Agatha Christie İskemlede Beş Ceset
DİŞÇİDE İŞLENEN CİNAYETE ŞUNLAR KARIŞMIŞTI:
Henry Morley Georgine Morley Relly
Gladys Nevili Amberiotis
MabelleSainsbury-Seale Alistair Blunt Julia Olivera Jane Olivera Helen Montressor Alfred Biggs Agnes Fletcher
: Dişçi. Mesleğinde ilerlemiş bir insandı.
: Henry’nin ablası. Kardeşinin ortağından hoşlanmıyordu.
: Henry’nin ortağı. İçkiye fazla düşkündü.
: Henry’nin sekreteri. Aslında işine bağlı bir kızdı.
: Hastalardan biri. Bir altın madeni bulduğundan emindi.
: Orta yaşlı bir kadın. Morley’in has-talarındandı.
: Ünlü bankacı. Esrarın çözülmesini istiyordu.
: Blunt’ın Amerikalı akrabası. Bir hayli paragözdü.
: Julia’nın kızı. Annesini hiç dinlemiyordu.
: Blunt’ın yakını. Çok gururlu bir kadındı.
: Morley’in uşağı. Biraz gerizekâlıy-dı.
: Orta hizmetçisi. Polisten çok korkuyordu.
Frank Carter Reginald Barnes Hovvard Raikes Sylvia Chapman Albert Chapman Japp
: Gladys’in sevgilisi. Yalancının, düzenbazın biriydi.
: Ufak tefek bir emekli. Aklı fikri casuslardaydı.
: Yakışıklı bir genç. Jane’le ilişkisi vardı.
: Orta yaşlı bir sarışın. Giyinip süslenmeye meraklıydı.
: Sylvia’nın kocası. İşi icabı evde fazla bulunamıyordu.
: Scotland Yard Başmüfettişi. Olayı basit görüyordu.
ve
HERCULE POİROT (Dişçiye gitmekten hiç hoşlanmıyordu!)
– 6-
HERCULE POİROTNUN ELİNDE ŞU İPUÇLARI VARDI:
• Tokalı rugan ayakkabılar…
• Bir çift çorap…
• Bir dedektif romanı…
• Kısa bir konuşma…
• Bir mektup…
• Bir kürk sandığı…
• Bir rastlantı…
• İki tabanca…
• Bir bahçıvan…
• Bir iddia…
HERCULE POİROT’NUN ESRARI ÇÖZEBİLMESİ İÇİN ŞU SORULARI CEVAPLANDIRMASI GEREKİYORDU:
• Mabelle Sainsbury-Seale neredeydi?
• Sandıktaki ceset kimindi?
• Morley hakikaten fazla dozda ilaç mı vermişti?
• Amberiotis neyin peşindeydi?
• Sylvia Chapman kimdi?
• İlk cinayet hangi saatte işlenmişti?
• Carter’ın anlattığı hikâye doğru muydu?
• Yeni bahçıvanın maksadı neydi?
• Raikes neden Blunt’un peşinde dolaşıyordu?
• Poirot hakikaten ihtiyarlıyor muydu?
– 7-
Bir, iki, ayakkabımın tokasını tak,
Üç, dört, kapıyı kapat,
Beş, altı, çomakları al,
Yedi, sekiz, onları düzgün koy,
Dokuz, on, besili bir tavuk,
On bir, on iki, insanlar incelemeli,
On üç, on dört, kızlar flört ediyor,
On beş, on altı, kızlar mutfakta,
On yedi, on sekiz, kızlar bekliyor,
On dokuz, yirmi, tabağım boşaldı
BİR, İKİ, AYAKKABIMIN TOKASINI TAK I
Sabah kahvaltıda Bay Morley’in keyfi hiç de yerinde olmamalıydı ki domuz pastırmasından şikâyet etti. Kahvenin niçin sıvı çamura benzediğini sordu. Yulaflı bulamacın gitgide daha da kötü olduğunu açıkladı.
Bay Morley kısa boylu bir adamdı. Çenesinin biçiminden kavgaya meraklı, ağzının şeklinden azimli bir insan olduğu anlaşılıyordu.
Adamın evinin işlerine bakan ablası ise iriyarıydı. Kadın gardiyanları andırıyordu. Miss Georgina Morley, düşünceli bir
— 9 —
tavırla kardeşini süzdü ve sonra, “Banyonun suyu yine soğuk muydu?” diye sordu.
