Dini

Bir Elma İki Ayna Bir İkiye Nasıl Yansıdı?

bir elma iki ayna bir ikiye nasil yansidi 5ed4432cd611cO, sonsuz zaman öncesinden beri sürekli olarak aşk saçar. Her anda maşukluk yüzünden bir perde kaldırırı, her nefes aşıklık yüzünden bir destan yaratır. Bütün alem aşk nağmesinin sessiz bir sedasıdır.

Aşık, isim ve sıfatlarla maşuka aynadır. Maşuk da ayna olmak nurunu yayar. Ay, güneşe ayna olunca, ne güneşin zatından aynada ve ne de aynanın zatından bir şey güneşte vardır.

O’ndan başka hiçbir varığın, O’ndan üstün bir varlığa sahip olmaması gerçeği; O’nun dışındaki tüm ‘görüne’ varlıkların ‘gerçek’ vücutlarının olmadığını açıklar.

ÖN SÖZ

Ben fizik mühendisiyim. Meslek olarak bu dalı seçmem asla tesadüf olmadı.

Her çeşit alet ve cihaza karşı doğuştan gelen bir ilgim ve aşırı bir merakım vardır. Özellikle bir alet ne kadar karmaşık, teknoloji açısından ne kadar ayrıntılı olursa olsun, beni hızla kendisine doğru çeker, inanılmaz bir aşkla onlara dokunmak, içini açıp görmek isterim. Bilhassa optik, elektrik ve elektronik alet ve cihazlar artık benim için çocuk oyuncağı kadar basit ve sıradan sayılırlar. Çocukluğumdan beri bu heyecan beni alabildiğince sarıp sarmalamış; cep ve kol saatlerinden tutun da masa saatlerine, oradan duvar saatlerine, guguklu saatlere kadar evimizde halta başkalarının evlerinde ne kadar işleyen işlemeyen saat bulduysam mutlaka içini açmış, zembereği, dişlileri o küçücük ellerimle yoklamış ve bozuksa tamir etmişimdir.

Büyüklerim bana oyuncak aldıklarında yarım saat geçmeden içini açar, mekanik parçaları teker teker yerinden çıkartır, sonra tekrar İtina ile yerlerine yerleştirirdim. Ama hiçbir zaman bu oyuncaklarla oynamak işime gelmezdi. Daha sonraları radyonun İçine bakar oldum. Tabii bu arada bana verilecek en güzel hediyenin bir tornavida takımı ile yeterli büyüklük ve ölçekte pensler olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım.

Lise yıllarımda yaptığım  çalışmalardan Öğretmenlerim memnun oluyorlardı, ama Öle yandan kendilerine sorduğum sorulardan da bir hayli rahatsızlık duyduklarını gözlemliyordum. Işık hızı, ses hızı, beni saatlerce hatta günlerce bulunduğum yerden alır, hayallerimin süslediği uzak mekânlara götürürdü. Optik ve akustik konusu da çok ilgimi çekerdi. Lisede müfredat programında olmamasına rağmen elektronik konusunda, hocalarıma sorduğum sorulardan tatmin edici cevaplar alamayınca, ileri düzeyde fizik kitaplarını okur ve günlerce eve kapanın radyolar, alıcılar, anten sistemleri, haberleşme teknikleri gibi konularda yoğunlaşırdım. Hiç unutmuyorum, bir gün evde televizyonun fişini çekmeden içindeki devreleri, dirençleri daha İyi görebilmek için kasanın içine kafamı sokmuş ve amplifikatör devresini kurcalarken aniden cereyana tutulmuştum. Beni zor bela kurtarmışlardı. Ama gel gör ki, bu sevdadan kolay kolay vazgeçmek mümkün değildi. Ertesi gün tekrar elimdeki tornavida ile bu kez bilgisayar devrelerini incelemiş, tranzistörlerin niçin hard disklerde bulunmadığını anlamaya çalışmıştım. Hemen unutmadan belirteyim. TÜBİTAK’ın her yıl düzenlediği de fizik konusunda ard arda aldığım Ödüller odamın duvarlarım susuluyordu.

İşte bu yüzden yüksek fizik okumaya karar verdim. Beş yıl süren başarılı bir eğitimden sonra Allah’tan tam islediğim gibi bir iş buldum. TV imalâtı yapan çok ünlü bir firma kısa süren bir mülakattan sonra beni hemen işe aldı. Daha ilk hafta bittiğinde, servis şefi ile öyle bir tartışmaya girdik ki, adamcağız elinde olsa beni ertesi gün kapı dışı ederdi. Bereket versin, İmalât ve araştırma şefi bendeki cevheri hemen fark etmiş ve gereksiz dedikoduların önünü keserek, kesin tavrını benden yana koymuştu.

