Roman (Yerli)

Aşkın Küçük Tanrısı

“Tanrı’yı sevdiğim günlerdi tanıdığımda seni, ya da seni gördüğümde Tanrı’yı daha çok sevdim!”

Aşkın Küçük Tanrısı, genç bir kadının kendi kalbinde çıktığı zahmeti, hüzünlü, çaresiz, ancak gene de umut dolu bir yolculuğun tinsel haritası gibi. Hatice Becan bu ilk kitabında büyük bir iş başarıyor ve kentli kadının aşk karşısındaki duruşunu gözler önüne seriyor. Yer yer Tanrı’ya yakarıya ya da isyana dönüşen, sevgiliyi putlaştıran, buna karşın insancıllığının da son derece farkında olan bir duruş bu.

Aşkın Küçük Tanrısı, Mevlana’nın Şems’e duyduğu hasretin tanrısal bir sevgiye evrilmesini andırır şekilde ilerliyor. Kitabın başlarında sevgiliye yönelen cümleler, bölümler ilerledikçe Tanrı’ya sesleniş halini alıyor. Bu anlamda yazar da kendi gönlünün Mesnevi’sine imza attığı hissini yaratıyor. Hayata, aşka, Tanrı’ya yönelik sorulara ve belki de duymaktan korktuğunuz cevaplara bu kitapta rastlayacaksınız.

İÇİNDEKİLER
Giriş
Aşk Bulaştı Senden Bana
Yakarışlar
Mucizeler
Son Söz

Seviyorum seni! Çünkü sen bendensin, ben de senden. Zannederim ki, tohumum senin yüreğinden. Allah her şeyi yaratmaya kadir sonuçta. Doğurtuvermiş işte beni senin gönlünden. Gönlünden ne koparsa demişler ya hani, o yüzden.

Yılların sırtımdaki ağırlığı iyiden iyiye artmıştı. Bu kadar şişman olabilir miydi ki hayat? Tamam, dayamıştım hayatın yarısı denen o güzelim yaşa merdiveni. Ama benden sayıca daha yaştı olanlar, daha hafif dolaşıyordu etrafımda. Peki, neydi beni farklı kılan? Beni bu kadar ağır bir yükle ezen neydi? Ne olmuştu da, gençtim ama yaşlanmıştım?
Karşımda ilaçlarla dolu bir dolap! İçinde sorular ve o anlık dışarıda olan Tanrı, bir de gecenin sabaha yüzünü dönmüş vakitleri var. Ben nereye doğru sürükleniyordum?
Her şey kendimi bir ilaç dolabıyla konuşurken bulduğum günün sabahı başladı. Daha doğrusu, işte ben o gün kendimi buldum, yıllardır kaybettiğim, çıkışı bile olmayan dolambaçta. Çaresiz dolanıyordum duvarlar arasında. Çentik dolmuştu her bir duvar. Çaresizdim, korkuyordum. Birinin elimi tutup beni yukarı çekmesini bekliyordum. Çünkü o vakitler tek bildiğim acizliğimdi. ölmek istiyordum. Beceremiyordum da bunu. Bir şeyin hayatta kalmamı istediğini biliyordum.
Zaten son günlerde hayata dair bir amacım da kalmamıştı. Amaç fakiri olmuştum ben. Umurumda değildi aşktan başka hiçbir şey. Aşkın Küçük Tanrısı’ydı tek derdim. Ne bîr sosyal faaliyet, ne kültür aktivitesi, ne de gelecek için hayal kurabilecek bir zaman… Hatta işim bile yoktu. Çünkü bir hayalim yoktu. Bîrde amansız hastalığım; öldürmeyen ama çektiren. Moralimin en kötü zamanlarında daha bir amansızlaştırıyordu beni hastalığım ve ağrılarım.
Ne cahildim, ne de güçsüz biri. Sadece enerjimi çekip tüketmişti birileri. Nasıl başardım bilmiyorum, ama bu aciz zamanlarımda bile Tanrı’dan hiç vazgeçmedim. Hatta daha bir açlıkla sarıldım ona. Şükürler olsun ki, Tanrım da yüz çevirmedi benden. Daha bîr sıkıca sardı o da beni. Allah’ım hep yanımdaydı. Tükenişim sırasında bile az da olsa güzel günler yasayacağımın umut zerreleri vardı içimde. Onların da beni ardımdan itmeleri sonucu cılız çığlıklar atmaya başlamıştım aslında. Şimdi daha iyi anlıyorum ki, bu bîr uyanışın başlangıcıydı. “Uyanmalısın artık!” diyordu tanımadığım bazı izler ve sesler bana. Tanrı bana çok değer veriyor olmalıydı ki, duyurmuştu o izlerin seslerini bana.
Tükenmiştim. O gün iyice anladım bunu. Hayatımın resmini çizecek kalemin aslında hep elimde olduğunu o gün anladım. Bendim aslında kaderimin hâkimi; hayatınım sahibi bendim aslında. Ama uyanışa sahip olana kadar öyle çok eritmişim ki bedenimi, ruhumu ve beynimi, acıdan başka hiçbir şey, ama hiçbir şey kalmamıştı elimde. Şimdi soracaksınız, “Neler oldu da aklın geldi başına?” diye. Öncelikle beni ve beni bu hâle getiren Aşkın Küçük Tanrısı’nı tanımanız icap eder. Önce bir tanıyın, acımı ve acizliklerimi görün, bunları kendinizle bir karşılaştırın, ancak o zaman bir uyanışa ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlayacaksınız. Ben de o vakit kurtuluşumun hikâyesini, daha doğrusu, yeniden doğuşumun sırrını vereceğim size.

Aşkın Küçük Tanrısı! Sildim gördüm sandığım, sonsuz sandığım, yaşam sandığım tüm dünyayı gözümden. Geri kalan zerreleri ateşe attım. Kül kalmasın kimseden ve hiçbir şeyden geriye. Duman olsun, uçuşsun rüzgârlarla tüm dünya. Girsin meleklerin burnundan o duman ve aksırtsın hepsini birer birer.
Eğer o saf bildiğimiz meleklerin varsa yüreklerinde insanlığa ya da bize karşı bir kuşku (ki, inanıyorum, vat Aralarında tek cesur melek olan “şeytan” dışında kimse insanlık yüzünden karşı çıkamadı daha Allah’a!) hepsi aksırsın. Açılsın yaşamlarını sağlayan tüm organlar. Her şey ortaya çıksın. Saflıkları daha da saflaşsın. Ve sonunda sadece sen, ben ve Tanrı kalalım. Ve durmadan Yaratıcı’mıza yalvaralım. Kimse kalmadı çünkü bizden başka sonsuzlukta. Tann’nın gururla yarattığı insanlık arasında aşka sahip çıkan yalnız biz —ikimiz— olduk. Ödüllere boğsun artık bizi. Zamanı geldi. Şölenler düzenlensin şimdi adımıza. Yeni hayatın Adem ve Havva’sı ya da yeni başrol oyuncuları biz olacağız. Ve Allah bizim için yeniden seyirciler yaratacak, bizi onurlandıracak.

Yüreğimin kenarına bir serçenin gagasından kırıntılar döküldü. O narin ve ufacık kuşun emek verip de bulduğu yemeğinin kutsal bereketi dökülmüştü üstüme. Tüm emeğinin benim ürkek ve titrek gönlümün üstüne dökülmüş olmasından hiç de huzursuz değildi. Farkındaydı o da, ister istemez üzerime döktüğü kırıntıların ruhuma erdem katacağının. Dudağıma gülücük çiçeklerinin tohumlarını attığım fark etmişti o da, ya da Allah fark ettirmişti ona yaptığı şeyin değerini.
Kırıntılar gönlüme işledikten birkaç saniye sonra amansız ve zamansız bir çabuklukta tomurcuklar vermeye başladı cismimin her bir yanımda gülücükler. Çiçekler açıverdi her bir yanımda. O cennetten görüntünün devamında bir de cennetin şölen sarkılan duyuluyordu şimdi. Ne kadar da şanslı biri olduğumu o an anladım. Ve emin oldum ki, istediğim tüm sevincin kaynağı olan bitmez tükenmez aşk, içerimde onu çağırmamı bekliyormuş meğer. Sadece bir şükür etmem başlatıverdi tüm şölenleri. Şükrettim ve bereketlendi ortalık.
TANRI’YI VE AŞKI ETRAFIMDA ARARDIM. TANRI DA AŞK DA GÖNLÜMDEN ÇIKTI.

Aşkın Küçük Tanrısı! Seni uzaktan sevmenin ve uzaktan öğrenmenin ne kadar zor olduğunu bilemezsin. Her sana geldiğim günde, çok korkup da senden, kaçışım neden? Hayallerimden daha üstün olman neden? Kimden miras bana verdiğin ıssızlığın? Bu kaçışların niye? Sana adanacak bir an için bile yaşamak var, ızdırabını bile bile! Korkularla mı seveceğim hep seni? Yanı başımda iken seni özlemek niye? Senin olduğun her şeye cesaretim yok benim. Daha ne söyleyebilirim? Ama sana ulaşmak var, her güzel ve her acı şeyîn sonunda. Hangi engel, hangi duvar beni tutabilir ki?
Sana ulaşmaya çalışmakla geçti ömrüm. Ah! Aşkın Küçük Tanrısı, anlatmakla bitmezsin sen. Acılarla dolu bir gecenin bitişinden sonra rahatça ciğerime çekilen nefes gibisin.
Aşk senin için yazılmış bence. Tanrı aşkın tanımını seni yaratarak gösterdi dünyaya. Hatta melekler ve sayısız mahlukat kıskandı seni Tanrı’dan bile.
Hayatımın en güzel yanı! Çocukluğumun 23 Nisan’larısın, sevincisin, bayramısın. Kahkahaların yarancısısın. Her sabah güleceğini bilsem, her vakit yüreğinin önünde secde ederdim. Korkmazdım cehennemde yanmaktan. Günahlarımdan utanmazdım. Biliyorum ki, senin ruhun Tanrı’nın parçası, ibadetlerin tek amacıdır.

Ben aşk için yaratıldığına inanıyorum insanlığın. Tanrı’nın aşka ihtiyacı vardı. Aynı bizim gibi. Bu da bizim Tanrı’nın bir parçası olduğumuzun kanıtıdır. O da bizim gibi ihtiyaç duydu sevmeye ve sevilmeye. Hâşâ! Allah’ı eleştirmek değil amacım. Allah’ı daha çok seviyorum aslında bu konuyu konuşurken. Tabii, “Allah’ın seni ne kadar sevdiği meçhul,” diyorsunuzdur. Ama şuna inanıyorum ki, Tanrı böyle —yani benim gibi cesur— kullara ihtiyaç duyuyordur bence. Hem ben ona koşulsuz inanıyorum ve seviyorum da onu çok. O yüzden aşka daha çok inanıyorum. Aşk, Tanrı istediği için yaratıldı. İnsanlık da öyle! inkâr etmeniz boşuna. Hem evreni aşkla yarattı o. Ve o nedenledir ki, biz de âşık olduğumuzda evrenler yaratmıyor muyuz Aşkımızın Küçük Tanrılarına?
insan haklan diyoruz fiziksel olduğuna inandığımız her şeye. Yemeye, içmeye, giyinmeye, dövmeye, dövülmeye, tecavüze, tacize vs… Bunlara insan haklan diyoruz işte. Ama nedense hep kadınların ihtiyacı oluyor bu haklar. İstese de istemese de, kadınların hakkıymış gibi görülüyor. Hep kadınlar muhtaç bu haklara, hep kadınlar mağdur bu haklardan. Çünkü bakan göz kadınınki değil ki. Başkaları karar veriyor hakkımız olan şeylere.
Aşkı bile tekellerine almış erkekler. Sanki en iyi onlar sever. Onlar bilirmiş sanki yalnız aşkı. Sanki onların tekelindeymiş aşk kelimeleri, istemiyorlar kadınların aşktan söz etmesini. Şiirlerin, masaların sahibi olarak görüyorlar hâlâ kendilerini. Âşık oldukları biz değilmişiz sanki onların. Ya da izin vermiyor muyuz bizi sevmelerine? Biz süründürüp, biz güldürmüyor muyuz erkekleri? Kimi kandırdıklarını sanıyorlar? Hem erkekler anca görebildiklerine âşık olur. Bizse gördüğümüze, duyduğumuza, inandığımıza, karşımıza, hemcinsimize âşık oluruz. Tanrı gibi sever kadınlar. Onun gibi sonsuz, onun gibi karşılıksız, onun gibi güçlü severiz. Acılarla besleriz sevgimizi. Sonu güzel bitmemiş olsa da güzel masallarımız vardır bizim. Erkekler yalnız kendileri âşık olur; kadınlarsa hem sevip hem de sevdirir evrene kendini, aynen Tanrı gibi.
Benim aşkımın küçük tanrıları var. Ayıramam tek tek her birinin cinsini. Nasıl kâinatın tek ve mutlak sahibinin cinsi, şekli belli değilse, benim de aşk tanrılarımın belli değildir şekli şemali. Önemli de değildir bence.
Derdim, en büyük hakkım olan aşkı herkese yaşatmak, ilk aşk şiirini bir kadının yazdığı gibi {Yunan şairi Sappho) dünyanın en güzel aşk tanrılarını anlatan bir kadının da olduğunu tüm dünyaya kanıtlamak niyetindeyim.
Biz güçlüyüz. Kadınız. Tanrı, yaratma gücünü bize bahşetmedi mi? Eğer okuduysanız Kuranı Kerim’i, Tanrı’nın pozitif ayrımcı olduğunu ve oyunu bizden yana kullandığını da görürüsünüz. Şimdi gelin kendinize ve kabul edin şunu: Tanrı sensin, aşk sensin, hayat sensin. Bu kitabı okuduğunda ne kadar değerli olduğunu göreceksin; bir de AŞKIMIN KÜÇÜK TANRI’NIN ne kadar güzel, ne kadar kusursuz ve ne kadar ulaşılmaz olduğunu; benim onu ne kadar çok sevdiğimi; ve birinin ne kadar büyük sevilebileceğini de öğreneceksin.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Attila – Peyami Sefa

Editor

Zülfü Livaneli Serenad Romanı Hakkında Bilgiler Konusu ve Özeti

Editor

Barnabas – Kutsal Ruhun İzi

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası