20. yüzyıl edebiyatının en ilginç kişiliklerinden Fernando Pessoa, kendi adının yanı sıra kendisinin farklı yanlarını yansıtan hayalî şairlerin adlarıyla yazdığı yapıtlarıyla dünyanın en gizemli şairlerinden, yazarlarından biridir. 1935 yılında ölen Pessoa, ancak ölümünden bir yıl sonra, olağanüstü zengin düş dünyasıyla üne erişti. Yazarın şiirleri dışında sağlığında yayınlanan biricik anlatısı olan Anarşist Banker’de, iki arkadaşın bir yemek sonrasında başlayan sohbeti, okuru ‘burjuva toplumu’nun derinliklerine sürükler. İki arkadaştan biri, hem banker, hem de anarşist olduğunu söyler. Ona göre, bankerlik, gerçekleşebilir tek anarşist eylemdir. Pessoa, ilk basımı 1922’de yapılmış olan Anarşist Banker’de, antik çağ felsefesinin diyalog yöntemini izleyerek, günümüz burjuva toplumunun ikiyüzlülüklerini, haksızlıklarını gözler önüne serer, ince bir alay içeren, zekice akıl yürütmelerle paranın iktidarını sorguya çeker.
Yemeği bitirmiştik. Karşımda, banker, tüccar ve namlı bir istifçi olan dostum, dalgın dalgın sigarasını tüttürüyordu. Sohbet can çekişerek ilerlemiş, artık bir ölü gibi aramızda yatıyordu. Ben de bu sohbeti diriltme çabasıyla, aklımdan tesadüfen geçiveren ilk düşünceye sarıldım. Gülümseyerek yüzüne baktım:
“Sadede gelecek olursak, geçenlerde bana, eskiden sizin anarşist olduğunuzu söylediler…”
“Eskiden mi, hayır! Eskiden de anarşisttim, şimdi de anarşistim. Bu noktada değişmedim. Ben anarşistim.”1
“Bakın hele! Siz bir anarşistsiniz, öyle mi? Hangi açıdan anarşistsiniz? Tabii eğer bu sözcüğe farklı bir anlam vermiyorsanız…”
“Bildik anlamdan farklı mı kullanıyorum? Kesinlikle değil. Bu sözcüğü en sıradan anlamıyla kullanıyorum.”
“Yani, şu işçi örgütlerinde görülen tipler gibi mi anarşistsiniz siz de, bunu mu demek istiyorsunuz? Bombalan ve sendikalarıyla ortalıkta dolanan o tiplerle sizin aranızda gerçekte hiç fark yok mu?”
“Fark var elbette… Ama sizin sandığınız noktada değil. Siz belki de benim sosyal kuramlarımın onlarınkine benzemediğini sanıyorsunuz?”
“Aa, evet, anlıyorum! Siz kuramsal olarak anarşistsiniz; ama uygulamada…”
“Kuramda ne kadar anarşistsem uygulamada da o kadar anarşistim. Uygulamaya gelince, fazlasıyla anarşistim, hem de sizin sözünü ettiğiniz tüm o tiplerden daha fazla. Üstelik tüm yaşamım da bunun kanıtı.”
“Anlamadım?”
“Tüm yaşamım bunun kanıtı elbette. Sizin bu sorunu bilinçli bir biçimde incelemediğiniz ortada. İşte bu yüzden, aptalca şeyler söylediğimi ya da sizinle alay ettiğimi düşünüyorsunuz.”
“Dostum, hiçbir şey anlamıyorum! Belki de… belki de kendi varoluşunuzu bozguncu, antisosyal olarak değerlendiriyorsunuz ve anarşizme de verdiğiniz anlam bu…”
“Hayır, öyle olmadığını daha önce söyledim size bu kelimeye herkesin verdiği anlamdan farklı bir anlam vermediğimi defalarca tekrarladım.”
