Ağlayan Elma ile Gülen Elma (Genişletilmiş Masal)
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak diyarların birinde adaletiyle tanınan, halkı tarafından sevilen bir padişah yaşarmış. Bu padişahın üç oğlu varmış. Üçü de zeki, cesur ve birbirine düşkün kardeşlermiş. Sarayları görkemli, sofraları bereketli, gönülleri ise huzur doluymuş. Özellikle küçük oğlan, içli ve hayalperest bir delikanlıymış. Bahçelerde dolaşmayı, yıldızlara bakıp hayaller kurmayı çok severmiş.
Günlerden bir gün, küçük şehzade sarayın balkonundan dışarı bakarken, yolda yürüyen yaşlı bir kadın görmüş. Kadıncağız, sırtında sepet, elinde testiyle çeşmeye doğru yürüyormuş. Küçük oğlan nedense içinden bir muzurluk yapma isteğiyle dolmuş. Bir taş almış, nişan alıp kadının testisini kırmış. Kadın dönüp bir şey söylememiş, sadece gözlerini oğlana dikmiş, derin bir iç geçirmiş ve evine dönmüş.
Ertesi gün yine gelmiş yaşlı kadın, bu kez elinde yeni bir testiyle. Oğlan yine dayanamamış, bu defa daha hızlı davranmış ve bir taş daha atarak kadının testisini kırmış. Kadın bu kez de sessizce yürüyüp gitmiş. Üçüncü gün geldiğinde oğlan, kadının geleceğini önceden sezmiş. Elinde taşı hazır beklemiş. Kadın çeşmeye yaklaşınca testiyi yine kırmış. Yaşlı kadın bu kez başını kaldırmış, gözlerini oğlanın gözlerine dikmiş ve şöyle demiş:
“Hey oğul… Bir söz söylemeyeceğim sana. Ama Rabb’imden dilerim ki; ağlayan elma ile gülen elmaya âşık olasın…”
Bu söz, ok gibi saplanmış şehzadenin kalbine. İlk gün önemsememiş. İkinci gün düşünmeye başlamış. Üçüncü gün ne yese boğazından geçmemiş, geceleri uykusu kaçmış. Günbegün sararıp solmuş, gözleri uzaklara dalar olmuş. Nihayet, padişah oğlunun halini fark etmiş. Hekimler çağrılmış, şifalı otlar, iksirler denenmiş ama çare bulunamamış.
Sonunda diyar diyar gezen yaşlı bir hekim saraya davet edilmiş. Oğlanı görür görmez teşhisini koymuş:
— Bu hastalık ne zehirden ne de soğuktandır. Bu oğlan sevdalıdır…
Oğlan dayanamayıp gerçeği anlatmış: “Ağlayan elma ile gülen elmaya âşığım, baba. Onları görmeden içim sönüyor, nefesim daralıyor.”
Padişah şaşırmış, çünkü böyle elmaların varlığından haberi yokmuş. “Oğlum, biz o elmaların nerede olduğunu nasıl buluruz?” demiş.
Küçük oğlan ise kararlıymış. “Baba, ne olur izin ver. Bırak gideyim, arayayım, bulayım. Gönlümde bir ateş var, yanmadan sönmeyecek.”
Ağabeyleri de kardeşlerine destek çıkmışlar. “Biz de onunla gideriz. Yalnız bırakmayız. Birlikte yola düşer, ne var ne yok araştırırız.”
Padişah gönülsüzce izin vermiş. Üç kardeş yola çıkmış. Dağlar aşmışlar, nehirler geçmişler. Ormanlarda konaklamış, çöllerde gölgelenmişler. Günler sonra bir çeşme başına varmışlar. Orada bir taşın üstünde üç satırlık bir yazı görmüşler:
“Bu üç yoldan biri gidip gelir, biri ya gider ya gelmez, biri giden dönmez.”
Büyük oğlan “gelen yola ben gideyim” demiş. Ortanca “ya gelen ya gelmeyen yola ben giderim” demiş. Küçüğe de “giden gelmez” yolu kalmış. Küçük kardeş gözünü kırpmadan razı olmuş. “Sevda yolunda ölüm bile güzeldir” demiş.
Her biri yüzüklerini taşın altına koymuş. “İlk dönen taşı kaldırır, diğerlerini de bekler” diye sözleşmişler. Sonra her biri kendi yoluna gitmiş.
Küçük Oğlanın Yolu
Küçük oğlan öyle bir yola düşmüş ki, kuş uçmaz, kervan geçmez. Dağların ardına, sislerin içine yürümüş. Günler sonra bir çeşmeye varmış. Orada yaşlı bir nineyle karşılaşmış. Nine elinde testiyle su dolduruyormuş.
— Nineciğim, bu gece beni misafir eder misin? demiş.
Nine, “Evim dardır, ben sığamam, seni nereye koyayım oğul?” demiş. Oğlan, iç cebinden bir avuç altın çıkarıp vermiş.
Nine altınları görünce gözleri parlamış. “Gel evladım, gönlüm geniştir, sana da yer bulunur” demiş. O gece birlikte yemek yemişler. Oğlan elma meselesini sormuş. Nine birden ciddileşmiş, yüzü gerilmiş, sonra bir tokat savurmuş oğlana.
— Onların adını anmak yasaktır! demiş. Ama oğlan yılmamış, bir avuç altın daha vermiş. Nine bu sefer yumuşamış:
— Yarın sabah karşı dağa git. Orada bir çoban var. O çoban ağlayan elma ile gülen elmanın bulunduğu sarayın çobanıdır. Gönlünü kazanırsan seni içeri sokabilir…
Ertesi sabah oğlan çobanın yanına gitmiş. Sohbet etmişler. Çobana da elma meselesini açınca, çoban da bir tokat atmış. “Adını anma bile!” demiş. Oğlan altınlarla çobanın gönlünü almış.
Çoban, koyun derisinden tulum yapmış. Oğlanı içine sokmuş. Akşam saraya giderken onu sürüye katmış. Gece herkes uyuyunca oğlan tulumdan çıkıp yukarı kata çıkmış. Rafta duran iki elmaya uzanmış. Ama elmalardan biri kahkaha atmış, diğeri hıçkıra hıçkıra ağlamış. Korkudan geri kaçmış. Bu durum üç kere tekrarlanmış. Sonunda prenses sinirlenip elmalara kızınca, elmalar küsmüş. Oğlan da dördüncü seferde elmaların ikisini alıp tuluma saklanmış.
Sabah çobanla saraydan çıkmış, ninenin evine dönmüş. Nine büyüyle oğlanı uzaklara göndermiş: Tavuk kesmiş, kanını suya akıtmış, oğlanı tahta parçasının üstüne oturtmuş, denize bırakmış.
Kardeşlerin İhaneti
Küçük oğlan dönüş yolunda önce ortanca kardeşini, sonra büyük kardeşini bulmuş. Ancak ağabeyleri elmaları görünce kötülük düşünmüşler. Onu bir kahvehanede kuyunun üstüne kurulmuş hasıra oturtup kuyuya atmışlar. Elmalara da el koymuşlar.
Kuyunun dibinde oğlan baygın yatarken bir kahveci sesi duymuş. Kuyuya ip sarkıtılmış, oğlan çıkarılmış. Oğlan hiçbir şey söylemeden saraya gitmemiş. Başına bir işkembe geçirip bir kalaycının yanına çırak girmiş.
Gerçek Ortaya Çıkıyor
Bu arada, prenses elmalarının çalındığını anlamış. Padişah bin boncuklu bir tespih hazırlatıp buyurmuş:
— Kim başına geleni anlatırken bu tespihi sonuna kadar çekebilirse, elmaları o almıştır!
Elçiler ülke ülke gezmiş. En sonunda oğlanın çalıştığı kalaycı dükkânına gelmişler. Oğlan, “Ben anlatırım ama padişahın önünde” demiş. Saraya götürülmüş, her şeyi anlatmış. Tespihi tam kardeşlerinin onu kuyuya attığını söylediği anda bitirmiş.
Padişah ağlamış, sarılmış oğluna. Kardeşleri cezalandırılmış. Oğlan elmalarla birlikte diğer ülkenin padişahına götürülmüş. Orada da aynı şekilde başından geçenleri anlatmış, tespihi çekmiş.
Padişah kızını ona vermiş. Ağlayan elma ile gülen elma da bu sefer sessizmiş; çünkü artık huzur bulmuşlar.
Ve kırk gün kırk gece süren düğün yapılmış. Herkes mutluluğa kavuşmuş.
Onlar ermiş muradına, biz de çıkalım kerevetine.