POIROT’NUN ELİNDEKİ İPUÇLARI: •Kolayca bulunan bir ceset… •Kolayca bulunmayan bir ceset… •Eski bir çardak… •Yeni bir pavyon… •Bir Çinli şapkası… •Bir yol çantası… •Lüks bir yat… •İnce bir kordon… •Üç anahtar…
POIROT’NUN KENDİ KENDİNE SORDUĞU SORULAR: •Miss Brewis pasta hakkında yalan mı söylemişti? •Hattie, kuzeninden neden korkuyordu? •Lady Stubbs nereye saklanmıştı? •Marlene’in bildiği neydi? •Sally Legge çay saatinde nereye gitmişti? •İhtiyar Merdell neyin farkına varmıştı? •Bayan Folliat bir şey biliyor muydu? •Hattie gerçekten aptal mıydı? •Etienne de Sousa bir sahtekâr mıydı? •Marlene’le Merdell’in ne ilgisi vardı?
NASSE ŞATOSU’NDAKİ OLAYA KARIŞANLAR; Amy Folliat: Yaşlı bir kadın. Nasse İatosu’nun bir zamanlar kendisine ait olduğunu unutamıyordu. Sir George Stubbs : Zengin bir adam. Lady Hattie Stubbs : Sir George’un karısı. Genç, güzel, fakat aptalca bir kadındı. Amanda Brewis : İdeal bir sekreter. Lady Stubbs’a tahammülü yoktu.
Etienne de Sousa : Yakışıklı bir genç. Yıllardan beri görmediği akrabasını ziyarete gelmişti. Alec Legge: Genç bir atom bilgini. Bazı gizli dertleri vardı. Sally Legge: Alec’in kızıl saçlı güzel karısı. Ariadne Oliver : Meşhur yazar. Ortada bir şeyler döndüğünü seziyordu.
Michael Weyman : Genç bir mimar. Lady Stubbs’un egoist bir kadın olduğundan emindi. Jim Warburton : Masterton’ın sekreteri. Paul Masterton : Milletvekili. Kendi halinde sakin bir adamdı.
Connie Masterton : Paul’ün karısı. Kocasını onun yükselttiği söyleniyordu. Marlene Tucker : On dört yaşında bir kız. Çirkin, fakat çok meraklıydı. Merdeü : Geveze bir ihtiyar. Ona kimse inanmıyordu.
1.
Telefona Poirot’nun becerikli sekreteri Miss Lemon cevap verdi. Kadın not defterini bırakıp ahizeyi kaldırdı ve ilgisiz bir tavırla, “Trafalgar 8137,” dedi.
Hercule Poirot dik arkalı koltuğuna yaslanarak gözlerini kapattı. Parmaklarıyla dalgın dalgın masanın kenarına vurup duruyordu. Bir taraftan da sekreterine dikte etmekte olduğu mektubu kafasında tasarlamaktaydı.
Miss Lemon eliyle ahizeyi kapatarak alçak bir sesle sordu. “Devon’da Nassecombe kasabasından biri sizinle görüşmek istiyor? Kabul edecek misiniz?”
Poirot kaşlarını çattı. Kasabanın ismini ilk kez duyuyordu.
Dedektif, ihtiyatla, “Konuşmak isteyen kimmiş?” diye mırıldandı.
Miss Lemon telefonu ağzına yaklaştırıp birkaç kelime söyledi. “Ne… Ar… reyd mi?” İaşırmış gibiydi. “Ya, evet… Evet. Son ismi tekrarlar mısınız?”
Hercule Poirot’ya döndü. “Bayan Ariadne Oliver arıyormuş.”
Hercule Poirot hayretle kaşlarını kaldırdı. Gözlerinin önünde bir hayal belirdi… Rüzgârdan dağılmış kır saçlar… Kartalınkini andıran bir profil… Kalkıp Miss Lemon’dan ahizeyi aldı. Kendini beğenmiş bir tavırla,
“Ben Hercule Poirot,” dedi.
Karşıdan santral memurunun şüphe dolu sesi duyuldu.
“Konuşan gerçekten Bay Hercule Poirot mu?”
Dedektif, kadına bundan emin olabileceğini söyledi.
Ses, “Sizi Bay Poirot’ya bağlıyorum,” diye devam etti.
İnce, tiz sesin yerini bu kez de yüksek bir kontralto aldı. Poirot telaşla ahizeyi kulağından biraz uzaklaştırdı.
Bayan Oliver bağırdı. “Bay Poirot gerçekten sizinle mi konuşuyorum.”
“Karşınızdayım, madam.”
“Ben Ariadne Oliver… Bilmem beni hatırlayacak mısınız?”
“Sizi hatırlamaz olur muyum, madam? Sizi unutmaya imkân var mı?”
Bayan Oliver, “Bazen unutanlar oluyor,” diye cevap verdi. “Hatta sık sık unutanlara da rastlıyorum. Çok tanınmış biri olduğunu sanmıyorum. Ya da sık sık saçımın biçimini değiştirdiğim için oluyor bu. Fakat bunun konuyla bir ilgisi yok. İşiniz arasında sizi rahatsız etmediğimi umarım.”
“Hayır, hayır, beni kesinlikle rahatsız etmiyorsunuz.”
“Siz rahatsızlığın ne olduğunu pek bilmiyorsunuz galiba. Neyse bunu bırakalım. Size ihtiyacım var.”
“İhtiyacınız mı var?”
“Evet, hemen. Uçağa binebilir misiniz?”
“Hayır, uçaklardan hoşlanmam. Hemen hastalanıyorum.”
“Ben de öyle. Neyse, zaten uçakla tren arasında da pek fark yok. Zira en yakın havaalanı Exeter’de. Halbuki Exeter burdan kilometrelerce uzakta. Onun için trenle gelin. Paddington’dan saat on ikide kalkan tren Nassecombe’a uğruyor. Buna rahat rahat yetişebilirsiniz.
Saatim doğruysa kırk beş dakikanız var. Hoş saatim de her zaman doğru değildir ya…”
“Peki, siz nerdesiniz, madam? Hem ne oluyor?”
“Nassecombe’da Nasse İatosu ‘ndayım. Nassecombe İstasyonu’na bir taksi veya araba göndereceğim. Sizi alacak.”
Poirot telaşla, “Neden bana ihtiyacınız var?” diye tekrarladı. “Hem ne oluyor?”
Bayan Oliver çekine çekine cevap verdi. “Telefonları öyle yerlere koyuyorlar ki… Bu telefon da holde…
Durmadan burdan gelip geçiyorlar… Hem konuşuyorlar da.
Onun için sözlerinizi iyi duyamıyorum. Fakat sizi bekliyorum. Herkes öyle heyecanlanacak ki…
Allahaısmarladık.”
Telefon sert bir ses çıkararak kapandı. Sonra hattın kesildiğini belirten ses duyuldu.
Poirot şaşkın bir tavırla ahizeyi yerine bıraktı.
Ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. Miss Lemon kurşunkalemini eline almış bekliyordu. Kadın son derece ilgisizdi. Telefon konuşmasından önce yazmış olduğu son cümleyi monoton bir sesle okudu. “İleriye sürmüş
olduğunuz varsayımın hiç de…”
Poirot elini sallayarak onu susturdu. Bu sırada varsayımla uğraşacak hali yoktu. “Beni arayan Bayan Oliver’mış. Ariadne Oliver. İu cinayet romanları yazan kadın. Belki eserlerini siz de okumuşsunuzdur…” Fakat Miss Lemon’un sadece öğretici eserler okuduğunu ve cinayet romanı denilen hafiflikleri aşağı gördüğünü hatırlayarak sustu. “Bugün zaman kaybetmeden Devonshire’a hareket etmemi istiyor…” Saatine baktı. “Otuz beş dakika var.”
Miss Lemon durumdan hoşlanmadığını göstermek için dudak büktü. “Peki ne istiyormuş?”
“Orasını ben de bilmiyorum. Bir şey söylemedi.”
“Çok garip. Neden söylemedi?”
Hercule Poirot düşünceli bir şekilde, “Sözlerinin duyulmasından korkuyordu,” diye cevap verdi. “Evet, bunu açıkça anlattı.”
Miss Lemon, patronu adına sinirlendi. “Doğrusu bu kadarı da fazla. Sebepsiz yere sizin hemen koşa koşa gideceğinizi sanıyorlar. Sizin gibi önemli bir adam!
Zaten sanatçılarla yazarların dengesiz olduğunu çoktan fark ettim. Onların mantıklı şeyler yapmalarını bekleyemezsin. Telefon edip bir telgraf gönderteyim mi?
Londra’dan ayrılamadığım için özür dilerim! Böyle bir şey?” Telefona uzandı.
Fakat Poirot, ona engel oldu. “Du tout! Bilakis bana hemen bir taksi çağırmanızı rica edeceğim.” Sesini yükseltti. “Georges! Küçük bavuluma gerekli bir iki şeyi yerleştir. Hem çabuk ol. Trene yetişmem lazım.”