Çok yönlü bir araştırmacı, eski bir gazeteci ve üretken bir tarihçi olan Orhan Koloğlu, hem kişisel tarihini anlatıyor, hem tarihte az bilinen yanlışlıklara dikkat çekiyor, hem de bilimsel tarihle medyatik tarih, gerçek tarihçiyle medyatik tarihçi arasındaki büyük farkı ortaya koyuyor. Kanuni Sultan Süleyman’dan Sultan Abdülhamid’e, Masonlar’dan İttihatçılara, türban tartışmalarından 2. Cumhuriyetçilere, Enver Paşa’dan Atatürk’e Avrupa’daki Türk imajından Asya ve Afrika’daki Türk algısına dek çok geniş bir yelpazede görüşlerini anlatan Koloğlu, Türkiye’yi ve dünyayı öğrenmek isteyenlere yeni ufuklar açıyor. Tarihsel gerçekleri merak edenlere, dünü öğrenerek bugünü anlamak ve yarını tasarlamak isteyenlere önemli ipuçları veriyor. Koloğlu, dünya arşivlerinde bulduklarını cömertçe paylaşırken, sadece geçmişi anlatmıyor, geleceğe de ışık tutuyor.
1. BÖLÜM
TARİHÇİLİĞE HAZIRLIK
YILLARI
Mülkiyeli Başbakanın Tarihçi Oğlu
— Gazeteciliğinizi ve tarihçiliğinizi biliyoruz ama kişisel tarihinizi pek bilmiyoruz. Biraz ailenizden bahseder misiniz?
Dedelerimden biri Libya’da Derne’de belediye başkanlığı yapmış Hacı Mebruk Efendi’dir. Derne’de Kuloglu aşireti 500 silahlı adam çıkarırmış o dönemler. 1911’de İtalyanlar oraları işgal kalkışınca, Enver Paşa Derne’nin belediye reisi olan dedemin evinde kalmış bir süre. italyan işgali sonrasında odasında başının üzerine italya Kralı’nın resmi asılınca, dedem Hacı Mebruk Efendi de italyan kralına inat, Mekke’ye hacca gitmiş ve hacda ölmüş. Baba tarafımdan dedemi hiç görmedik. Bir amcamı, bir de halamı tanıdım.
Annemin babası Sakallı Eşref diye ünlüdür. Galatasaray Lisesi’nde okumuş. Ama içinde hep Anadolu’ya hizmet aşkı varmış Fransızca bildiği için telgrafçı olmuş. Telgraf Baş Müdürü olarak da memuriyetten emekli olmuştu. Telgrafçı olduğundan tüm haber alma mekanizması onun önünden geçermiş. Milli Mücadele’ye aktif olarak destek vermişti. İstiklal Harbi sırasında Çanakkale’de telgraf müdürüyken, Anadolu’yla irtibatı sağlayan hatları işgal kuvvetleri kestirince, gizli bir hat çekmiş ve istanbul’a geçilen tüm mesajları Ankara’ya yollamış. Bu yaptığı fark edilince de idamına karar verilmiş ve hapse atılmış. Atatürk büyükbabamı kurtarmak için bir müfreze yollamış. Çanakkale’den çıkıp üç ayda yürüyerek Ankara’ya gelmiş ve İstiklal Harbi’ne katılmış.
Anne tarafım aslında Konya asıllı bir aileden gelir, Bektaşi’dirler. İstanbul’a yerleşen, çok da zengin olan Balmumcu Ailesi’dir bu aile. Yıldız’ın oradaki Balmumcu Çiftliği onlara aitmiş. Fakat büyük babamın babası Mithat Paşa ile birlikte siyaset yapmış, zaman içinde de tüm malını mülkünü kaybetmiş. Elde kalanları da dedem Sakallı Eşref tüm ailesine bağışlamış ve bir daha dönmemek üzere İstanbul’dan ayrılmış, Konya’ya yerleşmiş ve orada ölmüş. İstanbul’dan ayrılışı 1900’lü yılların başına rastlar.
— Aile yapınız tipik Osmanlı ailesini andırmıyor mu?
