, aradan kırk yıla yakın zaman geçmiş olmasına karşın, psikanalitik yaklaşım açısından güncelliğini koruyan bu olguyla başlamak zorunda olduğumu düşündüm:
Okur çocukluğun çok erken dönemlerinde yaşanan örseleyici deneyimlerin zihinde varlığını sürdüren imgeleri ile, daha sonra ağır bir ruhsal bozukluğun gelişmesi arasındaki bağlantıyı elbette görecektir. Ayrıca, tedavinin hastanın bu tür eski sorunları “yeniden yaşamasına” ve bunların etkilerinden kurtulmasına nasıl izin verdiğini de fark edecektir. (2) Küçük bir kız vardı, Tam ortasına düşerdi alnının Minik buklesi. İyi bir kız olduğunda, Çok ama çok iyiydi; Ama kötü olduğunda, korkunçtu (Jane ’in en sevdiği tekerleme)