“Tamam, tamam… Ama hâlâ anlamıyorum. Yeni, dostum, sizin gerçekten anarşist olan kuramınız ile bunun yaşamınızda, bugünkü yaşamınızda uygulanışı arasında hiç fark olmadığını mı söylemek istiyorsunuz? Genel olarak anarşist denen bu insanların yaşamına tıpatıp benzer bir yaşam sürdürdüğünüze beni inandırmak mı istiyorsunuz?”
“Hayır; söz konusu olan bu değil! Demek İstediğim, benim kuramım ile gündelik yaşamım arasında uyuşmayan tek bir nokta yoktur, tersine, mutlak bir uyum vardır. Bombalara ve sendikalara düşkün o tiplerle aynı yaşamı sürdürmediğim kesin. Ama anarşizm ile kendi idealleri arasında çelişkiye düşenler onlardır, onların yaşamıdır. Benimki değil. Anarşizmin kuramı ile uygulaması bende evet, banker olan bende; hatta büyük tüccar, vurguncu bile diyebilirsiniz bana birleşiyor ve kusursuz ifadesine kavuşuyor. Siz beni bu aptallarla, bomba ve sendika sevdalılarıyla karşılaştırıp hangi noktada onlardan farklı olduğumu bana göstermek istiyorsunuz. Ben anarşistim elbette; ne var ki, aramızdaki fark, onların yalnızca kuramda anarşist olmalarıdır; bense hem kuramda hem uygulamada anarşistim. Onlar anarşist ve aptal; ben, anarşist ve zekiyim. Başka bir deyişle, dostum, gerçek anarşist benim. Bu insanlar, bombaları ve sendikalarıyla (ben de öyleydim elbette, ama ben son derece gerçek anarşizmim sayesinde bu durumdan kurtuldum) bu insanlar anarşizmin döküntüleri, büyük liberal doktrinin iğdiş edilmiş dişileri.”
“Çok ileri gittiniz! Tamamıyla deli saçması. Peki siz yaşamınızı demek istediğim
banker ve tüccar olarak yaşamınızı anarşist kuramlarla nasıl bağdaştırıyorsunuz? Anarşist kuramdan anladığınızın herhangi bir anarşistin anladığından hiç de farklı olmadığını ileri sürdüğünüze göre, bunları nasıl bağdaştırıyorsunuz? Üstelik bu insanlardan farkınızın onlardan daha fazla anarşist olmanız olduğunu söylüyorsunuz, öyle değil mi?”
“Kesinlikle.”
“Hiçbir şey anlamıyorum.”
“Peki ya anlamak ister misiniz?”
“Hem de nasıl!”
Purosunu dudaklarından çekti. Zaten sönmüştü. Yavaşça tekrar yaktı, sönen kibriti elinde tutarak nazikçe kül tablasına bıraktı. Sonunda, başını kaldırıp söze başladı:
“Dinleyin. Lizbon’un işçi sınıfında, halktan insanlar arasında dünyaya geldim. Tahmin edebileceğiniz gibi, hiçbir şey miras kalmadı bana: ne toplumsal konum, ne de beni eğitecek koşullar. Sahip olduğum tek şey berrak bir zekâ ve oldukça belirgin bir irade gücüydü. Ama bunlar doğal yetilerdi, mütevazı kökenlerim bunları elimden alamazdı.
“İşçiydim, çalıştım, zor bir hayatım oldu; aslında, o ortamda doğmuş insanların çoğu neyse ben de oydum. Açlık çektim demiyorum, ama açlığın pek de uzağında değildim. Açlıkla tanışmış olsaydım bile bu, daha sonra olacakları, size anlatacaklarımı, ne o dönemki yaşamımı ne de bugünümü değiştirirdi.
“Uzun sözün kısası, sıradan bir işçiydim; herkes gibi ben de çalıştım, çünkü çalışmak gerekiyordu ama mümkün olduğunca az çalıştım. Zekiydim, Fırsat buldukça okuyordum, tartışıyordum ve aptal biri olmadığımdan, derin bir tatminsizlik içindeydim, kaderime ve bana dayattığı toplumsal koşullara karşı derinden isyan duyuyordum. Dediğim gibi, kaderim aslında çok kotu olabilirdi; ama o dönemde Kader’in bana olası tüm adaletsizlikleri reva gördüğünü ve toplumsal uzlaşmaları yalnızca bu amaç için kullanmış olduğunu sanıyordum. Yirmiyirmi bir yaşlarındaydım, işte o sırada anarşist oldum.”
Bir an sustu. Bana doğru biraz daha dönerek sözüne devam etti, hafifçe öne eğilmişti:
“Neredeyse hep bilinçli biriydim İçimdeki isyanı hissettiğimden. bu isyanı anlama yönünde çaba harcadım Bunun üzerine bilinçli ve inançlı bir anarşist oldum bugün olduğum gibi bilinçli ve inançlı anarşisi ”
“Peki ya bugün inandığınız bu kurama o dönemde de inanıyor muydunuz?”
“Kesinlikle. Tek bir anarşist kuram vardır, tek bir gerçek kuram. Bugünkü kuramım, anarşist olmaya başladığım o dönemki kuramımla aynıdır. Siz de anlayacaksınız… Ne diyordum, doğa beni oldukça berrak bir bilinçle donattığından, bilinçli bir anarşist olmuştum. Peki anarşist kimdir? İnsanları doğduklarında toplumsal bakımdan eşitsiz kılan adaletsizliğe isyan eden biri basitçe ifade edersek Özü budur. Şu an size belirttiğim şey, psikolojik adımlar, başka deyişle, nasıl anarşist olunduğu; kuramsal yanını daha sonra göreceğiz. Şimdilik, benim durumumda bulunan zeki bir erkek çocuğunun isyanını iyi anlamaya çalışın yeter. Etrafında neler görür böyle biri? Falanca, milyonerin oğlu olarak doğmuştur, paranın uzak tutabileceği ya da yatıştırabileceği üzüntülere bunlar da az değildir karşı daha beşikten itibaren korunur; bir diğeri sefil koşullarda doğar ve bu da zaten fazlasıyla kalabalık olan ailesine beslenecek fazladan bir boğaz daha eklenmiş demektir. Filanca kont ya da marki olarak doğar, dolayısıyla, ne yaparsa yapsın, bu sıfatla herkesten saygı ve sevgi görür; bir diğeri benim doğduğum yerde doğar ve, en azından, insan gibi davranılmak hakkına sahip olmak için bile attığı her adıma dikkat etmek zorundadır. Kimileri eğitim görme, gezip dolaşma, kendini geliştirme olanağıyla doğarlar, dolayısıyla, doğuştan zeki olanlardan daha zeki olma olanağına kavuşurlar. Bu her alanda bu böyledir…
“Sonuç olarak, Doğa’nın adaletsizliklerini bir yana bırakabiliriz, çünkü bunlardan kaçamayız. Ama toplumdan ve toplumsal uzlaşmalardan kaynaklanan adaletsizliklerden kaçınmaya niçin çalışmayalım? Bir insanın, yetenek, güç, enerji gibi Doğa’dan aldığı yetilerle benden üstün olmasını kabul ederim (zaten mecburum kabul etmeye!) ama annesinin karnından çıktığında sahip olmadığı, ama mutlu bir rastlantı sonucu burnunu dışarı çıkarır çıkarmaz gökten zembille inen zenginlik, toplumsal konum, rahat yaşam gibi sonradan edinilen niteliklerle benden üstün olmasını kabulleneni em. Benim o dönemki anarşizmim bu isyandan doğdu. Tekrar ediyorum, en ufak değişim olmadan, bugün hâlâ aynı anarşizmi savunuyorum.”
Yeniden sustu, sözüne en iyi nasıl devam edebileceğini düşünüyor gibiydi. Purosundan bir nefes çekti ve dumanı yavaşça benim ters tarafıma doğru üfledi. Tekrar bana döndü ve sözüne tam devam ediyordu ki, lafını kestim:
“Basit bir soru ama, merakıma engel olamıyorum… Neden anarşist oldunuz? Sosyalizmi ya da sîzin isyanınızla uyuşan ve bu denli uzak olmayan herhangi bir ilerici hareketi seçebilirdiniz… Söylediklerinizden, (ve bunun da iyi bir tanım olduğu kanısındayım) anarşizmden, bütün uzlaşmalara, bütün toplumsal çözümlere isyanı, aynı zamanda da bunların tümünü ortadan kaldırma arzu ve iradesini anladığınız sonucunu çıkarıyoruz.
“Çok haklısınız.”
“Peki, o halde bu aşırı çözümü niçin seçtiniz de diğer yollardan birini, diyelim… ara bir yolu seçmediniz?”
“Anlatayım. Bunun üzerinde çok düşündüm. Okuduğum broşürlerde tüm bu kuramlar vardı elbette. Anarşist kuramı gayet iyi ifade ettiğiniz gibi, bu uç kuramı savunmamın nedenlerini size, iki kelimeyle açıklayacağım.”
Bir an bakışları boşluğa takıldı. Sonra bana doğru döndü.
“En büyük kötülük, daha doğrusu tek kötülük, doğal gerçekliklere gelip yapışan toplumsal uzlaşma ve kurgulardır evet, tüm kurgulan kast ediyorum; aileden paraya, dinden devlete kadar hepsini. İnsan ya erkek doğar ya da kadın demek İstediğim, insan yetişkin olduğunda erkek ya da kadın olmak üzere doğar; doğal olarak, bir eş olmak için, zengin ya da yoksul olmak için doğmaz, hele Katolik ya da Protestan olmak, İngiliz ya da Portekizli olmak için hiç doğmaz. Toplumsal kurgular sayesinde şu ya da bu olunur. Peki ya bu toplumsal kurgular neden kötüdür? Çünkü bunlar kurgudur, çünkü doğal değillerdir. Para devletten daha iyi değildir, aile dinlerden daha İyi değildir. Bunların yerine başka kurgular olsaydı, bunlar da o kadar kötü olurdu, çünkü bunlar da yine kurgu olurdu, çünkü bunlar da sırası geldiğinde doğal gerçeklerin üzerine gelip yapışırlar ve onları boğarlardı. Dolayısıyla, istisnasız tüm kurguların ortadan kaldırılmasını hedefleyen saf anarşist sistemden başka her sistem, tüm diğer sistemler birer kurgudur. Tüm enerjimizi, tüm çabamızı, tüm zekâmızı, bir toplumsal kurgunun yerine bir diğerini yerleştirmeye ya da yerleştirme çabasına adamak bir saçmalıktır, hatta bir suçtur, çünkü bu, toplumu olduğu gibi bırakmayı açıktan açığa hedefleyerek toplumsal bir kargaşa yaratmaktır. Madem insandaki doğalı ezen ve bastıran toplumsal kurguları adaletsiz buluyoruz, o halde niçin enerjimizi bu kurguların yerine başkalarını koymakta kullanıyoruz? Aynı enerjiyi bu kurguların tümünü yok etmekte kullanabiliriz.
“İnandırıcı gözüküyor. Ama varsayalım ki olmadı; varsayalım ki tüm bunların çok hoş olduğu, ama anarşist sistemin hayata geçirilemeyeceği itirazı yapıldı bize. Sorunun biraz da bu yanını inceleyelim.
“Anarşist sistem niçin hayata geçirilenlesin? Biz ilericiler, yalnızca var olan sistemin adaletsiz olduğu ilkesinden değil, dahası, adalet var olduğuna göre, daha adil bir başka sistemi var olan sistemin yerine koymanın avantajlı olacağı ilkesinden de yola çıkıyoruz. Eğer farklı düşünürsek, ilerici değil burjuva oluruz. İyi de bu adalet kavramı bize nerden gelmekte? Toplumsal kurgu ve sözleşmelerden oluşan bu yalanların tersine doğal ve sahici olandan. Doğal olan ise yan yarıya, dörtte bir ya da sekizde bir değil tamamen doğaldır. Dolayısıyla, şu iki şeyden biri …