Tarih

Babil’den Dragomanlara

Bu kitaptaki makalelerin hepsi şu ya da bu biçimde tarihle ilgilidir. Makaleleri başlıca üç grupta topluyorum: Geçmiş tarih hakkındaki makaleler, bugünkü tarih hakkındaki makaleler ve genel olarak tarih hakkındaki makaleler. Açıkçası birinci ve ikinci grubun örtüştüğü söylenebilir. Ben, ikinci kategoriyi, güncel tarihi, olaylar ya da süreçler olup biterken devam eden tartışmalarla sınırlı tutmaya çalıştım. Üçüncü gruptaki makalelerde ise tarihçinin işleri ve görevleri değerlendirilmekte, özellikle de bölgenin içinden ve dışından olanlar açısından Ortadoğu’nun tarihini yazmaya özgü sorunlar ele alınmaktadır.

Bernard Lewis’in dillerdeki değişimle toplumsal yapıların değişimi arasında kurduğu bağ, “dil”, “tarih”, “toplum” kavramlarını yeniden gözden geçirmemizi sağlıyor. Bu kitap, Doğu’dan Batı’ya dille taşınan kültür öğelerinin dünya tarihindeki ve uygarlığmdaki yerini kavramak için çaba göstermek gerektiğinin altını çiziyor.

GİRİŞ

Bu kitapta toplanmış makaleler, incelemeler ve sunumların çoğu, meslek hayatımın 1949 sonbaharında, Londra Üniversitesi’ne bağlı Doğu ve Afrika İncelemeleri Okulu’nda (School of Orlental and African Studies) yeni kurulmuş Yakın ve Ortadoğu Tarihi kürsüsüne atanmamla başlayan dönemine aittir.

Okula ilk kez 1933’te lisans öğrencisi olarak adım attım. Daha o zamandan, Ortadoğu araştırmalarının yabancısı sayılmazdım pek. Tanışıklığım çok erken yaşlara dayanıyordu, pek güç, kadim bir metni öğrenmek zorunda olduğum dönemlere. Levililer Kitabı’nda 26. bölümün bir kısmını öğrenmem gerekiyordu. On bir ya da on iki yaşlarındaydım. Bar Mitzvah törenine, Yahudi erkek çocukların modern devirlerde kız çocukların da resmen cemiyetin yetişkin üyeleri olmaya adım attığı sinagog törenine hazırlık amacıyla İbranicenin esaslarına dair eğitim alıyordum. O zamanlarda, bu eğitim normalde yalnızca alfabenin öğrenilmesi, melodilerin ezberlenmesi ve İbranice yazılışa metni okuyup tekrarlayacak kadar hakim olunması anlamına geliyordu, okuduğumuzu anlamamız gerekmiyordu. Normalde öğrencilerden bundan fazlasını göstermeleri beklenmiyordu, öğretmenler de daha fazlasını vermiyordu zaten. Ama benim için başka bir dil, hele hele başka bir yazı yeni bir heyecan demekti; böylece İbranicenin dualar ve rimellerde kullanılan, papağan gibi ezberlenip tekrarlanacak bir tür şifre sisteminden ibaret olmadığını keşfettim zevkle, şevkle. Grameri olan bir dildi bir kere, okulda öğrenmekte olduğum Latince ya da Fransızca gibi onun da öğrenilebilen bir grameri vardı ya da belki ikisine birden benziyordu çünkü İbranice hem Latince gibi klasik, hem de Fransızca gibi modern bir dildi. Talihliydim, bu çocuksu hevesime karşılık verebilecek bir öğretmenim vardı, sonraki kariyerime uzanan iki yoldan birinde, egzotik dillere duyduğum hayranlıkta, yönümü bulmama yardım eden de o oldu.

