HATIRLARSAN, ilk kitapta sana “Eğer aklına bir soru geldiyse, mutlaka bir cevabı vardır” demiştim. “Sorulardan asla korkma! Yapış sorunun kuyruğuna ve çekebildiğin kadar çek! Arkasından kocaman bir cevap gelecektir..” diye de ilave etmiştim.
Bütün bunları laf olsun diye söylemedim.. İnandığım için söyledim. Ve bugüne kadar da, hiçbir sorudan korkmadım.
Hele aklıma gelen sorulardan hiç korkmadım.
Aklıma bir soru geldiyse, o sorunun mutlaka bir cevabı olduğuna inandım.
Allah aklıma bir soru getirdiyse, bir yerlerde beni bekleyen bir cevap var demektir. Ama o cevaplara ulaşmamız için, gayret göstermemiz gerekir. Çünkü cevaplar kıymetlidir ve bütün kıymetli şeyler gibi, elde etmek için çalışmak gerekir.
Düşün bi! Hiçbir zaman merak etmediğin büyük bir sorunun çok çok kıymetli bir cevabı, günün birinde kucağına düşüverse, sen onun ne kadar kıymetli olduğunu hemen anlayamazsın. Ama merak ettiğin ve bulmak için ter döktüğün cevapların kıymetini çok iyi bilirsin.
Mesela, içindeki hava boşaltılmış cam bir fanustan nasıl elektrik ampulü yapılabileceğinin cevabını, o ampulü keşfetmek için binlerce deney yapmış olan Edison değil de, bir baca temizleyicisi durup dururken öğreniverseydi; sevinçten havalara uçar ve hemen bir ampul yapar mıydı acaba? Hiç sanmıyorum!
Büyük cevapların değerini, büyük soruları olanlar ve o büyük cevapların peşinde ter dökenler bilir…
Öyleyse, hadi sorularımızın peşinde koşalım ve bıkıp usanmadan arkalarında nasıl cevaplar durduğuna baka
lım…
• • •
Allah’ı Merak Ediyorum adlı ilk kitapta, Rabbimiz Allah hakkında merak ettiğin bazı soruların cevaplarını vermeye çalışmıştım. Bu sorular şunlardı:
Allah’ı niçin göremiyorum?
Allah ne kadar büyük?
Allah nerede?
Allah’ı kim yarattı?
Allah nasıl bir varlık?
Allah neden bir?
Allah, aynı anda bu kadar işi nasıl yapıyor?
Allah, meyve yaratmak için, neden ağaç yaratıyor?
Allah yaratıyor, peki tabiat ne yapıyor?
Seninle birlikte uzun uzun konuşmuş ve bütün bu soruların cevaplarını bulmaya çalışmıştık. Bunlar zor sorulardı.
Ama çalıştık ve gayret ettik, Allah da, bu zor soruların cevaplarını bizlere hediye etti.
Şimdi her ikimiz de, Rabbimizi çok daha iyi tanıyoruz.
O’na olan imanımız artık daha sağlam, daha sarsılmaz.
Ama görüyorum ki, aklına yeni sorular gelmiş. Madem öyle, hadi seninle bir yolculuğa daha çıkalım…
Soruların peşinden koşalım, bakalım bizi nasıl cevaplar bekliyormuş, hep birlikte görelim…
— Özkan Öze
Allah kâinatı niçin yarattı?
“Göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları boşuna yaratmadık.” (Sad suresi, 27)
SEN çok iyi bir ressam olabilirsin. Fırçanın gezindiği kâğıtlar, kimselerin taklit edemeyeceği kadar sanatlı ve güzel çiçeklerin, ağaçların ve türlü türlü manzaraların tablolarına dönüşüyor olabilir…
Ama yaptığın herhangi bir resmi görmedikten sonra, biz senin resim yapma kabiliyetini asla bilemeyiz….
Kendi kabiliyetini, kendi sanatını, kendi marifetini sadece sen bilebilirsin!
Eğer bunların başkaları tarafından da görünmesini dilersen, o zaman resim yapmalı ve o resimleri insanlara göstermelisin. Mesela bir sergi açmalısın. İnsanları o sergiye davet etmelisin..
İnsanlar da gelip senin yaptığın o muhteşem eserleri görmeliler.
Böylece hepimiz, senin ne büyük bir sanatkâr olduğunu bilmiş ve anlamış oluruz.
Seni takdir ederiz, eserlerini büyük bir hayranlıkla seyrederiz..
Senin sanatını inceler, bir ağacı nasıl çizmişsin, çiçekleri hangi renklerle boyamışsın, bir-iki çizgi ile atları nasıl bu kadar asil; bir-iki çizgi ile tavşanları nasıl bu kadar sevimli yapıyorsun, tek tek araştırırız…
Eğer bilinmeyi ve tanınmayı istiyorsan; sanatının güzelliklerini ve kıymetli eserlerini başkaları da görsün diliyorsan; resim yapmalı, sergiler açmalısın…
Yoksa, fırçanın gezindiği kâğıtlar, kimselerin taklit edemeyeceği kadar sanatlı ve güzel çiçeklerin, ağaçların ve türlü türlü manzaraların tablolarına nasıl dönüşüyormuş, hiçbirimiz bilemeyiz… Eğer bir iyilik yapıp, bütün bunları bize de göstermezsen, senin ressamlığın, senin sanatın, kabiliyetlerin ve marifetin bizim için bilinmez bir şey olarak kalır…
Dünyanın en büyük ressamını tanımadan, sevmeden, onun sanat eserlerini görmeden ve onun sanatını takdir edemeden geçip gideriz…
İşte bunun gibi, Allah kâinatı yaratmayı dilemeseydi, biz O ’nu hiçbir zaman bilemeyecektik. Çünkü kâinattaki her şey gibi, biz de olmayacaktık.
Allah nasıl bir Yaratıcı’dır bunu bir tek kendisi bilecekti…
Sadece Allah vardı…
ÇÜNKÜ, hiçbir şey yoktu, sadece Allah vardı.
Ve Allah, hiçbir şeyi yaratmadan önce de, yaratıcı idi.
Ama bunu sadece kendisi biliyordu.
Yeryüzündeki kum tanelerinden daha çok yıldızı gökyüzünde yaratmadan önce de Allah’ın kudreti sonsuzdu.
O yıldızları düşürmeden, birbirine çarptırmadan, gecenin karanlığı içinde gezdirmeden önce de..
Ama bunu da sadece kendisi biliyordu…
Gökyüzündeki sayısız yıldız ve gezegen içinden dünyayı seçip, onun üzerini masmavi bir atmosferle kaplamadan, yeryüzünü denizlerle, akarsularla ve dağlarla bezedikten sonra, bitkilerden hayvanlara ve insanlara kadar, hayatın bin bir türlüsüyle şenlendirmeden önce de Allah hayat sahibiydi.
Hayatı verebilen ve verdiği hayatı devam ettirebilendi…
Ama bunu da sadece kendisi biliyordu..
Yeryüzünün ovalarını, bağ ve bahçelerini bin bir türlü çiçekle süslemeden..
O çiçeklerin her birini başka başka renklerle boyamadan…