İkinci Dünya Savaşı’ndan 1970’lere kadar iktisatçılar yöntem sorunlarıyla fazla ilgilenmediler. Bununla birlikte, özellikle Kuzey Amerika’da, öğrencileriyle sıcak ilişkiler kurmaya önem veren iktisat hocalarının,
İktisada Giriş derslerine doğrudan doğruya yöntem sorunlarını konu alan, oldukça ünlü bir fıkrayla başlamaları seyrek rastlanan bir şey değildi. Fıkra şu: Bir gemi kazasından sonra, bir kimyager, bir fizikçi ve bir iktisatçı birlikte ıssız bir adaya düşmüşler. Bu arada gemiden birkaç kutu konserve almayı da başarmışlar.
Bir süre sonra karınları acıkmış ve yanlarında konserve kutularını açacak bir şey bulunmadığını farketmişler. Bunun üzerine, bu üc.; akıllı kişi, alıştıkları mantık yürütme süreçlerini kullanarak bir çözüm aramaya başlamışlar.
“Kutuları ısıtalım” demiş kimyager, “böylece patlayarak açılmalarını sağlar, içindekileri toplarız.” Fizikçi ise: “Bence kayalara çarparak parçalamayı denemek daha iyi bir çözüm” demiş. Sonra, herhalde konu ekonomik yönü. ağır basan bir konu olduğu için, son sözü iktisatçıya bırakmışlar. iktisatçı: “Sakin olalım” demiş, “varsayalım ki elimizde bir konserve açacağı var…”
İktisatçılar uzun yıllar kuramlarını ellerinde bir konserve açacağı olduğu varsayımına dayanarak geliştirdiler. Bu varsayımın gerçekdışı niteliğinin, dolayısıyla kuramlarla gerçek dünya arasındaki kopukluğun farkında olmadıkları söylenemez. Bu kopukluk iktisadın ortaya çıkışından beri yöntem tartışmalarına konu olmuştu.
Ama kuramların gerçekten kopuk varsayımlar temelinde geliştirildiğinin farkında olan iktisatçılar, bu kuramlardan vazgeçmenin iktisadın gelişmesiyle ilgili olarak yaratabileceği sorunların daha çok farkındaydılar.
Dolayısıyla, yöntem tartışmalarının yöntem alanında kalmasına, yapılan işi etkilememesine özellikle dikkat edildi. Ama belirli dönemlerde, yöntem sorunlarının disiplinin bütününe yayılıp genel bir sorgulamaya dönüşmesi engellenemedi.
Bu dönemlerde “iktisadın krizi” belirgin bir tema olarak ortaya çıktı. Sözü edilen kriz, iktisatçıların araştırma konularını ve araçlarını seçerken, değişik kuramların geçerliliklerini tartışırken, araştırma sonuçlarını üreticilerin, tüketicilerin ve politikacıların kullanımına sunarken, hatta sınıfa girip ders anlatırken karşılaştıkları sorunlarda kendini gösteren bir kriz.
1970’lerden beri, iktisadın böyle bir kriz dönemine girmiş olduğunu söyleyebiliriz. Diğer kriz dönemlerinde olduğu gibi, bu dönemde de, yöntemle ilgili konulara duyulan ilginin arttığını, yöntem tartışmalarının yoğunlaştığını görebiliyoruz.