Bar Mitzvah töreninden sonra da, onun gözetiminde İbranice çalışmayı sürdürmem doğal olsa gerek, üniversiteye gitme zamanım geldiğinde epeyce İbranice okumuş, derinleşmiştim. Bütün bunlar, daha fazlasına duyduğum iştahı kabarttı nihayetinde. İbraniceyi daha ciddi bir biçimde çalışmam, kaçınılma/, olarak Aramice çalışmaya başlamama, ardından daha maceraperest bir atılımla Arapçaya geçmeme yol açtı. Aramicede pek ilerleme kaydedemesem de, Arapçaya daha büyük bir ilgi duydum, üniversiteye başladığımda da bu ilgimle daha verimli bir biçimde uğraşabilme fırsatı yakaladım. Hatta bir dönem, eş zamanlı olarak Latince, Yunanca, Eski Ahit İbranicesi ve Klasik Arapça çalışmaya koyuldum, bir lisans öğrencisi için epeyce ağır bir ölü diller programıydı. Yüksek lisansa başladığımda Arapça çalışmalarımı genişlettim, Farsça ve Türkçeyi de listeme ekledim.

Fakat asıl ilgi alanım tarihti. Tarihe her zaman büyük bir ilgi duymuştum, daha çocukken bile öteki tarafın tarihini de öğrenmeye tan atar olmuştum hep. İngiltere’de ilkokula devam ettiğim sıralarda, tarih temelde İngiliz tarihi anlamına geliyordu, o seviyede öğretildiği kadarıyla da bu tarih eğitimi, uzunca bir süre boyunca, büyük ölçüde Fransızlarla yapılan savaşların öğrenilmesi demekti. Buradan Fransız tarihine karşı bir merak uyandı bende, babamdan bana bir Fransa tarihi kitabı almasını istedim, İngilizce yazılmış bir tarih kitabı tabii. Babam da getirdi, böylece İngilizFransız savaşlarının tarihini iki tarafın da bakış açısıyla değerlendirme fırsatım oldu. Hem besleyici hem de kafa açıcı bir deneyim olarak hatırlıyorum bu okumalarımı.

Kısa bir süre sonra, tarih dersi kitaplarımın. Haçlı Seferleri ve Doğu Sorunu gibi konularla ilgili bölümleri de bende benzer sorular uyandırdı. Burada da Bar Mitzvah törenim bir dönüm noktası olmuştu. Bar Mitzvah törenine katılan diğer erkek çocukların çoğu gibi bana da birkaç hediye gelmişti, bunlardan biri de Yahudi tarihini özetleyen biı* kitaptı, daha önceden pek bilmediğim bir konuydu bu. Hevesle hemen bu kitabı okumaya daldığımda Mağribilerin Kordobası, Halifeler dönemindeki Bağdat, Osmanlı İstanbul’u gibi büyüleyici, egzotik mekânlarda buluverdim kendimi. Ortadoğu tarihçisi olarak kariyerime giden yolda ilk adımlarımdı bunlar kuşkusuz.

O dönemde Londra Üniversitesinde ki derece yapısı sayesinde, Ortadoğu’ya özel atıfla tarih alanında onur (yani uzman) derecesi alarak mezun oldum. Bu da dilsel maceralarıma devam etmemi, aynı zamanda bir tarihçi olarak gerçek mesleğimi bulmamı sağladı. Bildiğim kadarıyla o dönemde başka hiçbir üniversitede benzer bir lisans programı yoktu. Ben de bu yüzden bu üniversiteyi, bu ders programını seçmiştim, gönülden şükrettiğim tercihler, fırsatlar oldu bunlar.

Londra Üniversitesi, Doğu (daha sonra “ve Afrika”) Araştırmaları Okulu’nda birkaç yıl Ortadoğu tarihi ve dilleri çalıştım, bir gün hocam müteveffa Sir Hamilton Gibb beni bir kenara çekip “Dön yıldır Ortadoğu çalışıyorsun, gidip oraları görmenin zamanı gelmedi mi sence?” diye sordu. Hocama kulak verdim, onun tavsiyesi üzerine Royal Asiatic Society’nin verdiği bir seyahat bursu sayesinde hocama kulak verip 193738 akademik yılında Ortadoğu’ya ilk seyahatime çıktım.

