Ayine
Türk klâsik edebiyatının en yaygın nazım şekli olmak bakımından her divanda yıgm yığın örneği bulunur gazellerin. Bir medeniyet birikiminin estetik boyutta kaynakları arasında sayılmak, işte o kesretin sonucudur. Beyitlerin asırlar boyunca birer sarraf titizliğiyle işlenmiş dizeleri, aslında bizim klâsik edebiyat maceramızın paradigmasını da yansıtır biraz. Ve Osmanlı gazelinin tarihi, biraz da Türk’ün tarihidir; orada Göktürklerden, Uygurlardan, Selçuklulardan süzülerek genlerimizde taşıdığımız bir kültür birikimi okunur çoğu kez.Elinizdeki kitapçıkta değişik şairlere ait on beş gazel ile iki berceste, yine o şairlerin zamanlarına ait araştırmalarla şerh edilmeye çalışılmıştır. Biz, anladığımızı yazdık ve elden geldiğince objektif kalmaya çalıştık. Okuyucu, belki de bizim hissettiklerimizi duyacak, bizim görmediklerimizi seyredecek o dizelerde. Öyle de olmalıdır, diyoruz biz. Çünkü şiir hakikatte bilgi edinmek yahut anlamak için değil, hissetmek içindir. Ezcümle, bu sayfanın devamında size kadim zaman ustalarının çağlarına has duyuş, düşünüş ve ifade edişlerini anlatabilmeyi istedik “ve gazel yeniden” dedik.
SUNUŞ
Bir edebiyat araştırmacısının deneme yazmak haddine değildir, biliyorum; İllâ ki söz, bir kez kalbe doğmuşsa artık yapılacak bir şey kalmamış bir onu söylemekten başka
Şiiri meslek edinip de şair olamamanın acısını en İyi bilenlerdenim ben. Şiir söyleyemediğim için duygularımı, şiire en yakın gördüğüm deneme formatında anlatmayı yeğlemem bundandır Ancak, bu kitaptaki her bir deneme için birkaç kitap okuduğumu itiraf etmeliyim. Uzun gecelerde küstürdüğüm uyku perisinin dönmesini beklerken şekillenen düşüncelerim beyaz sayfalara bu üslupta yayıldı ve her bir cümle bazen birkaç defa değiştirildi. Anlattıklarım kendime değil, topluma; merkeze değil, muhite aitti. Benim duyduklarımı duyan yüzlerce kalbin yaşadığını bu kırk denemeyi yazarken öğrendim Hüzün, gözyaşı ve acıyı ifade etmenin ne kadar çok yolu varmış meğer. Meğer ne çok bitermiş kalbimiz yaşadıklarımız karşısında.
Kitapta yer alan denemeler, haftalık periyotlar hâlinde Zaman gazetesindeki Âyine sütununda yayımlandı, istediğim, hepimizin içindeki duygulara ayna tutabilmek, çoktandır yitirdiğimiz gönül medeniyetini bir aynadan yansıtabilmekti. Gönül ki ayna demekti, geçmişimizi, geleceğimizi ve hâlimizi ancak orada seyredebilirdik.
Bu yazıları ilk okuyan ve katkıda bulunan, sevgili eşim oldu. Bilâhare, okuyucularımın takdiri, değerli öğrencilerim A. Şenyurt’un teşvik ve E. Eroğlu’nun gayreti bu kitabın oluşmasını sağladı. Hepsine müteşekkirim. Bundan sonra şiir yazmayacağımı ben de biliyorum; sanırım deneme yazmaya da cesaret edemem
Sevgili okuyucu! Kalbine dört ayrı ayna tutmaktı niyetim. Umarım en az birinde kendini göreceksin.
âyine-i kalp
Tûli-i mu’cize gûyem ne desem lâf değil
Çerh ile söyleşemem âyinesi saf değil
Nefi
Ben alelade sözler değil, mucizeler söyleyen bir papağanım. Söylediklerime “lâl” deyip geçme. Yaratılışım gereği ben. (felek.) zamane ile söyleşemem. Çünkü onun gönül aynası sal değil (içi fitnelerle dolu).
SEN GİDİNCE EFENDİM…
Sevgili!
Sen gitmiştin… Koyup bir başımıza, bırakıp pak ellerimizi, gurbetlerine salmıştın bizi. Yetim kaldık, öksüz kaldık ve ellerimiz kirlendi yokluğunda… Sen gitmiştin… Ayrılıkların dilini hece hece ağlıyoruz şimdi. Akşamlar iniyor dağlara ve hasretimiz yankılanıyor yamaçlarda.
Sevgili!
Nasıl iltica edelim sana; huzuruna nasıl varalım, yalvaralım? Kemler karıncalar nice mümkün hâlini Süleyman’a arı?!., Güneş huzurunda mumların okunmazken esâmisi, pervaneler bahsetsin mi varlıktan? Ve duyurabilsin mi sesini!?.. Efendim, duyar mısın sesimizi…
Sevgili!
Sen aşk ikliminde sultan, sen güzellik şahikasında dolunay……