Heyecan dolu macera devam ediyor. Can, bu sefer de ´Nasıl´ sorularının peşinden gidiyor.
Arılar NASIL bal yapar? Susadığımızı NASIL anlarız? Sivrisinekler damarları NASIL bulur? Bir yerimiz kanadığında kan NASIL durur? Sabun kirleri NASIL temizler? gibi ilginç soruların peşine düşmek istersen eğer, o zaman hemen çevir sayfaları…
***
Sunuş
İşte yine Can’ın heyecan dolu maceraları ile karşı karşıyayız.
‘Bir Sorum Var-NEDEN’ kitabını okuyanlar, Mucize Kâşifi Can‘ın çılgın sorularından çok şeyler öğrenmişti.
O, dedesinin köyünde gördüğü şeylerin nedenlerini araştırmış ve macera dolu mikro âlemlerde dolaşmıştı. Gözle göremediğimiz mikro âlemlerin harika işlerini, Can’ın yaşadıklarından öğrenmiştik.
Onunla birlikte biz de yaratılmış olan şeylerdeki harikalıkları keşfetmiştik.
Peki, kâşifler hiç boş durur mu? Elbette durmaz. Bizim Can da durmadı ve sormaya devam etti. Yine dedesinin köyünde karşısına çok ilginç şeyler çıktı. O, bu sefer ‘NASIL’ sorularının peşine düştü. Ve yine her sorusuna cevabı, olay yerinde yani mikro âlemde buldu.
Gerçekten.de.Can,.sorularının.peşinde.koşmaktan hiç korkmuyor. Biliyorum ki, sen de onun kadar korkusuzsun. Nereden mi biliyorum? Şu an bu kitabı elinde tutuyor ve bu satırları okuyor olmandan biliyorum tabii ki…
Şu koca dünyada neler olup bittiğini merak ediyor ve çılgın sorularına cevap arıyorsan ‘Bir Sorum Var- NASIL’ kitabı tam sana göre.
Sen de bir mucize kâşifi olabilir, gizemli ve maceralı dünyaların sırlarını keşfedebilirsin.
Haydi, ne duruyorsun?
Çevir şimdi sayfaları…
Yine heyecan dolu bir macera seni bekliyor.
MEHMET YAŞAR
“İlim hazinedir.
Anahtarı ise sualdir (soru sormaktır).”
Hadis-i Şerif
Büyük bir bilim adamına başarısındaki sırrın ne olduğunu sormuşlar;
“Annem” demiş ve devam etmiş;
“Bütün anneler, çocukları okuldan eve gelince, ‘çocuğum, öğretmeninin sorduğu sorulara cevap verebildin mi?’ diye sorardı. Benim annemse, ‘evladım, bugün okulda güzel bir soru sorabildin mi?’ derdi.
İşte benim başarımın sırrı budur.”
Arılar Bal Yapar, NASIL?
Vııızzzzz…
Vvıızzz… vvııızzz…
Sabah sabah bu vızıltı da neyin nesi? Git başımdan!
Vvııızzz… Vvıızzzz…
“Can! Haydi oğlum kalk artık, kahvaltı yapacağız.”
Uff ya, bir yandan şu vızırtı, bir yandan annem. Bir uyutmadılar, gitti.
“Tamam!… Geliyorum!”
“Sofraya gelmeden, bahçeden biraz domates getir oğlum!”
“Hemen hallederim baba!”
“Salatalık da getir yavrum!”
“Olur anne!”
Köyde sabahları uyanmayı çok seviyorum. Sabah serinliği, kuş sesleri, mis gibi bahçe kokusu ve harika sabah kahvaltısı… Bir de bahçeden sebze toplamak, benim en sevdiğim iş… Dedemin bahçesini görseniz siz de bayılırsınız. Aynı pazar yeri gibi, herşey var.
Hay aksi lafa daldım. Acele etmezsem abim benden önce bahçeye dalar, valla. Hemen fırlamam lâzım yataktan…
“Bizimkine yeter ki bahçeden bir şey getir de. ‘Abimden önce gideceğim’ diye uçacak neredeyse…”
“Can, kovanların yanından geçerken dikkatli ol yavrum. Arıları ürkütme…”
“Ahhhh!!!”
“Hay Allah! Bizim arılar, Can’ı soktu anlaşılan. Bi koşu bakıverelim, ne olmuş bizim kerataya?.”
“Dedeeee! Burnum, burnumm!…”
“Geldik, Can. Elini çek bakalım yüzünden, ne olmuş benim torunuma bir bakayım.”
“Dede, burnum çok acıyor!…”
“Hımm, anlaşılan benim arılar, tam burun deliğinden öpmüşler seni.” “Ne öpmesi dede! Soktu beni, soktuuu… Aahhh!!”
“Bence sokarak öpmüş, dede.”
“Abi, git başımdan! Seni de sokarlarsa görürsün gününü.”
“Oğlum, kardeşinle dalga geçme. Baksana adamı tam yerinden şişlemişler zaten. Heh he….”
“Baba ya! Zaten canım yanıyor, sen de dalga geçiyorsun. Dede, bir şey de şunlara!…”
“Tamam Can, şimdi geçecek yavrum. Önce bir bakalım, iğnesini görebilecek miyiz? Çıkarabilirsek iğneyi canın daha az yanar. Olmadı, çamur süreriz, o da acıyı biraz hafifletir.”
“Dede, gerçekten de burun deliğimden mi sokmuşlar? Çok acıyor burnum!”
“Burun deliğinin kenarından sokmuşlar, Can. Hep derim ya, arı kovanlarının yanından dikkatli geçmelisin diye. Koştuğun için ürkmüş olmalılar. Allah’tan kovanın hepsi harekete geçmemiş. Bu kovanda elli bine yakın arı olabilir. Düşünsene, hepsi birden seni öpmeye kalksaydı, daha da fena olabilirdi. Bence haline şükretmelisin.”
“Burnumun acısı azalmaya başladı, dede. Dokununca fazla acımıyor.”
“Biraz daha dayan, tamamen geçecek inşallah. Bu arada, istersen kahvaltıdan sonra kovanı açalım. Bakalım ne kadar bal yapmışlar. Hem merak ettiğin kovanın içini de görmüş olursun.”
“Olur, dede.”
“O zaman doğru kahvaltıya…”
Bu kovan, arı kaynıyor
Köyde insanın başına böyle şeyler gelebiliyor. Sabah sabah arı beni şişledi, ama olsun. Acısı yavaş yavaş geçti zaten. Hem dedemle kovanı açmak için sabırsızlanıyorum. Kahvaltı bittiğine göre dedemle birazdan açarız kovanları. Dedem nereye gitti, az önce buralardaydı.
“Geldim Can, geldim. Şu kıyafetleri giyelim de kovanların yanına gidelim. Şu körüğü de alalım, bize lâzım olacak.”
“Ne garip kıyafet bunlar, dede. Astronot elbisesi gibi. Çok komikmiş…”
“Komik ama bu kıyafetler olmadan kovanı açmaya kalkarsak, seni şişleyen arıdan 30-40 bin tanesi daha gelir, bizi bir güzel şişler. Sanırım bu kadar arı öpücüğünü bir arada istemezsin.”
“Yoook, istemem. Zaten hâlâ burnum zonkluyor…”
“O zaman bana yardım et, biraz ateş yakalım.”
“Ateş mi? Neden? Mangal mı yapacağız yoksa?”
“Sabah sabah canın mangal mı çekti köftehor? Merak etme, mangal işini akşamüstü hallederiz. Ateşi, arılar için yakacağız.”
Eyvah, dedem çıldırdı. Hiç belli etmedi ama arılara çok kızdı galiba. Beni çok sevdiğini biliyordum. Bu kadarı da çılgınlık bence. Onu durdurmam lâzım.
“Bir arı beni soktu diye, bütün arıları yakmayacaksın herhalde?”
“Bunu da nereden çıkardın, Can? Bu ateşi, körük için yakacağız. Ateşin dumanıyla da arıları sakinleştireceğiz.”