İlk telif eseri olan Bir Dünyanın Eşiğinde o, zamana kadar “coğrafyasında tek kıta, kafasında tek yarım küre” olan Meriç’in Asya’yı özellikle “Hint”i keşfidir. Olemp’i ararken Himalaya çıkmıştır karşısına 48 yılını gömdüğünü söylediği bu kitapta, düşüncesi ve şiiriyle, dini, felsefesi, masalıyla Hint edebiyatını ve uygarlığını inceleyen Meriç’e göre, “Çağdaş Avrupa, en aydınlık taraflarıyla Hint’in bir devamıdır.”
GİRİŞ
Cemil Meriç, bütün birikimi, bütün çalışması, bütün anlama cehdi, aylarca süren okumalar, yıllar boyu şekillenen düşünceler sonucu vardığı hükümleri, “cüruflarından” temizledikten, elması kömürden ayırıp yonttuktan, işledikten sonra, kadife bir mahfaza içinde okuyucusuna sunan bir kuyumcu, bir sanatkâr. Öğretmek endişesinden çok öğrendiğini, özümsediğini, biraz da gururla, bazen kibirle çağdaşlarının “suratına fırlatan” mağrur bir yazar. Karşımızda, ürperten, coşturan, tedirgin eden nefis bir üslup, imbikten geçirilmişcesine damıtılmış bilgi damlaları, inci taneleri gibi, pırıl pırıl. Bazen bir kolye oluşturuyor bu inciler, bazen de taneler darmadağın, bu darmadağınlık içinde şaşkın ve biraz da çaresiz, her bir inciyi hayranlıkla seyrederken bütünü göremeyebiliyorsunuz.
“Okuyucuya bir keşfin zevkini tattırmak, gerçek dostlara, yani layık olanlara seslenmek; bezirganları mabede, başka bir tabirle, avamı Fildişi Kuleme sokmamak arzusu. Doğu, irfanı hisarlarla kuşatır, emanetleri ehline tevdi etmek, imanın şiarıdır. Bu duyguda gururla tevazu, edeple istiğna kucak kucağadır… Doğu böyle de Batı başka mı? Marx, Kapital’in önsözünde, düşüncenin doruklarına ancak patikalardan çıkılır, der, ilme şehrahlardan gidilmez” (Cemil Meriç, Jurnal 2. s. 167 v.d. İletişim Yayınları 1993).
Cemil Meriç’in yazılarında da, yazılarındaki üslupta da insanı gebe bırakan, doğum sancıları içinde kıvrandıran ama doğumu pek kolaylaştırmayan bir özellik var: “Ruh yazının icadından beri ölümsüz, kaya homurdanır, mermer gülümser, konuşan yalnız kitap. ‘Logos spermalicos’ diyor bir yazar: gebe bırakan söz. Kimi?” (Cemil Meriç, Bu Ülke, 6. baskı, s. 261. Helisim Yayınları 1992).
Meriç okuyucusunda her zaman belli bir seviye olduğunu kabul eder, üstelik kendi vardığı seviyeye yakın bir seviyedir bu. Oysa onun her yazısı uzun araştırmaların sonucudur, bazen yıllardır kafasında oluşturduğu planın bir aşaması, bazen hayat tecrübesinin bir parçası. Ama okuyucu ne bu araştırmaları onunla birlikte sürdürmüştür, ne herhangi bir bütünü kucaklayan planın farkındadır, ne de okuyucunun Cemil Meriç’in hayal tecrübesini, birikimini, bilgisini kendinde bulması mümkündür. Kaldı ki, “yazarın gerçekten değeri varsa, düşüncesini bir hamlede kavrayamazsınız, söylemek islediklerini bütünüyle söylemez yazar, söylemek de istemez, gizler, istiarelere başvurur. Güzel sabahlan kucaklayan sis gibi, güzel eserleri saran bu sis de tabii” (a.g.e., s. 107 108),
Ancak okuyucu, Cemil Meriç’i daha iyi anlamak, yani ondan daha iyi yararlanmak ihtiyacındadır, onun cömertçe serptiği karışık tohumlardan fışkıracak başakları o zaman daha şuurlu biçimde devşirebilecek, düşüncesini, şu veya bu şekilde devanı ettirebilecektir. “Derin bir düşünceyi anlamak, o düşünceyi kavradığımız anda derin bir düşünceye sahip olmaktır, kendi içine, kendi kalbine inmektir. Nesneleri bulutlar arkasından görürüz. Düşünmek bu sisleri yırtarak aydınlığa varmaktır” (a.g.e.,s. 108).
Basılacak bütün diğer eserleri için yapmak istediğimiz gibi, bu eserinde de, Cemil Meriç’in daha anlaşılabilir, daha iyi faydalanılabilir bir yazar olmasını sağlamak amacıyla bazı düzenlemeler yapmak ihtiyacını hissettik. Bu amaçla yazarın başvurduğu kaynaklan yeniden gözden geçirip dip notlarını arttırmak, özellikle Hım edebiyatı gibi oldukça yabancısı olduğumuz bir konuda, okuyucunun daha kolay ve daha çabuk fikir sahibi olabilmesi için bazı takdim tehirlere başvurmak zorunda kaldık. Daha önceki baskılarda kitabın arkasındaki “Notlar” bölümüne hapsedilmiş birtakım tamamlayıcı bilgileri metinle kaynaştırdık, konular arasındaki geçişleri ve sürekliliği sağlamak düşüncesiyle bir atıflar ağı kurduk, bazı başlıkları değiştirdik veya yenilerini ekledik
Bunu yaparken başlıca endişemiz, hint edebiyatı vesilesiyle Cemil Meriç’in büyük bir rahatlık ve kıvraklık içinde şiirleşen üslubunu, dizelerde, satırlarda dile gelen edebiyat anlayışını rencide etmemek, genç şair Cemil Meriç’ten sonra olgun bir şair olarak karşımıza çıkan Cemil Meriç’in kendine inal ettiği Hint edebiyat ve düşüncesinin şiirsel boyutlarına bir zarar vermemekti.
Cemil Meriç’in bu eseri meydana getirmek için girişliği çalışmanın nasıl bir birikim, ne büyük bir gayret, ne denli bir sabır gerektirdiğini belirtmeye gerek yok sanırız. “Yıllardır ayaklarımda demir çarık, elimde demir asa, düşüncenin cangıllarında dolaşıyorum, düşüncenin ve şiirin”. Gerçeklen de en az dün yılını Hind’e ayırır Cemil Meriç, dört yıl Hind’i yaşar, Hind’i görür rüyalarında. Gözlerini kaybetmiş bir İnsanın yasama nedeni olabilmelidir Hint, yazdığı eser, hayatına yepyeni bir anlam kazandırabilmelidir. “48 yılımı gömdüm bu sayfalara. Ben bu sayfalarım, heyecanlarımla, rüyalarımla, vehimlerimle ben! Bir kitaba bir kıtayı sığdırmak. Neden olmasın, bir damla suda bütün deniz yok mu? Hint bir kitabın ilk cümlesi, onu sizler için yazdım, okursanız birkaç cümle daha yazarım, okursanız, yani severseniz” (Cemil Meriç, Jurnal 1, İletişim Yayınları 1992).
Bir dünya edebiyatı yazma projesinin ilk çalışmalarına 1958’lerde başlamıştır Cemil Meriç, önce Iran edebiyatını ele alır, sonra Hint edebiyatında karar kılar: “Olemp’i ararken Himalaya çıktı karşıma ve ak saçlı kişilerden ilahiler dinledim. Bu bir kitap değil, bir vecitlir…” (a.g.e., s. 371).
Evet, Hind”in ilahileri, destanları, şiiri, Hint’teki simge, imge ve metaforların sonsuz zenginliği, Hint’teki felsefe ve mistisizm, Hint düşüncesinin derin metafizik boyutu Cemil Meriç’i sarıvermiştir. “Kafan aydınlıksa, gerçekten aydınlıksa her ülke aydınlıktır senin için, yoksa kendi karanlığından kaçmak boşuna. Hint… Evet Hind’in kazandırdığı huzur çok ferdi” (a.g.e., s. 165). Yine de acılarını ve sevinçlerini, bunalım ve ümitlerini, iç huzurunu, en önemlisi de yaşama sevincini, bu zengin, bu hoşgörülü, bu hür dünyada bulduğuna inanır Cemil Meriç, inanır ve bulur da. “Yıllardır Himalaya eteklerinde sabahladım. Hint her inanca söz hakkı tanıyan bir ülke olduğu için ikinci vatanım oldu”… (a.g.e., s. 371).
Cemil Meriç hem bir orkestra şefi, hem bir besteci. Orkestra arasındaki her çalgıyı çok iyi tanıyan, büyük bir ustalıkla da kullanabilen bir zekâ. Çalgıları kitaplar Meriç’in, çalgılarından çıkan sesler, o kitapları kendisine okuyan insanların sesleri. Gözleri görmeyen bu bestecinin, eserlerini hazırlarken yanı başında ona devamlı okuyacak, söylediklerini yazacak, tekrar tekrar okuyacak, yine yazacak, onun doğum öncesi sancılarının hırçınlığını sineye çekebilecek sabırlı çalışma arkadaşlarına ihtiyacı var. Bunlar kâh hayatının arka planını oluşturan eşi ve çocuklarıdır, kâh dost lan, kâh öğrencileri Çoğu düşünce dünyasının 3dsız kahramanları Ama Hini edebiyatının hazırlanması ve meydana gelmesindeki gayret ve yardımları için öğrencisi ve dostu İzzet Tanju”yu anmayı da bir vefa borcu bilir Cemil Meriç: “İzzet olmasa ne Hint yazılabilirdi, ne Jurnal. Her ibda sayılamayacak kadar çok âmillerin eseri, bunların bazısı tayin edici, bu tayin edici âmillerin başında İzzet var” (Jurnal 2, s 313).
Bir eserin hangi şartlar altında kaleme alındığının bilinmesi, yazarının özellikleri, kişiliğinin tasviri ve tahlili, çevresinin rolü muhakkak ki çok önemli. Ama o eserin okuyucu tarafından benimsenmesi, “allame” bir Fransız edebiyat tarihçisi olan Gustave Larson’un belirttiği gibi. yazarının kolektif hayatın temsilcisi veya simgesi olmasına da bağlıdır büyük ölçüde. Gerçekten de Larson”a göre, büyük edebi şahsiyetler, “belli biranda toplumdan gelen ışınlan bir merkezde toplayan, sonra da türlü bileşimlerden geçirerek topluma yollayan odaklardır”… “Yeni eser, eskilerine sıkı sıkıya bağlanmazsa, okuyucu yeteri kadar hazırlanmamışsa, şaheser şaşırtır, tedirgin eder, reddedilir, çok defa kabule mazhar olmadan uzun bir staj geçirir. Başarı ile taçlanan büyük yazarların çoğu bahtiyar birer varistirler… Dehaları kendini kabul ettirir çünkü herkesin bekleyişini, özleyişini cevaplandırmaktadırlar. Bu itibarla, saatini yakalamak dehanın yansı, alâmet i fârikasıdır” (Cemil Meriç, Ümrandan Uygarlığa, Edebiyat ve Sosyoloji, 2. baskı. s. 333 ve 335. ötüken Yayınları. 1977).
Cemil Meriç, yazar olarak, bu “eşref saati” yakalayamamış olmaktan hep tedirgin, okuyucusunu bulamamaktan, anlaşılamamaktan hep şikâyetçi.
Son olarak, onun “Hint Edebiyatı” ile ilgili, çeşitli vesilelerle dile getirmiş olduğu düşünce, endişe ve hayal kırıklıklarına…