“…Yoksulluk ve kompleksi oluşturan esas unsur tüketim olayıdır. Yetersiz tüketimi hissettiren unsur başkalarının, içinde yaşadığımız toplum üyelerinin tüketim düzeyleridir. Bu pratik gerçek normal pazarlarımızda da farkedilebilir
Kapitalistler, pazar yaşamını ahlaki ve dini normlarla kurdukları halde, gerçekte kapitalist kamulaştırmanın köklü bir hayat tarzı olan din’le hiçbir alakası bulunmamaktadır…”
Kapitalizm bir ekonomik ve sosyal sistem olarak varlığını muhafaza edebilmektedir. Onu; adi bir sosyal ve ekonomik düzen olarak tanımlayanlar olduğu gibi, insan onuruna, şeref ve haysiyetine en saygılı bir düzen olarak tanımlayanlar da bulunmaktadır.
Ancak kapitalizm’in insan ve eşya tabiatına zıt bir sosyal ve ekonomik sistem olduğunu pratiği göstermiştir. Çünkü kurtarıcı bir ekonominin en basit ilkelerine bile sahip değildir. însan emeğine ve alın terine saygısız olduğundan insanın güvenini kazanamamış ve kazanamaz da.
Menfaati putlaştıran, kişisel çıkarı ilahlaştıran acımasız ve vahşi bir kültürün ürünüdür. Fakirleri hem patronların hem de sermayenin kullan haline dönüştüren bir ekonomik ve sosyal sistem olan kapitalizm, altın ve kuvvet ilahları tarafından üretilen fakat halka tükettirilen şeytani bir toplumsal örgütlenme şeklidir.
Sefiller, açlar ve kimsesizler üreten fabrikalar kümesi, tağutlann çağdaş dilidir bu sistem. Evet bu sistem: İnsanın üstün değerlerini çiğnemiş, ahlâk ve vicdanı bozmuş, adaleti ayakta tutan her şeyi altüst etmiş, devletle halk arasındaki zaruri dayanışmayı ortadan kaldırmış, sıkıntıyı alabildiğine yaymış, huzuru silip süpürmüştür.
Kapitalizm’de işçi; hakkını dövüşe dövüşe, bileğinin hakkıyla alır patrondan. Kapitalist proleterya ilişkisinde insani bir köprü, bir bağ yoktur. İlişkiler; sadece mide ve cep veya işkembe ve yem ilişkisidir
Kapitalizm’de her iş paraya dayanır, para ise kapitalistlerin elindedir. Devlet ise, para babalarının dilediklerini alabilmeleri için didinir. Çünkü devlet servet sahiplerini temsil etmektedir. Ancak kapitalist devletin bütçesi zenginlerin ödemesi gereken vergilere değil, fakirlerin ödediği vergilere dayanmaktadır.
Kapitalist işletme, sanayi teknisyenini, iktisat bilginini, kültür adamını ve hukukuçusunu kendi yaratır. İktisadi inkaşafla kültürel inkişaf aynı temel gelişmenin iki ayrı yönünden ibarettir. Üniversite sanayinin elindedir.
Entelektüellerden beklenen iş; teknik bilgilere dayanarak hakim sınıfın çıkarlarını korumak, düşman ideolojilere karşı Onun ideolojisini güçlendirmek ve ayakta tutmaktır. Çünkü sömürgeler çağında psikiyatristler; Afrikalıların aşağılıklarını ispat için bilimsel teoriler kurmuşlardı.
Psikiyat rislere göre, sömürge halkının beyni gelişmemiş, onlar sadece görünüşte insandılar. Ancak zamanla “yeryüzünün lanetlileri” çelişkileri görmeye ve yeni çözümler bulmaya başlayınca, şuurlanan burjuvazinin yeni bir ideolojiye ihtiyacı oldu.
Bu dünya görünüşünü rahipler değil, pratik bilgi uzmanları kuracaktı. Kanun adamları, edebiyatçılar, matematikçiler, hekimler v.s. rahibin yerine geçecek ve filozof adını benimseyeceklerdi.
KAPİTALİZM UYANIYOR
Şimdi temel bir sorunu inceleyeceğim. Bu soruna sürekli ilgi duydum. Fakat onu hiç tartışma olanağı bulamadım. (1) Sözkonusu problem kapitalizminin kendisini ras yonelleştirmede kullandığı taktiklerdir. Başka bir deyişle, problem; Kapitalizmin kendisini akla uygun, hesaplı, ölçülü ve verimli hale getirmede kullandığı taktiklerdir. (2)
Bir tarihçi, tarihin değişim yasalarını, sosyal devrim lere neden olan faktörleri ve tarihin diyalektik prensiplerini keşfeder. Tarih felsefecisi ise, sosyal bir sınıfın oluşmasına neden olan faktörlerin, nasıl ve hangi koşullarda oluştuğunu inceler. Ayrıca başlangıcından yıkılışına kadar bu sosyal sınıfın nasıl geliştiğini; tarihin diyalektik tesbit lerine göre sosyal bir sınıfın kendisine karşı olan bir diğer sosyal sınıfı nasıl yıktığını; bir iç devrimle yönetici sınıfın nasıl yok edildiğini, tarihi diyalektiğin nasıl güç kazandığını ve yönetici sınıfın tarihin diyalektik prensiplerinin kurbanı olma tehlikesini nasıl ciddi bir şekilde hissettiğini açıklar.
İzah edilen bakış açısı gereği denilebilir ki, tarih felsefesi ve diyalektik kurallar, bir proleter devrimin oluşmasına neden olan faktörler hakkında proleter sınıfta bir bilincin gelişmesine yardım ederler. Bu sınıfsal bilinç, kapitalizmi kendi içinde yok edecek bir bilinçtir. Aynı nedenlerle yani tarihin ve tarih felsefesinin vardığı sonuçlar gereği kapitalizm eninde sonunda kendisini yıkacak; varlığını tehlikeye sokacak her türlü davranış, eğilim, sınıfsal, sosyal ve tarihsel faktörleri tanıyıp kavrayacaktır.
Marxizme göre, kişinin ferdi, sosyal sınıf ve proleter sınıfın bir üyesi olma bilinci harekete geçirici bir yol üstlenerek politik öncü bir güç olan proleterya sınıfıyla siyasal bir parti oluşturur. Bu parti yönetici sınıfa Karşı proleterya için mücadelenin merkezi görevini yüklenir. Bu politik güç tarihi diyalektiği proleter sınıf yararına hızlandıran, proleter sınıf yararına yönlendiren zorunlu ve temel nedenlerden biri olabilir.
Tarih felsefesinin vardığı sonuçlar gereği hakim veya sömürücü sınıf ideolojisi yani kapitalizm bireysel bilinç ve bilimsel bilinç üzerinde kontrol gücüne sahip olabilmektedir. Ayrıca kapitalizm tarihteki devrimlerin oluşum yasalarını da tanır. Bu nedenle tarihi diyalektiğin kapitalist yöntemi himaye edecek bir çerçevede yön değiştirmesine neden olabilmektedir.
REKABET ENFLASYONUN VE İŞSİZLÎĞİN BAŞ SEBEBİ Mi?
Netice olarak insan, olayların karşı güçleri yararına uygun biçimde cereyan ettiğinin farkına varır varmaz; olayların akışım kendi yararına, sınıfı yararına nasıl yönlendirebileceğini/! hesabını yapmağa başlar. Benzer bir tavırla, kapitalizm de; rekabetin proleter devrimin oluşum sebeplerinden biri olduğunu kavradığı an, bu nedeni yani rekabeti yok edecek gücü sahip olabilmektedir. Çünkü rekabet enflasyonun ve işsizliğin başlıca sebebidir, ^aşka bir deyişle kapitalizm; Marx’ın da kabul ettiği gibi, enflasyonun ve işsizliğin işçi sınıfı devrimine ortam hazırladığını itiraf etmektedir.
Rekabetin yüzeysel yok edilişi için kapitalizm tröstler, karteller ve ortak pazarlar oluşturmaktadır. Bu ekonomik kurumlar aracılığıyle enflasyonu ve işsizliği durdurabileceğini veya bu faktörlerde bir değişim oluşturabileceğini sanmaktadır. Rekabetin yüzeysel yok edilebilmesi, söylemek gerekir ki, kapitalizmin gerçekleştirebildiği bir olgudur. Bunun doğal sonucu: Kapitalistlerin, büyük fabrikatörlerin artık mallarını denize dökemeyecekleri, milyarlarca dolar değerindeki eşyalarını 18201925 yıllarında olduğu gibi yak mayacakl ardır.
Bu olaya atfedilen bazı sebepler aşağıda sıralandığı gibidir:
a) Üretim yapılamaması halinde, pazar kaybının söz konusu olması.
b) İşçi ücretlerinin ödenmesi zorunluluğu,
c) Tüketimdeki azalmaya karşılık üretimdeki azalmayı sağlayamama sorunu,
d) Üretimdeki artışın daima tüketimdeki artışa öncülük etmiş olması,
e) Fiyat artışının sağlanabilmesi için üretim seviyesinin tüketim seviyesinin altında tutulması zorunluluğu.
Sıralanan bu faktörler, kapitalizme kriz ortamı sağlayacak nedenler ve kritik bir işsizliğin doğmasına sebep olacak unsurlardır. Netice itibariyle bu unsurlar proleter ya dervriminin oluşumunu hızlandıracaklardır.
Proleter devrimin oluşmasına neden olan faktörlerin vurgulanmaya değer bir diğeri de diyalektik prensiptir. Sözkonusu prensip: Kemiyeti keyfiyete transfer prensibi veya niceliği niteliğe dönüştürme prensibidir. Bu ilke, doğruluğunu yaşamımızda gördüğümüz ve kanıtladığımız sosyolojik bir kanundur.
Örneğin bir şiiri, bir metni ezbere okursanız bu sizi duygulandıracak ve bir heyecan atmosferine itecektir. Aynı şiirin, aynı metnin bir grup tarafından okunması halinde daha çok duj^gulanır, daha çok heyecanlanırsınız; bu duygu etkili yaşarsınız. Birinci konumda az fakat ikinci konumda oldukça fazla etkilenmenizin sebebi nedir? Kemiyet ya da niceliktir. Başka bir deyişle, şayet şiiri veya metni 500, 2000, 5000 kişi okumuş olsalardı muhakkak ki daha fazla bir heyecanlanma sözkonusu olacaktı.
Bu duygu ve heyecan atmosferi, şiir metninin 56 kişi tarafından okunması halinde oluşması beklenen duygu ve heyecan atmosferinden şüphesiz daha büyük olacaktır.
Görülebileceği gibi kemiyetteki artış, keyf^eti sonuç vermektedir. Yani kemiyetin keyfiyete dönüşüm prensibi sözkonusu olmaktadır. Başka bir deyişle, bir duygu; bir düşünce; bir heyecan hali hatta bir karar proleteryanın düşünce tarzında rezonansa neden olmakta; kemiyetin keyfiyete dönüşümünü sağlamaktadır.
Aynı metod, aynı yaklaşım tarzı sosyal sınıflı yapıya sahip bir sahip bir sistemde de işlemektedir. Marksizm,
19. y.y. çiftçi devriminin niçin geciktiğinin veya niçin asla gerçekleşemeyeceğinin nedenlerinden biri olarak işçilerin sınıfsal bilinçlerinin yetersiz; çiftçilerin de kendilerini yeterli düzeyde tanımamış olmalarına bağlamaktadır. Bu nedenle, işçiler çiftçileri yönlendirmek, onlara gerekli sınıfsal bilinci vermek, gerekli sınıfsal bilinci kazandırmak zorundadırlar. Bu sorun kemiyet sorunudur. Yani iş yerlerinde çiftçi konsontrasyonunun yetersiz, düşük ve zayıf olması sorunu. Çiftçiler geniş bir arazide dağınık bir tarzda çalışırlar. İşyerleri birbirlerinden 100200 metre hatta bir iki kilometre uzakta bulunabilmektedir. Halbuki, sanayide işçiler daha yüksek bir yoğunluktadırlar. Örneğin, 100 200 işçi 50006000 m2’lik alanda çalışırlar. Bir diğer sebep ise, işçilerin birbirlerine yakın ikamet ettikleri gerçeğidir. Bu nedenle Endüstriyel Kapitalizmde çalışan veya sömürülen sınıf oldukça yüksek bir yoğunluğa sahiptir.
Feodal sistemde ise çiftçi olarak da vasıflandırılan iş çiler oldukça geniş bir araziye serpiştirilmiş ve dağıtılmışlardır. Endüstriyel kapitalizmde işçi konsantrasyonunun artması, işçisi konsantrasyonunun büyümesi feodal sistemin gerilemesine ve zayıflamasına hep olacaktır.
Bu hal, işçinin sınıfsal gücünün daha yoğun bir konsantrasyona varmasını sağlayacaktır. 100 işadamı için 10,
20, 30’lu gruplar halinde