İlk durağım Mısır’dı. Port Said’e vardığımda {deniz yoluyla tabii). İngiliz Arap uzmanı Edward Lane’in, diliyle, kültürüyle kendisini büyüleyen bu bölgeye ilk gelişini nasıl betimlediği geldi aklıma. Onun dediği gibi ben de hayatımın geri kalan kısmını geçireceğim gelini, ilk kez düğünden sonra görecek olan ve o anı bekleyen Müslüman bir damat gibiydim.

Başta konuşup anlaşmak pek kolay olmadı. Devam etliğim program, aldığım dereler modern tarihi içerse de, ben aslen Ortadoğu tarihinin Avrupa tarihinde Ortaçağ’a tekabül eden dönemiyle ilgilenmiştim, Arap ve İslam uygarlığının o muhteşem zamanlarına Ortaçağ demek pek uygun düşmüyor. Dil çalışmalarım da aynı çizgide ilerlemişti. Mısır’a ilk geldiğimde bildiğim tek Arapça, klasik Arapçaydı; Çiçero’nun Latincesi bugünün Napoli’sinde konuşup anlaşmakta ne kadar işe yarayacaksa, benim Arapçamın da bana faydası o kadardı. Ama sokak Arapçasını biraz kapabildim ve Kahire Üniversitesi’ne “okutman” olarak girdim. Öğrenciler normalde ne yaparsa ben de onu yaptım, derslere ve toplantılara katıldım, kitaplar, gazeteler okudum, konuştum, daha da önemlisi dinledim, hatta bir keresinde bir Öğrenci gösterisine kalıktım, ama şimdi gösterinin sebebini hatırlamıyorum bile. Mısır’dan sonra Filistin, Suriye, Lübnan ve Türkiye’de epey gezdim, sonra da 1938 baharında Londra’ya döndüm. Ciddi çalışmalara koyuldum. O dönemde asıl işim. araştırma yapmaktan ziyade okumaktı. Yine de tezim için gerekli malzemeyi toparlamakta biraz ilerleme kaydetmiştim, İngiltere’ye döndükten sonra da tezimi tamamladım.

1938’de Londra üniversitesi bana İslam Tarihinde asistan okutmanlık pozisyonu önerdi. 1938’de verdiğim ilk derse dört öğrenci katılmıştı, üçü Arap, biri de İranlıydı. Hatırlıyorum, babam Londra Üniversitesi’nin neden bana Araplara Arap tarihi öğretmem için maaş verdiğini sormuştu merakla. Başka birçok kişiden de değişik biçimlerde az çok aynı soruyu aldım. Arap öğrencilerin kendi tarihlerini öğrenmek için neden İngiltere’ye geldiğini soranlar da oldu, öğrencilerden ve öğretmenlerden farklı cevaplar aldılar. Her ne sebepten olursa olsun, Araplar gelmeye devam ettiler, İngiltere’deki öğretim kariyerimin geri kalan kısmında lisans öğrencilerimin sayılan değişen bir bölümünü, yüksek lisans öğrencilerimin de genellikle çoğunluğunu hep Arap ülkelerinden gelen Araplar oluşturdu.

Atanmamdan bir yıl sonra savaş patlak verdi, başka herkes gibi ben de orduya katıldım. Başta Kraliyet Zırhlı Tugayı’na atanmıştım, ama sonra ya dillere duyduğum hevesten, ya da tanklardan hiç hazzetmememden ötürü İstihbarat’a transfer edildim. Oradan da Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu meselelerine bakan bir bölümüne bağlandım, 1941 45 yıllarında bu bölüme bağlı çalıştım. Savaş bittiğinde Kahire’deydim. hızlandırılmış bir terhis süreci sayesinde de 1 Eylül 1945’te üniversiteye döndüm.

Çok farklı işlerle uğraşarak geçen altı yıllık bir aradan sonra akademik kariyeri sürdürmek pek kolay olmadı. Savaş…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Aytunç Altındal – Yoksul Tanrı

Editor

Kurtuluş-Halas

Editor

Edward W. Said – Entelektüel Sürgün, Marjinal, Yabancı

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası