Londra’nın görüp göreceği en çekici ve büyüleyici metres rolüne bürünen, amacı uğrunda gözü kara, güzeller güzeli bir genç kadının baş döndürücü hikayesi…
– –
“Halasının bir şantajcının tuzağına düştüğünü öğrenen okul müdiresi Iphiginia Bright, aynı şantajcının kurbanı olan Masters Kontunun metresi rolünü oynamaya karar verir. Başarılı da olur. Ta ki öldüğünü sandığı, hayallerinin erkeği Kont Marcus Valerius Cloud, bir gün balo salonuna girip planlarını ve hayatını altüst edene kadar.
Bu heyecan dolu, komik ve son derece duygusal hikaye diğer Quick efsanelerini aratmayacak. Quick, tarihi aşk romanları sevenlere bir solukta okunacak hikayeler yazmaya devam ediyor.”
Library Journal
“Amanda Quick, günümüz romantizminin en üretken ve heyecan verici yazarlarından biri. Kahramanları, tanımak için can atacağınız cesur kadınlar ve aşık olmak isteyeceğiniz büyüleyici erkekler.”
Usa Today
“Elinize bir Amanda Quick kitabı aldıysanız, geceyi onunla geçireceksiniz demektir.”
Denver Post
“Amanda Quick, olağanüstü bir hikaye anlatıcısı.”
Daily News of Los Angeles
***
Prolog
“SON METRESİNİZ LONDRA’DA SKANDALLAR YARATIYOR, Kont Cloud. Sosyete bu dulu çok eğlenceli buluyor.” Şöminenin önünde oturan Charles Trescott, koca bir yudum konyağı yuvarlayıp yılışık bir ifadeyle ev sahibine baktı. “Yılın en hareketli döneminde taşrada gözlerden ırak olmayı tercih ettiğiniz için şehirde neler döndüğünü bilmek istersiniz diye düşündüm.”
“Son dedikoduları vermek için yolunu değiştirip buraya kadar gelmen büyük incelik.”
“Rica ederim, isminiz herkesin dilindeyken hiç olmazsa bu kadarını yapayım dedim. Bu tür şeylerin sizi sinirlendirdiğini biliyorum.” Otuzunda, yapacak işi gücü olmayan, sefahat düşkünü Trescott durdu, suratında gizleyemediği bir beklentiyle Konta baktı.
“Yanılıyorsun Trescott. Sosyete sürüsünün çay vaktinde yaptığı dedikodular hiç umrumda değil.”
Trescott biraz bozulduysa da yılmadı. Kafesteki aslanı kışkırtmak isteyen küçük bir oğlan gibi, tepki almak için bir darbe daha indirdi, “İtiraf etmeliyim ki kadının terbiyesizliğine neden anlayış gösterdiğinizi herkes kadar ben de merak ediyorum. Sevgililerinizin sağduyulu davranmasını önemsediğinizi bütün dünya biliyor. Bu koşulun en önemli kurallarınız arasında olduğunu sanıyordum.”
Masters Kontu Marcus Valerius Cloud, kristal konyak kadehini nasırlı, iri ellerinde ağır ağır döndürdü, alevlerin ışığının kalın kesme kristalde hapsolmasını inceledi. Birkaç ay önce cam ve ışığın ilginç özelliklerine ilgi duymaya başlamış, prizmalar ve aynalarla alakalı kapsamlı deneylere girişmişti.
Bu çalışmalar da Marcus’u, yeni tutkusu olan teleskoplara yöneltmişti. Astronomi öyle büyüleyici gelmişti ki, Kont deneylerine devam edebilmek için bu sene en hareketli döneminde Londra’yı terkedip taşradaki ıssız mekanlarından birine çekilmişti. Kont’un yeni teleskopunun görüşünü engelleyen puslu Londra havasının aksine Yorkshire’da geceleri gökyüzü daima berrak ve pırıl pırıldı.
Marcus hep böyle araştırmacı biri olmuştu. Ailesinin Yorkshire’daki çiftlik evinde geçirdiği çocukluk günlerinde bile mekanik, teknik ve bilimsel meseleler onu daima büyülerdi.
Atlı arabaların tekerleklerinden saatlere, müzik kutularından yıldızlara, her şeyi keşfetmeye, icat etmeye, eşyaların işleyişini anlamaya meraklıydı.
Marcus kuralları severdi, özellikle de kendi kurallarını. Birkaç sene önce bu kuralların bir listesini çıkarmış ve bunları hiç çiğnememişti. Maddeler basit ve kesindi.
Asla tekrar evlenme.
Asla geçmişi konuşma.
Asla yaptıklarını başkalarına izah etme.
Asla hedefinden dönme, kararını değiştirme.
Asla bakirelere ya da başka erkeklerin karılarına bulaşma.
Marcus incelediği konyak kadehinden başını kaldırdı. Trescott’u hiçbir zaman gerçekten önemsememişti. Adam sürünün çoğunluğu gibi, masumları, sosyal statüsü kendininkinden düşük olanları avlayacak kadar mezhebi geniş, rahatına düşkün bir zamparaydı.
“Söyle bakalım, hanımefendi bu konuşmalara sebep verecek ne yapıyor?” dedi umursamaz bir tonla.
Trescott’un gözleri hainlikle parladı. “Söylentilere göre sizi bırakmış, yeni bir sevgili arıyormuş. Bütün Londra da ona talip.”
“İnanırım.”
“Bayan Bright on beş gün önce sosyeteye katıldı ve fırtınalar kopardı. Kimse bir sevgilinizin sizi öylece terkettiğine inanamıyor. Kurallar konusundaki ününüzü göz önüne alırsak, tabiri caizse, bu çok olağandışı değil mi?”
Marcus hafifçe gülümsedi ama yorum yapmadı.
Kont’un bu tepkisizliğine bozulan Trescott tüm acımasızlığıyla başka bir delikten dalmayı denedi. “Sizin de bildiğiniz gibi, Londra’nın en gizemli, en tehlikeli erkeklerinden biri sayılıyorsunuz.”
“Tıpkı güzellik gibi gizem ve tehlike de göreceli bir kavramdır.”
“Geçmişinizle ilgili söylentiler tam anlamıyla bir efsane olduğunuzu kanıtlıyor, Masters. Tabii ki sizi silkeleyip atmaya cüret eden her kadın heyecan uyandıracak, ortalığı karıştıracaktır.”
“Tabii ki.”
Trescott gözlerini kıstı. “Bayım, bu hanımefendinin çok sıradışı olduğunu söylemeliyim, sizin için bile. Böyle şahane bir dulu nereden buldunuz?”
“Onu gördün mü?”
“Tabii.” Trescott kıkırdadı. “Bayan Bright her yerde. Onun katılmadığı hiçbir balo veya toplantı başarılı geçmiş sayılmıyor. Sevgiliniz sosyetenin senelerdir gördüğü, gelmiş geçmiş en büyüleyici yaratık.”
“Sen de onu büyüleyici mi buluyorsun, Trescott?”
“Kesinlikle. Herkes onu büyüleyici buluyor. Ona Leydi Starlight* diyorlar, bilmem duydunuz mu?”
“Öyle mi?”
Trescott yüzünü buruşturdu. “Çok güzel olduğundan değil. Tabii siz bunu herkesten iyi biliyorsunuz zaten. Yine de kadında kendine baktıran bir şeyler var, değil mi? Herhalde lakabı da giysilerinden kaynaklanıyor.”
“Ah, anladım. Elbiselerinden.”
Trescott haince sırıttı. “Namıyla ün salmış bir lordun metresinin kahrolası bir bakire gibi bembeyaz giysiler içinde dolaştığını düşündükçe… Ne kadar abes.”
Marcus elindeki konyak kadehiyle oynamayı bırakıp Trescott’a baktı. “Beyaz da mı giyiyor?”
“Başka hiçbir renk giymiyor ki.” dedi Trescott. “Gerçek bir günahkar. Gitme vakti geldiğinde o komik, beyaz yaldızlı faytonu şehrin bütün kadınlarını imrendiriyor. Bahse girerim o araba size epey pahalıya mal olmuştur. Sormamda bir sakınca yoksa, ne kadar ödediniz?”
“Şu an hatırlayamayacağım.” Marcus gözlerini ateşe çevirdi.
“Herhalde kendisine o kadar çok pahalı ıvır zıvır aldınız ki beyaz arabayla o harika beyaz kısraklara ödediğiniz miktar arada kaynadı gitti, öyle mi?”
“Ben bu tür meselelerle pek ilgilenmem.”
Trescott homurdandı. “İyi ki karun kadar zenginsiniz. Alınmayın ama küçükhanım yeni bir sevgili aramaya girişmeden önce o minik pençelerini derinize iyice geçirmiş sanırım.”
“Zaten genelde dullara kocalarından yüklü miktarda miras kalır.”
“Söylentilere göre merhum Bay Bright epey yaşlıymış ve Devon’da bir yerde, sade bir hayat sürmüş.” Trescott keskin gözlerle Marcus’u süzdü. “Ona biraz para bırakmış olabilir tabii ama bütün dünya kadının asıl olarak sizi sömürdüğünden şüpheleniyor.”
“Bu işler nasıl yürür bilirsin. Erkeğin bu tür zevklerine para harcaması gerekir.”
Trescott gülümsedi, ardından çekinmeden elini iyice aslanın kafesine daldırdı. “Söylesenize, Masters, yatağına sizin yerinize başka bir erkeği almaya kararlı, fettan bir sevgili tarafından aldatılmak nasıl bir duygu?”
“Şu anda hissettiklerimi ifade etmek pek de kolay değil, Trescott.”
“Yemin ederim, sosyetede sevgilinizin yatağında sizin yerinizi almaya can atmayan erkek yok gibi.”
“Doğrudur.”
“Tanıdıklarınızın hepsi diyebilirim, özellikle de arada bir kağıt oynadığınız adamlar, kadının eteğinin dibinden ayrılmıyor,” diye devam etti Trescott. “Lartmore, Darrow, Ellis ve Judson sürekli onun yanında. Bir de sırf onunla görünebilmek için kadını eğlendirmeye çabalayan züppelerle cicibeyler var. Mesela Hoyt gibi.”
“Bazı erkekler popüler olabilmek için her şeyi yapmaya razı.”
“Laf popülerlik ve modadan açılmışken,” diye ekledi Trescott, “sevgiliniz, klasik antikalar konusundaki bilgisiyle de bir dolu hanımefendiyi etrafına topladı. Bugünlerde işlerin nasıl yürüdüğünü biliyorsunuz. Sosyetenin bütün hanımları evlerini klasik tarzda döşeme derdinde. Her biri kendi dekorasyonunun diğerlerininkinden daha otantik olmasını istiyor.
“Antikalar,” diye tekrarladı Marcus.
“Evet, şu sıra antikaya çok rağbet var ve sizin Bayan Bright görünüşe bakılırsa bu konuda çok bilgili. Söylediğine göre bir sene boyunca İtalyan harabelerini dolaşmış.” Trescott kınar gibi başını iki yana salladı. “İtiraf etmeliyim, ben entelektüel kadınlardan pek hoşlanmam.”
“Kişiliğin düşünülürse bu çok anlaşılır bir durum.”
Trescott hakareti fârketmedi bile. “Kadının böyle fütursuzca davranması sizi hiç öfkelendirmiyor mu?”
“Ben bunu…” Marcus doğru sözcüğü bulmak için duraksadı. “…çok ilginç buluyorum.”
“İlginç mi? Tek söyleyeceğiniz bu mu? Tanrı aşkına, şu anda bile metresiniz Londra’nın en şık oturma odalarından birinde sizi küçük düşürmekle meşgul olmalı.”
“Tek söyleyeceğim bu olmayabilir ama şu anda söylemek istediğim kesinlikle bundan ibaret. Vereceğin haberler bu kadar mı, Trescott?”
Trescott kaşlarını çattı. “Evet. Bu kadarı yeter de artar diye düşünüyorum.”
“Öyle hakikaten. Yeter de artar bile. Hiç şüphesiz artık yola koyulmak için sabırsızlanıyorsundur.” Marcus saatine baktı. “Birazdan hava kararacak, en yakın han bile epey uzakta.”
Trescott’un dudakları gerildi. Cloud Malikanesi’nde kalmasının teklif edileceğini sanmışsa şimdi büyük hayal kırıklığına uğramış olmalıydı. Ayağa kalktı.
“Size iyi geceler, Masters. Eminim bu gece düşünecek bir dolu şeyiniz vardır. Yerinizde olmadığıma sevindiğimi söylemeden edemeyeceğim. İnsanın metresi tarafından aptal yerine konması çok utanç verici bir durum.”
Trescott döndü, uygun adım kütüphaneden dışarı çıktı. Marcus ziyaretçisinin ardından kapı kapanana kadar bekledi. Ardından ayağa kalkıp pencerenin yanına yürüdü.
Gökyüzü bulutsuz ve berraktı, ilkbaharın belli belirsiz altın ve şeftali renkleriyle pırıl pırıldı. Kontun yeni teleskobuyla yıldızları gözlemesi için güzel bir geceydi.
Marcus ay sonuna dek Yorkshire’da kalmayı planlamıştı ama görünüşe bakılırsa Londra’ya düşündüğünden daha erken dönmek için harekete geçmek zorunda kalacaktı.
Merakı, ki merak da cinsel arzu kadar kuvvetli bir duyguydu, şimdi iyice kabarmıştı.
İşin aslı, Londra’da dönen dedikodular ne olursa obun, Kont’un şu sıra sevgilisi yoktu.
Dört aydan beri herhangi bir kadınla birlikte olmamıştı. Yirmili yaşlarının sonunda ve çok güzel bir dul olan son metresinden ayrılalı epey oluyordu. Hanımefendi, Marcus’un yeniden evlenmekle ilgili kuralını bozmaya niyeti olmadığını sonunda idrak ettiğinde ayrılmayı talep etmişti. Güzel dul daha kalıcı ve uzun süreli oyunlar peşindeydi.
Marcus elinde olmadan bu Bayan Bright’ın kim olduğunu merak etmeye başlamıştı. Ancak asıl ilgisini çeken, kadının cesaretiydi.
Sosyetenin kaymak tabakasında onun sevgilisiymiş gibi davranmaya cüret edecek kadar cesur bir kadın gerçekten de ilginç olmalıydı. Belki de yıldızlar kadar ilginç.
———
* Yıldız ışığı