Bay Morley adeta istemeye istemeye, “Değildi,” dedi. Beğenmediği kahveden bir ikinci fincan daha içerken asıl derdini açıkladı. “Bu kızların hepsi de birbirinin aynı! Havai, bencil, hiçbir zaman güvenilemeyecek insanlar.”
Miss Morley soru sorar gibi, “Gladys?” dedi.
“Biraz önce haber aldım. Gladys’in teyzesine felç gelmiş. Onun için kalkıp Somerset’e gitmek zorunda kalmış.”
Miss Georgina Morley, “Evet, bu sıkılıcak bir şey, şekerim,” diye mırıldandı. “Ama kızın ne suçu var?”
Bay Morley sıkıntılı sıkıntılı başını salladı. “Teyzesine felç geldiği bakalım doğru mu? Gladys’in bu hikâyeyi gezdiği o genç haytayla birlikte uydurmadığını nereden bilebilirim? O genç adam ahlaksızın biri! Herhalde Gladys’le bugün gezmeyi düşündüler.”
“Ah, hayır, şekerim, Gladys’in böyle bir şey yapacağını hiç sanmam. Sen daima onun işine bağlı olduğunu söylerdin.”
“Evet, evet.”
“Çok zeki bir kız ‘işini de seviyor,’ derdin.”
“Evet, evet, Georgina. Ama bütün bunlar o serseri ortaya çıkmadan önceydi. Gladys son zamanlarda çok değişti. Gayet dalgın… Endişeli… Sinirli…”
Kadın derin derin içini çekti. “Henry, neticede genç kızlar âşık olurlar. Bunun çaresi de yoktur.”
Bay Morley bağırdı. “Gladys, benim sekreterim! Âşık olmasının işini etkilemesine de izin vermemeli. Özellikle bugün çok çalışmak zorundayım. Birkaç önemli hasta gelecek. Çok sıkıcı bir durum bu.”
“Evet, bunun çok kızılacak bir şey olduğundan eminim, Henry. Ha, aklıma gelmişken… Yeni aldığın çocuk ne âlemde?”
– 10-
Henry Morley sıkıntılı sıkıntılı, “Şimdiye kadar tuttuklarımın en kötüsü,” dedi. “Bir tek hastanın adını bile doğru dürüst öğrenemiyor. Hem de çok kaba saba biri. Eğer düzelmezse onu kovmak ve yeniden birini bulmak zorunda kalacağım. Son zamanlarda eğitim düzenimiz çok bozuldu. Okullardan bir sürü gerize-kâlı çocuk mezun oluyor. Bırak anlattıklarını hatırlamayı, söylediklerinin bir tekini bile anlamıyorlar.” Saatine bir göz attı. “Artık gitmeliyim. Sabah oldu. Üstelik Miss Sainsbury-Seale’i de bir araya sokmam lazım. Zira kadının dişi ağrıyor. Ona Reilly’i görmesini tavsiye ettim ama dinlemedi.”
Georgina sadakatle, “Tabii dinlemez,” dedi.
“Reilly işinin ehli bir adam… Çok iyi bir dişçi o. Bir sürü diploması da var.”
Miss Morley, “Reilly’nin elleri titriyor,” diye cevap verdi. “Bana kalırsa adam içiyor.”
Kardeşi güldü. Keyfi yerine gelmişti. “Her zamanki gibi saat bir buçukta gelip bir sandviç yerim,” dedi.
Savoy Oteli’nde Bay Amberiotis bir kürdanla dişlerini karıştırıyor ve kendi kendine gülüyordu.
Her şey yolundaydı.
Daima olduğu gibi şansı yine yardım etmişti ona. O budala, tavuğa benzeyen kadına söylediği birkaç dostça sözün karşılığını böyle fevkalade bir şekilde alması şaşılacak bir şeydi. Ah… “İyilik et, denize at,” derlerdi. Neticede kendisi de iyi kalpli bir insandı. Ve cömertti. İlerde daha da cömert olabilecekti. Gözlerinin önünde güzel sahneler beliriyordu Bay Amberiotis’in. Küçük Dimitri… Ufacık lokantasında didinip duran Constantopopolus… Onlara ne hoş sürprizler yapacaktı.
– 11 –
Kürdan dişin bir yerine geldi ve Bay Amboriotis irkildi. Gelecekle ilgili o pembe hayaller birdenbire kayboldu. Bunların yerini pek yakın bir gelecekle ilgili endişeler aldı. Adam, usulca diliyle dişini yokladı. Not defterini çıkararak baktı. “Saat 12 de. Qu-een Charlotte Sokağı, No. 58.”
Amberiotis o eski sevinci yeniden duymaya çalıştı. Ama boşuna. Ufku daralmış ve birkaç kelime halini almıştı.
“Queen Charlotte Sokağı, No. 58 Saat 12 de.”
South Kensington, Glengowrie Court Oteli’nde kahvaltı sona ermişti. Miss Sainsbury-Seale salonda oturmuş, Bayan Bo-litho’yla konuşuyordu. Yemekte yan yana masalarda oturuyorlardı. Miss Sainsbury-Seale otele geleli bir hafta olmuştu. İki kadın bir gün içinde birbirlerine ısınmışlar ve ahbaplığa başlamışlardı.
Miss Sainsbury-Seale, “Biliyor musunuz, şekerim,” dedi. “Dişlerimin ağrısı gerçekten durdu. En ufak bir zonklama bile yok. Onun için doktora telefon…”
Bayan Bolitho, onun sözünü kesti. “Çocukluk etmeyin, şekerim. Dişçiye gidin de şu iş de bitsin.” Bayan Bolitho otoriter tavırlı, kalın sesli, uzun boylu bir kadındı.
Miss Sainsbury-Seale ise kırkını geçmişti. Acayip bir sarıya boyadığı saçları karmakarışık ve kıvır kıvırdı. Elbiseleri biçimsiz fakat ‘artistik’ havalıydı. Kelebek gözlüğü daima burnundan kayıyordu. Ve kadın çok gevezeydi.
Şimdi de üzgün üzgün, “Ama emin olun,” diye mırıldanıyordu. “Dişim hiç ağrımıyor.”
“Saçma. Bana dün gece sabaha kadar gözünüzü kırpmadığınızı söylediniz.”
– 12-
“Orası öyle… Hakikaten uyumadım… Ama belki artık sinir öldü…”
Bay Bolitho kesin bir tavırla, “İyi ya,” dedi. “O zaman dişçiye muhakkak gitmeniz lazım. Hepimiz de dişçiye gitmekten kurtulmaya çalışırız ama aslında korkaklıktır bu. İnsan kararını vermeli ve bu işi bitirmelidir.”
Miss Sainsbury-Seale’in dilinin ucuna kadar geldi. Galiba kadın, isyan edecek ve, “Ama ağrıyan senin dişin değil,” diye bağıracaktı. Sadece, “Herhalde haklısınız…” dedi. “Bay Morley de o kadar dikkatli bir doktor ki. İnsanın canını hiç yakmıyor.”
IV
Yönetim Kurulu’nun toplantısı sona ermişti. Her şey yolundaydı. Raporlar iyiydi. Bir ahenksizlik de olmamalıydı. Fakat hassas Bay Samuel Rotherstein’a başkanın halinde hafif bir değişiklik varmış gibi gelmişti.
Adam bir iki defa sert sert, hatta aksi aksi konuşmuştu. Hem de gereksiz yere.
Acaba başkanın gizli bir endişesi mi vardı? Fakat Rothers-tein gizli bir endişeyle Alistair Blunt arasında bir bağ kuramıyordu. Blunt o kadar sakin bir insandı ki. Son derecede normal bir adamdı o. Tam anlamıyla İngilizdi.
Tabii insanın karaciğeri bozulabilirdi… Bay Rotherstein’in karaciğeri zaman zaman ona rahatsızlık veriyordu. Ama Alista-ir’in o zamana kadar böyle bir şikâyette bulunduğunu hiç duymamıştı. Alistair Blunt’un sağlığı da kafası ve maliye konusundaki dehası kadar mükemmeldi. Onunki insanı rahatsız eden bir gürbüzlük de değildi. Alistair sağlıklıydı, işte o kadar.
Ama… yine de adamın halinde bir şeyler vardı. Başkan bir iki kez elini yüzüne götürmüştü. Elini çenesine destek yaparak
– 13-
oturmuştu. Onun normal tavırları değildi bunlar. Ve bir iki defa da… evet, adeta dalıp gitmişti Alistair.
Toplantı salonundan çıkarak merdivenlerden indiler.
Rotherstein, “Nereye gideceksiniz,” dedi. “Sizi oraya bırakabilirim.”
Alistair Blunt gülümseyerek başını salladı. “Arabam bekliyor…” Saatine baktı. “Şehre dönmeyeceğim.” Bir an durdu. “Anlayacağınız dişçide randevurp var.”
Esrar çözülmüştü.
Hercule Poirot, Oueen Charlotte Sokağı’nda taksiden indi. Şoföre parasını vererek 58 numaralı evin kapısını çaldı. Bir süre bekledi. Nihayet eşikte heyecanlı tavırlı, kırmızı saçlı, çilli bir çocuk belirdi. Arkasına uşaklarınkine benzer bir ceket giymişti.
Hercule Poirot, “Bay Morley?” dedi. Gülünç bir umuda kapılmıştı Belçikalı. Belki Bay Morley’i bir yere çağırmışlardı… Veya hastalanmıştı adam… Ya da o gün hasta kabul etmiyordu… Ama her şey boştu.
Çocuk geri çekildi ve Hercule Poirot içeri girdi. Ve kapı Belçikalı dedektifin arkasından önlenmesi imkânsız felaketlere has o sessiz amansızlıkla kapandı.
Delikanlı, “Adınız, efendim?” dedi.
Poirot ismini söyledi. Çocuk sağdaki kapıyı açtı ve Belçikalı bekleme salonuna girdi.
Burası sadelik ve zevkle döşenmişti. Ama Hercule Poirot’ya anlatılamayacak kadar karanlık ve sıkıntılı gözüktü. Koltuklardan birinde uçuk yüzlü, dik bıyıklı, asker halli bir bey oturuyordu. Po-irot’ta zehirli bir böceği inceleyen bir insan tavrıyla baktı. Sanki. “Ah keşke yanımda flit pompası olsaydı,” dermiş gibi bir hali vardı.
– 14-
Onu nefretle süzen Poirot, açıkçası, diye düşündü. Bazı İngilizler gayet tiksinti verici ve gülünç oluyorlar. Onların doğdukları an öldürülmeleri daha doğru olur.
Adam, Poirot’yu öfkeyle uzun uzun süzdükten sonra The Times’ı kaptı. Poirot’yu görmemek için koltuğunda yan dönerek gazeteyi okumaya başladı.
Poirot’da Punch adlı mizah dergisini aldı. Bunu başından sonuna kadar dikkatle okudu ama nüktelerden hiçbirini de komik bulmadı.
Genç uşak kapıda belirerek, “Albay Rrrovv-Bumby?” dedi.
Asker tavırlı bey kalkıp çıktı.
Poirot bu adı pek acayip bulmuştu. Hakikaten böyle bir isim olabilir mi, diye düşünürken kapı açılarak içeriye otuz yaşlarında kadar bir adam girdi.
Yeni gelen masanın yanında durarak huzursuzca dergilerin kapaklarına bakmaya başladı. Poirot yan gözle onu süzdü. Tiksinti verici ve tehlikeli bir genç. Katil olması da ihtimal dahilinde… Görünürde genç adam Hercule Poirot’nun uzun meslek hayatı boyunca tutukladığı katillerden daha da katil halliydi.
Uşak kapıyı açarak havaya doğru, “Bay Peerer,” dedi.
Poirot, onun kendisini kasdettiğini anlayarak ayağa kalktı. Çocuk onu holün arka tarafındaki bir asansöre götürerek ikinci kata çıkardı. Birlikte bir koridordan geçtiler ve küçük bir odaya girdiler. Delikanlı dipteki kapıya vurdu. Sonra cevap beklemeden bunu açarak Poirot’nun içeri girmesi için yana çekildi.
Bay Morley içerde profesyonelce bir zevkle lavaboda ellerini yıkıyordu.
En büyük adamların hayatlarında da bazı gurur kırıcı anlar olur. “Hiçbir uşak efendisini bir kahraman saymaz,” derler. Buna şunu da eklemeli: “Pek az erkek dişçide kendisini kahraman sayabilir.”
– 15-
Hercule Poirot da bu gerçeği acı bir şekilde anlıyordu.
Kendisini beğenmeye alışıktı. Hercule Poirot’uydu o. Birçok bakımlardan diğer insanlardan üstündü. Ama şu anda hiçbir şekilde kendisini üstün bulamıyordu. Morali sıfıra inmişti. Alalade, endişeli bir insandı. Dişçi iskemlesinden korkan bir adam.
Bay Morley yıkanma işini bitirmişti. Şimdi dişçilere has o cesaret verici tavırlarla konuşuyordu. “Hava serin değil mi? Halbuki bu mevsimde sıcak olması lazım.” Poirot’yıı usulca o yere götürdü. İskemleye!
Hercule Poirot derin bir nefes aldı ve sandalyeye oturdu. Başını arkaya dayadı.
Bay Morley korkunç bir neşeyle, “Ah,” dedi. “Rahat mısınız?”
Poirot adeta mezardan gelirmiş gibi bir etki yapan bir sesle rahat olduğunu söyledi.
Bay Morley küçük masasını döndürerek kendisine daha yaklaştırdı. Ufak aynasını aldı. Bir aleti yakaladı ve işe başlamaya hazırlandı.
Hercule Poirot koltuğun iki yanını sıkıca tuttu. Gözlerini kapattı ve ağzını açtı.
Bay Morley sordu. “Belirli bir derdiniz var mı?”
Hercule Poirot ağzı açıkken sesli harfleri söylemekte zorluk çektiği için biraz da güç anlaşılır bir şekilde belirli bir derdi olmadığını anlattı. Altı ayda bir kontrole geliyordu. Tabii yapılacak hiçbir şey olmayabilirdi.. Belçikalı, belki Bay Morley arkadaki ikinci dişin durumunu fark etmez, diye düşünüyordu. O sızlamaya başlamıştı… Evet bu olabilirdi ama Poirot pek de sanmıyordu. Çünkü Henry Morley hakikaten çok iyi bir dişçiydi.
Bay Morley dişten dişe geçmeye başladı. Vuruyor, yokluyor ve o arada da mırıltıyla fikrini açıklıyordu. “Bu dolgu biraz aşınmaya başlamış… Ama ciddi bir şey yok. Diş etleriniz çok iyi durumda. Buna memnun oldum…” Birdenbire durakladı. “Bu biraz
– 16-
hassas. Ağrıyor mu?… Hım… Hayret.” Yoklama devam etti. Nihayet Bay Morley doğruldu. “Ciddi bir durum yok. Birkaç dolgu yapılacak. O yukardaki azı dişi de çürümeye başlamış… Bütün bu işleri bu sabah halledebileceğimizi sanıyorum.” Bir düğmeyi çevirdi. Birden uğultu başladı. Bay Morley aletini alarak buna adeta sevgi dolu bir dikkatle bir iğne taktı. Kısaca, “Siz bana yol gösterin,” dedikten sonra o korkunç oyma işine başladı.
Poirot’nun bu izinden faydalanmasına, elini kaldırmasına, yüzünü buruşturmasına ve hatta bağırmasına lüzum kalmadı. Bay Morley tam anında durdu. Kısaca, “Çalkalayın,” dedi. Biraz ilaç sürdü. Yeni bir iğne seçerek işine devam etti. Aslında Poirot’nun bundan çekinmesinin nedeni can acısı değil, dehşetti.
Daha sonra, Bay Morley dolguyu hazırlarken, tekrar konuşmaya başladılar.
Dişçi, “Bu sabah dolguyu kendim hazırlamak zorundayım,” diye açıkladı. “Miss Nevili bir yere gitmek zorunda kaldı… Miss Gladys Nevill’i hatırlıyorsunuz değil mi?”
“Tabii.” Poirot yalan söyledi.
“Bir yakını hastalandığı için kalkıp gitmek zorunda kaldı. Çetin günlerde daima böyle olur zaten. Bu sabah iyice geciktim. Sizden önceki hasta randevuya geç geldi. Sıkıcı bir durum bu. Çünkü bu yüzden bütün randevular aksadı. Sonra araya bir hasta daha sokmak zorundayım. Zira dişi çok ağrıyor. Bu ihtimali düşünerek daima bir on beş dakikayı ayırırım. Ama tabii bu da işleri daha da sıkıştırır.” Bay Morley, dolguyu karıştırdığı küçük havanın içine baktı. “Size daima fark ettiğim bir şeyi açıklayacağım, Mösyö Poirot. Büyük adamlar, önemli kişiler daima zamanında geliyorlar. Sizi hiç bekletmiyorlar. Mesela kraliçe ve ailesi. Dakikası dakikasına geliyorlar onlar. Büyük işadamları da öyle… Bu sabah yine çok önemli bir hastam var. Bay Alistair Blunt.” Bay Morley’in sesinde zafer vardı adeta.