Uzatmayalım yıllar yıllan kovaladı. Sonuçta büyüklerim beni evlendirmeye karar verdiler. Nerede bende o göz? Nişan gecesi, bir de baktım ki kızın ağabeyi o güne kadar hiç görmediğim bir video kamera ile bizi çekiyor. Şimdi bendeki merakı ve heyecanı siz düşünün artık. Sesi anlıyordum; ama gel gelelim resimler, o küçücük kasete nasıl kaydediliyordu? Hemen smokinimin iç cebindeki tornavidayı çıkardım ve adamın elinden kamerayı kaptığım gibi salondan kendimi dışarı zor altım. Nereye gideyim diye düşünürken tuvaletler aklıma geldi. Düşünebiliyor musunuz? Herkes içerde dans ediyor, neşe içinde “Canım Adanalı” şarkısı ile horon tepiyor, ben kameranın içindeki kaseti inceleyip duruyorum. Nihayet salondakilerin aklı başına gelmiş olmalı ki, beni yüksek sesle çağırdıklarını duydum. Kız “Aaa, bu kadarı da artık fazla!” deyip, nişan yüzüğünü yere atıverdi. Ben de çaresiz dışarı çıkıp. “Oh be, özgürlük ne güzelmiş” deyip, evin yolunu tunum. Tabiî o günden sonra bende evlenmek falan hak getire!

Hiç unutmuyorum, yine evimdeki laboratuarda devrelerdeki rezonans olaylarının indüktans ve kapasitans ile dengelerini düşünürken, aklıma birdenbire olağanüstü bir fikir geldi. Hemen herkes bir yerlerden duymuş olmalıdır. İlerde belki de Öyle cihazlar, öyle hassas aletler yapılacakmış ki, eski dönemlerde yaşamış atalarımızın konuşmaları hatta belki de düşünceleri toplanıp depo edilebilecekmiş. Eğer istersek havada saklı kalan bu konuşmaları dinlemek mümkün olabilecekmiş!

Aldı mı beni bir düşünce! Kafamda olayları evirip çevirip bu iş nasıl olabilir diye kendi kendimle tartışıyorum. 1969 yılı Temmuz’unda insanoğlu Ay’a ilk kez ayak basmıştı. Ayda çekilen görüntüler aynı anda tüm dünya televizyonlarında canlı olarak yayınlanmıştı. Hatta astronot Neil Armstrong. ABD Başkanı Nixon ile de konuşmuştu. Neyle konuşmuştu? Tabii ki o zamanlar cep telefonu falan yoktu! Demek oluyor ki. bizden 384.000 kilometre uzaktaki bir yerden, dünya ile iletişim kurmak mümkün olabiliyordu, bu bir!

İkincisi, daha sonraki yıllarda NASA. örneğin Pathfinder adını verdiği bir uzay aracı ile Mars Gezegeni’ne yumuşak bir iniş gerçekleştirmiş ve alet, dünyadan aldığı uzaktan kumandalarla Mars yüzeyini eşelemiş, oradaki taş ve toprak yığınlarını analiz etmiş; canlı bulup bulunmadığını araştırmıştı. Dünya ile Mars arasındaki uzaklık 75 milyon kilometre olduğuna göre bu iletişim nasıl gerçekleşmişti? Hatta hatta ilerleyen teknoloji ile. insanlık öyle bir uzay aracı imal etmişti ki, bu araç güneş sisteminin de dışına çıkacak ve diğer gezegenlerde hayat olup olmadığı konusunda bazı bulguları araştıracaktı. Aracın ismini de unutmuyorum: Voyager!

Şimdi işin tekniğine fazla girmeden bu iletişim nasıl hayata geçirilir, bunu anlatayım size. Bir defa sesleri ışık hızı ile uzak mesafelere göndermek mümkün olabiliyordu. Bu teknik, elektromağnetik dalga denilen dalgalarla olur. Yani bir ses dalgasını, bir elektromağnetik dalgaya “bindirirseniz”  bu tanım aynen doğrudur sesler ışık hızı olan saniyede 300.000 km. ile yerine ulaşabilir. Eskiden telli telefonla ülkeler arasında görüşme yapmak mümkündü ama. sesler çok zayıf gelirdi ve paraziller yüzünden konuşmalar pek anlaşılmazdı. Şimdi cep telefonu yardımı ile ABD veya Avustralya ile konuşmak mümkün oluyor. Bunun için uydulardan uydulara haberleşme gerçekleşiyor. Şimdi hep birlikte düşünelim. Eğer ben Ay’dan, Mars’tan ya da uzak bir gezegenden bilmem kaç kilometre, ya da ışık yılı uzaklıktan iletişim kurabiliyorsam. neden eski dönemlere gidip de o havada kalan sesleri almayayım?