Kesinlikle öyle. Hac: Mebruk Efendi’nin eşi olan büyükannem Hacı Zeynep Giritli, Sakallı Eşrefin eşi olan Ayşe ninem ise Trabzon’un Of ilçesindendi. Annem Refika Hanım, Sakallı Eşref ile Ayşe’nin kızıydı. Bu aile yapısı tam da Osmanlıların yapısını yansıtır. Hacı Mebruk ile Hacı Zeynep’in oğlu olan babam Sadullah Bey Libya’da doğmuş ve 10 yaşındayken aşiret mektebine götürülünce, sultan için yapılacak teşekkür konuşmasını o yapmış, hem de Türkçe olarak. Düşünün Libya’dan gelen bir çocuk Türkçe konuşuyor. Ailemizin içinde her biri bir yerden gelmiş insanlar vardı. Yani aile kökenimiz sorulunca tek bir bölge, tek bir şehir, tek bir coğrafya adı veremem. Oflu büyükannem Rumca kelimeler bilirdi, ama beş vakit namazını da kaçırmazdı.
— Koloğlu soyadı nereden geliyor?
Asıl soyadımız Koloğlu değil, Kuloğlu’dur. Yanlış anlaşılmasın Kuloğlu, “köle” anlamında değil, “sultanın hizmetlisi” anlamındadır. Nitekim “Allah’ın Kulu” dendiğinde de köle anlamı taşımaz. O zamanlar tüm Kuzey Afrika’ya özellikle Anadolu’dan Türk gençleri gönderil irmiş. Bunların Yeniçerilerden farkı. Yeniçerilerin Hıristiyan kökenli, delikanlılık çağma henüz varmamış, devşirme kökenli olmalarıdır Kuzey Afrika’ya yollananlar ise delikanlılık çağlarındaki Anadolu çocukladır. Bunun sebebi de şudur. Oradaki Araplar kendi aralarında çok çekişirler, gerektiğinde de Avrupalılarla işbirliği yaparlar. Bu nedenle imparatorluk yönetimi oralara Arapça bilmeyen Türk çocuklarını gönderir ki halka karışmasın. “Garp Ocakları” denilen Cezayir, Tunus, Trablusgarp gibi bölgelere sadece Anadolu’dan Türk delikanlıları gönderilmiştir. Yerli halkla karışmasınlar diye de, yollanan bu gençlerin yerli kızlarla evlenmeleri yasaklanmıştır. Ama doğal ve kaçınılmaz olarak Arap kadınlarla evlenmişlerdir. Bu evliliklerden doğan çocuklara “Kuloğlu” denmiştir. Zamanla bunlar öyle artmıştır ki sayılan 150 bini bulmuştur.
Zap Suyu’na Köprü Yaptıran “Arap Kaymakam”
— Babanızın kaymakamlık, valilik yaptığı günleri anlatır
Babam Orta Anadolu’da, Trakya’nın tamamında, Trabzon’da “Arap kaymakam” diye bilinir. İsmini kimse hatırlamaz bile. O zamanlar soyadı olmadığı için kişiler doğdukları yerle anılırlardı. Babam da halkın belleğinde “Arap kaymakam” olarak kalmıştır. Babam elbette Türk’tür ama hizmet verdiği yerlere Trabzon’a, Pınarhisar’a gidin konuşun, sorun, hâlâ onu “Arap kaymakam” diye saygıyla, sevgiyle, özlemle anarlar. Anadolu’da böyle bir yapı vardır. Halk kimi seçeceğini ve kimi seveceğini bilir. Suyun, köprünün, yolun olmadığı dönemlerde Hakkâri’ye giden ve kısa sürede yöre halkıyla bütünleşen bir insandı babam.
— Babanız daha o yıllarda belediye meclisine bir kadının seçilmesini sağlamış, Zap Suyu’na ilk köprüyü de yine babanız yapmış.
Babam, babasından müthiş bir hizmet bilinci almıştı. Denizli tarafında kaymakamken, Balkan Savaşı sırasında, 1913 yılında Trakya’ya atanmasının sebebini kısaca anlatayım. Tüm Balkanlar’dan ahali kaçışıyor. Hepsi korkudan Anadolu’ya geçmek istiyorlar. Ama devlet politikası gereği onların Trakya’ya yerleşmesi gerekiyor. Trakya’ya yerleşsinler ki orayı kaybetmeydim, nüfus azalmasın diye düşünülüyor. Babam çok iyiliksever ve aynı zamanda çok otoriter bir adamdı. Kaçan halkı zorla tarlaya yönlendirirmiş. Bunu yaparken de, bir kere toprağı ekerlerse orayı sahiplenirler ve bırakmazlar diye düşünürmüş. Yıllar sonra Pınarhisar’a gittik. Orada çok büyük ilgi gördük. Babam kaymakamlık yaparken sabah saat altıda kahvede oturanları tarlaya götürürmüş, hem de kırbaçla düve döve. Sonradan ahali anlamış babamı. Çünkü bu sayede ahali tarlaları ekince oraları yurt bellemiş, vatan bilmiş.
1919’da Yunanlılar Trakya’yı işgale kalkınca babam çete kuruyor. Ama direnişe karşı çıkanlar onu tutuklayıp Yunanlılara teslim ediyorlar. İdam cezası alıyor babam Daha sonra babamı idamdan kurtaran kişi ise zamanında babamın haksız bir suçlamadan kurtardığı bir Bulgar oluyor. Babama kadın elbisesi verip hapisten kaçırıyor. Göç eden araçların birinde üç gün dizinde bebek salladığım anlatırdı babam. Nihayet İstanbul’a geliyor, oradan da İnebolu’ya geçiyor ve Ankara’ya ulaşıyor. Bu kez de İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıyor ve aklanıyor. Hiç ağlayan ve namaz kılan biri değildi babam. Libya’da bile namaza gitmezdi. Kimin samimi olduğunu, kimin gösteriş için ibadet ettiğini, namaza gittiğini bilirdi. Ama idamdan kurtulduktan sonra gidip Hacıbektaş Camisi’ nde secdeye varıp hüngür hüngür ağladığını anlatırdı.
— Babanızın “Arap Kaymakam” olarak tanınıyor ama aynı zamanda Mekteb i Mülkiye’nin ihraç ettiği ilk başbakan olarak da biliniyor. Onun Libya’daki başbakanlığını anlatır mısınız?
Libya’da İkinci Dünya Savaşı sonrasında bağımsız bir devlet kurulunca babam oraya davet edildi1948 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin izniyle gitti ve başbakanlık yaptı. Bu durum tam da Osmanlı mirasını yansıtır. Babam Libya ya gittiğinde emekli valiydi. 1951 yılında Libya’daki ingiliz, Fransız venüs bir Libya Krallığı ortaya çıkınca Trablusgarp başkent oldu. Libya’da babamı senatör yaptılar. 1952 yılında da öldü. Orada defnedildi. Başbakanlığı günlerinde Doğan ağabeyimle birlikte 1950 yılında babamın yanına gitmiştim.
— Babanız orada da mazlumların, yerli halkın yanında olmuş bildiğimiz kadarıyla.
Babam halkın haklarını korumak için İngiliz yönetimiyle, işgal kuvvetleri komutanıyla boğaz boğaza kavga ederdi. Hiç unutmadığım bir olay şudur. İngilizler, eğitim için Mısır’a giden Libyalı öğrencileri engellemek, Mısır’a gitmelerini önlemek için kanun çıkarmak istemişler ve Mısır tarafına geçişi de çok zorlaştırmışlardı. Babam çok uğraşmasına rağmen, İngilizlere engel olamamıştı. Ama gece yansı kendi cebinden otobüs tutmuş ve ingilizlerin talimatı sınırdaki birliğe varmadan Libyalı gençlerin Mısır’a geçmelerini sağlamıştı. Babam çok mücadeleci bir kişiydi. Dönemin Libya Kralı ise İtalyanlardan kaçmış ve 30 yıl İngiliz koruması altında Mısır’da yaşamış, hareketsiz bir adamdı. Kurtuluş Savaşı’na katılmış bir yöneticiyi göreve çağırması, bu eksiğini kapatmak içindi.
— O kuşakların hepsi dindar olsun, olmasın çok iyi din bilirler. Babamı da öyle miydi?
Babam Libya Meclisi’nde Arapça nutuk verirdi. Kuranı Kerim’i ezbere bilirdi. O derece iyi bilirdi ki, imamları halkın içinde yanına çağırır. Kuranı Kerim’den somlar sorup, sınava çekerdi. Hata yapanları azarlardı. Babam dine çok saygılı bir insandı ama bize hiçbir dini telkinde bulunmazdı. Ramazan’da sigarasını içerdi, tam bir tiryakiydi. Ama halka olan saygısı nedeniyle sigarasını evde içip, sokağa öyle çıkardı.
“Dedelerim Milli Mücadele Kahramanıydı”
— Hem babanız, hem de anne tarafından büyükleriniz Milli Mücadele’ye emek vermişler. Biri telgraf memuru, biri kaymakam olarak savaş yularında memlekete hizmet etmişler. Sonra da Ankara’da Kuvayı Milliye’ye katılmışlar. Bu çok önemli ve onurlu bir miras değil mi?…