TECRÜBESİZLİK, BAŞARI OKULUNUN EN MERAKLI ÖĞRENCİSİDİR
İş hayatında iki tür insanla karşılaşırsınız.
Bazı insanlar önemli noktalara gelmiştir, tecrübelidir, ama tutkusunu kaybetmiştir. Bu insanlar rutin tekrarların dışına çıkmaz, bürokratik formalitelerle örülü, geçmişin ezberleri üzerine kurulu, yenilikleri takip etmeyen bir anlayışla işleri yürütürler.
Genellikle gençlerden oluşan ikinci bir grup ise tecrübesizdir, fakat büyük işler başarma tutkusuyla doludur.
Başarma tutkusu yüksek ama tecrübesi düşük bir gencin aşması gereken birçok bariyer vardır. İlk bariyer ise iş görüşmeleridir.
“Diplomanız iyi, kendinizi geliştirme çabanız da dikkate değer, ancak tecrübesiz olduğunuz için sizi alamıyoruzder insan kaynakları müdürleri.
Bu cümleyi duyan tutkulu ama tecrübesiz bir genç bazen içinden bazen dışından haklı olarak söylenir:
“İyi de okuldan yeni mezun oldum. Her şirket böyle yaparsa, ben nasıl tecrübe kazanacağım ?”
Benim hayattaki en büyük şansım tecrübesizliğimdi. Tecrübesiz, ama meraklı biri olunca her şeyin en doğrusunu en başından öğrenebiliyorsunuz. Eskimiş bilgiler beyninizde önyargı oluşturamıyor. Tecrübesizlik, onu doğru kullanmayı bilenler için büyük bir avantaj. Tecrübesiz, ama meraklı biri en son model bilgiyle beynini besleyebilir.
İDO’nun başına ilk atandığımda akademik bir kariyerim vardı, ama denizcilik işletmeleri yönetimi üzerine tecrübem yoktu. Dokuz yıllık bir zaman diliminde iyi bir işletmecilik deneyimi yaşadım.
Bu dokuz yıl boyunca kamuoyu tarafından görülenler, genelde buzdağının üstünde kalanlar oldu; oysa İDO’nun arkasında, İDO’daki dönüşümün arkaplanında çok müthiş bir hikâye vardı. Diğer deneyimlerden farklı, risk ve fırsatlar arasında önemli dönemeçlerin olduğu, çok yoğun geçen, gerçekten emek ve coşku dolu bir hikâye… Bu kitapta işte bu zorlu hikâyeyi anlatmaya, buzdağının görünmeyen kısmını göstermeye çalıştım. Bunlar herkes tarafından bilinsin istedim, tabii özeleştirimi de yaparak.
Tüm bu yılları ve yaşadıklarımı, sadece kendi yaşantım olarak değil, aynı zamanda beraber olma şansı yakaladığım mesai arkadaşlarım ve dostlarımla birlikte çıktığım bir yolculuk olarak görüyorum. Zaman zaman yalnız olsam da, nihayetinde hep birlikte olduğumuz bir yolculuk.
Denizin sonsuz kucaklayıcılığı, bana yöneticilik fırsatını veren büyüklerimin takdirini kazanmış olmanın onuru, üniversitenin ve hocalarımın eşsiz katkıları, iş dünyasında birlikte çalışma şansını yakaladığım yöneticilerin, çalışma arkadaşla
rımın anlayışı, ailemin, akrabalarımın ve yol boyunca benimle birlikte olan tüm dostlarımın ve büyüklerimin sıcaklığı, tüm çalışanların, yolcuların ve sokaktaki vatandaşların yol göstericiliği, tüm sevdiklerimin desteği ve değişimin gücüyle sürdürdüğüm bir yolculuk.
Bu yolculukta asıl hedeflerimize, henüz tam olarak ulaşmış değiliz. Ancak yol boyunca birçok limana uğradık. Pek çok insanla tanıştık. Çok şeye tanık olduk. Bazı krizler atlattık. Ve önemli tecrübeler edindik.
En başta tecrübem herkesinki gibi çok fazla değildi. Önüme yeni ve önemli bir fırsat çıktığında üniversitedeki görevimi bırakıp iş dünyasına geçtim ve farklı tecrübe biçimlerini harmanlamam gerekti. Bu da sanırım yaşadıklarıma ayrı bir renk ayrı bir değer ayrı bir özgünlük kattı.
İnsanın eksiklerini gidermek ve açıklarını kapatmak için yapabileceği çok şey olduğunu düşünmüşümdür hep; istek, kararlılık, tutku, coşku, samimiyet, liyakat, sürekli ve yoğun çalışmak, mütevazı ama disiplinli olmak, cesur bir şekilde sorunların üzerine gitmek, örnek bir kişilik sunmak, güven vermek, fedakâr olmak, kibirden uzak durmak, adil olmak, aklın yanında duygularının ve vicdanının sesine kulak vermek, paylaşımcı olmak, 7’den 70e herkesi dinlemek ve muhakkak aşağıya inmek.
Evet, gerçekten de sahaya, bizzat sahada çalışanların yanına; işiniz eğer denizcilikse, kaptanlardan çımacılara, gişecilerden yolcuların arasına karışmadan, onlarla birebir diyalog kurmadan başarılı olabileceğinizi sanmıyorum. Masa başında hesap kitap yaparak yönetici olunabileceğini düşünmüyorum. Bu iş,
sadece ‘kendi matematiği’ya da yönetim tekniği’ olan mekanik bir iş değil. İnsanların duygularına, algılarına doğrudan hitap etmeniz gereken, empati kurmanız gerektiren, birebir dokunarak yaşamanız gereken bir iş.
Aynı zamanda bir ekip işi. Yönetici her şeyi bilmek zorunda değil, önemli olan doğru görevlendirmeleri yapabilmesi, bir amaç etrafında insanları kenetleyebilmesi, takım ruhu oluşturabilmesi ve farklılıkları yönetebilmesidir, diye düşünüyorum. İlk başta tartışmalar da olsa sonunda uyum içerisinde hareket etmezseniz, bir yönetici olarak kendinizle birlikte ekibinizi de motive etmezseniz, onlarla beraber yeni işbirlikleri geliştirip inisiyatif vermezseniz, fikir alışverişinde bulunmazsanız bir yönetici olarak fazla yol alamazsınız. O yüzden, paylaşma, dayanışma, etkileşme, yardımlaşma gibi karşılıklı ilişkiye dayanan durumlar çok etkili geliyor bana.
Tabii bu etkileşimler içerisinde nihai kararı alan, sorumluluğu üstlenen, elini taşın altına koyan her zaman lider olan kişidir. İşte bu liderlik ile alelade bir idarecilik arasındaki farkları bu kitapta anlatmaya çalıştım sizlerle.
Bu yolculuğa koyulmama, bu kitabın ve onun da ötesinde benim ve İDO’nun bugünlere gelmesine, başarılara imza atmasına yardımcı olan o kadar çok insan var ki her birine nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Özelliklede iş hayatında yeterli tecrübem yokken, üniversitede bir akademisyenken bu önemli yöneticilik görevi için bana fırsat sağlayan, bugün Türkiye’yi de yeni bir çağa taşımakta olan çok değerli büyüklerime, bu vesileyle şükranlarımı sunmak istiyorum.
Bu kısa giriş bölümünde son olarak şunları da belirtmek istiyorum: Geçmişe baktığımda benimde her insan gibi bir yan
da “keşke” dediğim, diğer yanda “iyi ki” dediğim birçok durum oldu. Pişmanlıklarım da var, tecrübelerimi artırarak, kendime güvenimi geliştirerek kazandığım önemli başarılarım da. İşte bu iki uç arasında, “iyi ki” dediklerimin “keşke” dediklerimden, başarılarımın pişmanlıklarımdan daha çok olmasına çalıştım hep.
Bunu yaparken kendimi öne çıkarma çabası içinde olmadım hiç. Ben değilim önemli olan; yaşadıklarımız ve bunlardan çıkarılabilecek dersler çok daha önemli. Yaşanan her şey artıları ve eksileriyle birlikte ele alınırsa, gelecekte artıların daha çok olacağına inanıyorum.
Yaşadıklarımı özetleyen bu kitabı gelişmelere katkım olabilsin, gelecek için anlamlı dersler çıkartabilsin diye hazırladım. Kesinlikle bir elkitabı oluşturmaya çalışmadım, sadece yaşadıklarımın diğer yaşananlardan farklılığını göstermeye ve özetlemeye gayret ettim.
Bir şeyler “olmaya” değil, bir şeyler “yapmaya” önem verdim. “Söz üretme, iş üret” yaklaşımıyla hareket ettim; gözlemledim, dinledim, aldığım tavsiyeleri tatbik ettim, hızlı karar verebildim ve sonuç odaklı oldum her zaman. Yaptıklarımın gerçekte ne olduğunu ve nereye oturduğunu ben değil, gelecek kuşaklar söyleyecek ve umarım hakkını veceklerdir.
Duygu ve düşüncelerim hep iyiye ve daha iyisini başarmak için neler yapılabilir bunu sorgulamaya yönelik. Hep samimiyetle araştırdım, ekip arkadaşlarımla takım ruhu içinde, çok yoğun ve tutkuyla çalıştım, çalışmaktan vakit bulabildiğim zamanlarda da yazdım.
Entelektüel zekânın yanında duygusal zekânın da çok önemli ve yöneticiyi diğerlerinden ayırt eden bir özellik oldu
ğuna inananlardanım. Sanırım bu da beni, ilişkilerimi ve yaptığım işleri daha duygusal bir zeminde yeniden değerlendirmeye itiyor. Bu yüzdende empati kurmaya, samimiyete, yaptıklarımı coşku, tutku ve sevinçle yapmaya çok büyük önem veriyorum. Empati kurma yetisi bana çalışanı, müşteriyi, üst yönetimi ve paydaşlarımızı anlama olanağı sağladı.
Ünlü bir şair, “Yaptıklarım ve yazdıklarım arasında, içinde sevinç olmayan ne varsa çıkarın onları, onlar bana ait değildir” demiş.
İDOda yaptıklarımın ve bu kitapta yazdıklarımın içinde hep bir sevinç olduğunu düşünüyorum.
Kitabı okuyup bitirdiğinizde umarım bu sevinci, bu coşku ve tutkuyu sizde hisseder ve paylaşırsınız, iyi okumalar diliyorum…
Dr. Ahmet Paksoy
1. BÖLÜM
YENİ BİR HAYAT: AKADEMİSYENLİKTEN YÖNETİM KURULU ÜYELİĞİNE
Akademisyenlik yaptığım üniversitedeki mühendislik ekonomisi dersinden çıktım. Avcılardan buldoğum ilk araçla Karaköy’e gidiyorum. Üniversitede akademisyen olarak ders verdiğim ilk gün gibi heyecanlıyım. Sonunda Türkiye Denizcilik İşletmelerinin (ÎDİ) tarihi binasındayım. Türkiye Denizcilik İşletmeleri Yönetim Kurulu Üyesi, öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Paksoy olarak denizin, martıların, gemilerin ortasına kurulu yeni bir hayata başlıyorum.
Baba tarafından Trabzon, anne tarafından Bayburtlu olan Karadenizli bir ailenin çocuğuyum. Babam sert, otoriter, klasik bir Karadeniz adamıydı. Biz altı kardeşiz. Benden sonra dünyaya gelen dört erkek kardeşime ağabeylik yaptım.
Kenetlenmiş bir ailede büyüdüm. Okula gitmemiş bir anne ve babanın çocuklarıyız. Babam hep rol model oldu. Babamın hayat duruşu benim için çok önemliydi. Dik duran bir adam olarak diş hekiminin koltuğunda morfinsiz diş çektiren, acıya dayanıklı sıradışı bir adamdı. Bizleri fanus içinde büyütmedi, işimizi kendi başımıza yapmamıza fırsat verdi, ölüm döşeğinde bile “öf” dediğini duymadım. Son nefesini Allah’a şükrederek verdi.
Büyüklerinde olduğu geniş bir aile içinde farkında olmadan, sonradan da çok değerli bulduğum bir kültürün içinde büyümüştüm. Büyüklere saygıyı, anlaşmayı, iyi günde kötü günde dostların yanında olmayı öğrendim. Bunlar önemli niteliklerdi. Paylaşan, dert dinleyen, acılara göğüs geren, yan.,risk alan biriyseniz tüm bunlar yeri geldiğinde, özellikle de yöneticilikte ayakta kalmanızı sağlıyor.
Aslında akademisyen olmayı hiç düşünmemiştim. Babam ticaretin içinde olduğu için okullar tatil olduğunda yedek parça, hafriyat işleri için dükkâna giderdim. İyi bir öğrenciydim ama özellikle lisede babamın özel ders aldırmasından sonra çok , daha başardı bir öğrenci oldum. Sonuçta Kocasinan Lisesi’nde okudum. Özverili hocalarımız sayesinde hep takdir aldım. Yd sonunda kürsüye çıkmanın hazzını tekrar tekrar ya şamak için kürsü hayaliyle ders çalışırdım.
Üniversiteyi kazandığımda kaydımı kendim yaptırmıştım. Dershaneyede gidip kendim yazdmıştım. Hayatta her işi kendi başına yapmayı, koşturmayı, mücadele etmeyi bu sayede erken yaşta öğrendim.
ITÜ’den, Gemi İnşa ve Makine Mühendisi olarak mezun oldum. İhtisasımı, yüksek lisansımı ve doktoramı işletme alanında yaptım. Askerlik dönüşünde akademisyenliğe devam ettim. İstanbul Üniversitesi’nde Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Anabilim Dalı açdmıştı. Bu bölümde çalışabilmek için hem işletme hem de denizciliği bilmek gerekiyordu. Hocalarımın da teşvikiyle 1992 yılında asistan olarak bu bölüme girdim ve bölümün kurulmasında hoca gibi çalıştım.
1998 yılında doktoramı yapıp Hollanda hükümet bursuyla International Maritime Transport Academy “Port Shipping and Transport Management” diploma programını bitirdim.
Hayalim, profesör olmaktı.
İstanbul Üniversitesi Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Anabilim Dalı Başkanlığına kadar yükseldim. Bazen günün getirdiği şartlar bizler için fırsat olabiliyor. On yıl boyunca öğretim görevlisi olarak çalışırken mühendisliğin uygulama bölümünde de aktif olarak rol aldım. Proje ve saha çalışmalarıyla pratiğimi geliştirdim. Eğitimci kimliğimin pratikle yoğrulması gelecekteki iş hayatım için büyük bir avantaj sağladı.
Üniversitede her şey olması gerektiği gibi giderken bir gün Türkiye Denizcilik Işletmeleri’nden yönetim kurulu üyeliğine seçildiğimi söylediler. Bu, hayatımın en büyük sürpriziydi! Şaşırdım, çünkü bu yönde hiç bir girişimim olmamıştı. TDİ’de de hiç kimseyi tanımıyordum. Ama bu benim gibi biri için harika bir fırsattı. Çünkü sahada çalışmayı seviyordum. Bu yüzden red dedemeyeceğim bir teklifti. İnsanların bildikleri ve mudu olacaklarını düşündükleri bir işte yol almak istemelerinden daha doğal bir şey olabilir mi? Üstelik akademisyenliğinin yanısıra tersane tecrübesi ve üretime yönelik proje çalışmaları olan biri olarak…
Zaten artık geçmişin işi bilmeden birilerinin adamı olarak var olma dönemi geride kalmıştı.
Yönetim Kurulu üyelikleri pasif görevler olarak bilinir, bu doğru da sayılır, ama ben genç ve dinamiktim. Yeni işim benim için benzersiz bir keşifler alanıydı.
Bu görev benim için öylesine sıcak ve pırıltılıydı ki Karaköy un o tarihi binasının benzersiz siluetine dalarak izlediğim köpükler, sonraki yedi yıl boyunca Yeni kapı claki penceremin önünde bana aynı coşkuyla yol arkadaşlığı yaptı.
Uç gün üniversite, iki gün TDİ… Araçların sonu gelmez trafik karmaşası ile suların üzerinde durmaksızın gidip gelen vapurlar arasında kurulu düzen çaresini içinde taşıyan bir sorundu. Değişimi bekleyen bu yapı, İstanbul için bir ulaşım sisteminin keşif yeri olacaktı.
Yönetim kurulları ne yapar?
Üyeliğe seçildikten kısa bir süre sonra TDİ elen toplantıya çağrıldım. Yonetimdekiler, 2002 seçimlerinin ardından gelen yeni TDİ kadrosuydu.
Şimdi düşünün,Türkiye’de yıllardır önünden geçtiğiniz büyük bir kuruluş var ve siz o kuruluşun yönetiminde yer alıyorsunuz!
Aslında yönetim kurulu ne yapar tam olarak bilmiyordum; ayrıca ne oranda etkili olduklarından da habersizdim.
Bir yönetim kurulu toplantısında nasıl davranılır; toplantıya nasıl girilir, nasıl giyinilir?Tabii sürekli kot giyen bir insanın yönetim kurulu toplantısına hazırlanması biraz ıstıraplı oluyor.
Önce kıyafet almaya gittim. TDİ’nin yönetim kurulu üyesi olarak artık takım elbise giyecektim. Mecburen alıştığınızdan farklı bir tarza geçiyorsunuz… üniversitede ders verir ken, birden farklı bir çalışma ortamının içine giriyorsunuz. Aslında bu benim için benzersiz bir fırsat ve ciddi bir saha çalışması oldu.
Yönetim kurulunu çok önemsedim, o kadar büyük bir görevdi ki, şimdi düşündüğümde en az İDO Genel Müdürlüğü görevim kadar heyecan vericiydi diyebilirim. Bu görev gözümde erişilmezdi. Haftanın iki günü TDİ’de çalışırken, samimiyetle, tek amacım genel müdüre yardım etmekti.
Yönetim kurulu üyeliğimle birlikte efsanevi Haliç Tersanesi’ne gidip gelmeye başladım Gemileri inceliyordum, tüm kadroyla birebir görüşme şansım oluyordu. Haliç Tersanesi o zaman Şehir Hatları İşletmesi gibi TDİ yönetimindeydi.
“Ittılaya sunmak” da neyin nesi?
Profesyonel yöneticilik hayatımda ilk yönetim kurulu toplantısını unutmam mümkün değil. Toplantının tamamım gözlemleyerek geçirdim. Çok deneyimli isimler vardı, hocalarım, yıllarını bu işin pratiğine vermiş olan büyük tecrübeler masanın etrafindaydı. “Ittılaya sunmak” kelimesini…