Yine NASA raporlarına göre. bizden 50 yıl. halta 1000 ışık yılı uzaklıktaki uzay bölgelerinden gelebilecek varlıkların mesajlarını dinlemek için özel yer istasyonları, anten sistemleri kurulmuş. Böylece evrenin uzak köşelerinden gelebilecek en ufak bir elektronik mesaj hemen bilgisayarlara aktarılacakmış. Hatta bu projenin ismini de koymuşlar SETİ (Search Exlrateresterial Telecommunication İntelligence)

Şu teknolojinin işine bakın! Dünyadan 1000 ışık yılı uzaktaki bir gezegenden gelen sesleri duyacaksın!

Peki ben niye aynısını yapmayayım? “Mesaj” adında bir film izlemiştim. Astronomi uzmanı, böyle bir istasyonda aniden duyduğu sesleri kayda geçiriyor sonra idarecilere gösteriyordu fakat kimse kendisine inanmıyordu. Tabiî o bir senaryodur denilebilir Yalnız benim farkım şurada: Ben uzaylılarla iletişim kurmak değil, bu dünyada yaşamış ve şimdi artık hayatta olmayan kişilerle iletişim kurmak İsliyorum. Sonra bu haberleşmede sadece onlar konuşacak, benim onlara bir cevap vermem şimdilik imkansız! Bu teknik, öyle medyumlarla, ruh çağırma, ya da ne bileyim falcılık yapma; astrolojik, futurolojik tahminler yapma değil; kelimenin tam anlamıyla bilimsel gerçeklere dayalı bir uygulama.

Konuyu deştikçe insan neler neler öğreniyor? Uzayda çok sık görülmeyen süpernova patlamaları olurmuş. Son olarak böyle bir patlama dünyamızdan da duyulmuş. Tarihini de söyleyeyim: 23 Şubat 1977 günü saat 7′ yi 35 dakika 41 saniye geçe olmuş böyle bir patlama! Süpernova ile aramızdaki uzaklığı Öğrendiğimde küçük dilimi yuttum. Bizden tam 170.000 ışık yılı ötedeydi ve Samanyolumuz’daki Büyük Maggelan takım yıldızları İçinde bulunuyordu. Bu patlama aslında zamanımızdan 170.000 yıl önce gerçekleşmişti ve 1987 yılında duyulmuştu. Şu uzaklığa bir bakın, bir de teknolojik gelişmeye!

Benim o kadar eskilere gitmeye niyetim yoklu. Ama. hiç kuşkusuz iletişim ve elektronik sanayiinde neler olup bitliğini öğrenmem, üzerinde çalışacağım proje için gerekli temel bilgilere yardımcı olacaktı.

Sözü uzattığımın farkındayım, ama yaptığım cihazın özellikleri ve işlevini anlayabilmek için üst düzey bilgilerin bilinmesi gerekiyor. Kolları sıvadım ve çalışmaya başladım. Önce şu iki temel prensibi ortaya koydum. Ben uzaylılarla temas etmeyecek, sadece dünya üzerinde yaşamış kişilerle temas kuracaktım. Bu, işimi bir hayli kolaylaştırdı. Kendi kurduğum bir anten sistemi ile sesleri yakalamaya çalıştım. Burada şu sorun onaya çıktı. Anteni “nereye” tevcih edeceğim? Uzun süre düşünüp taşındıktan sonra, yer tespitinde enlem boylam derecelerini kullanmayı denedim. Ekvatora paralel çizgiler, enlemleri ve İngiltere’de Greenwich üzerinden geçen çizgiler de boylamı gösteriyor; böylece dünya üzerindeki bir yer, anında belli oluyordu. Enlemler ekvatorda sıfır derece, kutuplarda 90 derece; boylamlar da, 180 derece batı; 180 derece de doğu olmak üzere 360 dereceydi. Sıfır ekvator çizgisinin kuzeyindekiler kuzey enlemler, güneyindeki bir de güney enlemeler adını alıyordu.

Yer tespiti tamamlandıktan sonra, sıra zaman tespitine geldi. Bunun için zaman kavramını çok iyi bilmek gerekiyordu. Zaman evrenimizde dördüncü boyut olarak bilinir. Evren maddesi ile zaman birbirinden ayrılamaz iki boyuttur. Einstein’in ünlü Özel rölativite teorilerini tekrar tekrar inceledim. Acaba bir /aman makinesi ile geçmişe yolculuk yapmak mümkün olabilir miydi? Bu fikir ha…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

ANA HATLARIYLA İSLAM AKAİDİ VE KELAM’A GİRİŞ

Editor

Mahmud Erol Kılıç – Anadolu’nun Ruhu – TASAVVUF, FELSEFE, SİYASET KONUŞMALARI

Editor

Gençlere Pırlanta Ölçüler – 2

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası