1912-1922 Türk’ün On yıl Savaşları…
Balkan Harbi, Birinci Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşı…
10 yıl süren Türk savaşlarının ayrı ayrı her cephesini belgesel bir dizi halinde yayınlamayı amaç edinen Kastaş Yayınevi; Harp Akademileri öğretim üyesi, kendi dalında uzman olan Kur. Alb. (E) İbrahim Artuç’un arka arkaya yayınlanmış 4 ciltten oluşan, 1360 sayfa, savaşlarla ilgili 66 adet ayrıntılı kroki içeren;
1. Kurtuluş Savaşı Başlarken / 378 sayfa /16 kroki
2. Kurtuluş Savaşının Zorlu Yılları / 330 s / 22 kroki
3. Büyük Dönemeç (Sakarya Mey. Muh.) / 360s. /11 kroki
4. Büyük Taaruz (Başkomutan Mey. Muh.) 300s /17 kroki
Üç buçuk yıl süren Kurtuluş Savaşımızda, 22 gün, 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi ile başlayan zaferimizi, mutlu sona ulaştıran Büyük Taarruz sadece 24 gün sürmüş ve Anadolu Türk halkına, Türk halkı da Anadolu’suna ebediyen kavuşmuştur.
Resmi yayın ve belgelere dayanan, anılarla bütünleşen bu belgesel eser, bu muhteşem zaferin bildiğiniz ve bilmediğiniz bütün yönlerini en doğru şekilde gözlerinizin önüne serecektir.
***
BİRİNCİ BÖLÜM
HAZIRLIK
SAKARYA’DAN SONRAKİ ALTI AY
Yunan Başbakanı Mösyö Gounaris gerçekten de güç durumdaydı. Ne yönden bakılırsa bakılsın tam bir açmaz arasında çaresizlik ve yalnızlık içindeydi. Gelecek için hiç olmazsa bir küçük ümit ışığı olsaydı ona da razıydı ama galiba o da yoktu. Sanki gerisi olduğu gibi önü de kara kara bulutlarla kaplıydı.
Gounaris’i bu kadar karamsarlığa sevkeden neden ikinci defa çıktığı Avrupa yolculuğundan da bir sonuç alamayışı idi. 1922 yılının 23 Şubatında -Herşeye rağmen korumaya çalıştığı ümitlerle- başladığı bu seyahatte, Müttefik Devlet yöneticileriyle yaptığı görüşmelerde dişe dokunur hiçbir yardım sağlayamamış, hiçbir olumlu sonuca varamamıştı. En güvendiği İngiliz Başbakanı Lloyd George (Loyd Corc)dan bile sadece nasihat almıştı. Daha önce varılan anlaşma gereğince verilecek 15 milyon sterlinglik yardımın ödenmesi dahi, parlamento tarafından komik bahanelerle erteleniyordu. Yani, büyük Yunan dostu Lloyd George’un bile bir bakıma eli kolu bağlı sayılırdı.
Paris ve Roma ise, Londra kadar olsun sevimli değildiler. Fransız ve İtalyan Başbakanları, sanki ağız birliği etmişlercesine yardım yapacak halde olmadıklarını, Sevres (Sevr)’in de artık şimdiki haliyle uygulanamayacağını, en iyisinin Anadolu’yu bir an önce boşaltmak olduğunu ısrarla söyleyip durmuşlardı.
Gounaris’in her üç Müttefik Devlete verdiği muhtırada yazdıkları, o yöneticiler üzerinde hiç bir etki yapmamışa benziyordu. Bu muhtırada «Devlet gelirinin tükenmek üzere olduğunu, orduda moralin gün geçtikçe düştüğünü, buna karşılık Türk Ordusunun günden güne kuvvetlendiğini, eğer Müttefikler ivedi olarak askeri ve mali yardım sağlamazlarsa Anadolu’yu boşaltmak zorunda kalacağını» hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açık açık yazmıştı.¹
Ve bütün bunlara rağmen işte eli boş dönüyordu.
Durum, Sakarya yenilgisinin hemen ertesinde çıktığı Avrupa yolculuğunu andırıyordu. Bundan dört ay önce 17 Ekim 1921’de yaptığı bu ilk gezide yine böyle düş kırıklığına uğramıştı ama bu seferki ondan da beterdi. Çünkü şimdiki seyahat evvelkinden daha da zor koşullar altında geçmişti ve daha da karışıktı. Öyle ya, enine boyuna iyice düşünmeden acele ile ortaya sürdüğü, biraz da tehdit kokan o iddia ne olacaktı: Hani şu «Yardım yapılmazsa Anadolu’yu boşaltırım» şantajı?.
Ve Yunan Başbakanını şimdi asıl bunaltan konu da buydu. Doğrusu aranırsa, durup dururken Anadolu’yu terk etmek, öyle benim diyen kişinin harcı değildi. Böyle bir kararın Yunan halkı üzerinde yaratacağı tepkilere karşı dayanabilmek mümkün olabilir miydi? Bir defa, «Megali İdea» ninnileriyle büyütülmüş, «Büyük Bizans» rüyaları ile yetiştirilmiş heyecanlı bir millete bunun gerekliliğini anlatabilmek çok zor. Hele hele, bu toprakların kendi yurdu olduğuna inandırılmış ve kurtulduk diye iki buçuk yıl önce ümitle ayağa kalkmış Batı Anadolu Rum halkına bunu kabul ettirebilmek hiç olası değil..
Kuşkusuz, ordunun tepkisini de dikkate almak lazım. Şovenist bir ruhla yetiştirilmiş subayların ne yapacağı hiç belli olmaz.
Velhasıl, 7 Mart 1922 günü üzgün bir şekilde Atina’ya dönen Gounaris’in iç dünyasında akıl ve mantık bir yanda, his ve politik menfaatler diğer tarafta çarpışıp duruyorlardı. Sonunda Gounaris hislerine mağlup oldu ve muhtırada ileri sürdüğü tehdidi de unutmuş görünerek, Anadolu’yu boşaltmak işini uykuya terketti. Müttefiklerin er veya geç, Yunanistan lehinde duruma müdahale edeceklerine güveniyordu. Bu teselli ile avunmaktan başka yapabileceği başka bir şey de yoktu.
Sakarya Meydan Muharebesinin sona erdiği 13 Eylül 1921’den, Başbakan Gounaris’in bu ikinci yolculuktan Atina’ya döndüğü güne kadar neredeyse altı ay geçmişti. Yani Sakarya’da yenilen Yunan Ordusu, çekildiği Eskişehir-Afyon hattında koca bir kış geçirmişti.
Evet, aylar boyu iki taraf askeri, Orta Anadolu yaylasının soğuk rüzgârına, sürekli yağan karına göğüs germiş, toprak siperlerde, kerpiç köy evlerinde çamur ve yağmur arasında zor günler geçirmişti. İki taraf da bu arada birbirine dokunmamaya sanki özel bir önem gösteriyordu. Gerçi Sakarya’dan bir ay sonra Türk Ordusu büyük bir taarruza başlayabilmek için ümitlenmemiş değildi. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’dan Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya gönderilen 15 Ekim 1921 tarihli direktifte:
«Kış başlamadan ve düşmanın Sakarya yenilgisinin etkilerinden kendini sıyırıp yeniden kuvvetlenmesine fırsat vermeden ona kesin bir darbe indirmek» isteniyordu.²
Bunun için hazırlık ve planlamalara hemen başlanmış ve düşmanı, Afyon batısından kuzeye doğru yöneltilecek kuşatıcı bir taarruzla kuzeye atıp imha edecek bir plan, (kapalı adı ile SAD planı) hazırlanmıştı ama cephane ikmali ve diğer hazırlıkların çok zaman alacağının anlaşılması, kışın erken bastırması nedeniyle taarruz, 1922 yılı ilkbaharına ertelenmişti.³
Gerçekten de bu yıl kış, sanki biraz daha erken ve biraz daha sert olarak gelmişti. Daha Ekim ayı sonun da yağan yağmurlarla ham toprak yollar büsbütün geçilmez hale gelmiş, dereler ve nehirler daha bir deli akar olmuştu. Kağnılar ve at arabaları ikide bir balçık çamurlara saplanıyor, cephane ikmali bir yana, ordunun yiyecek ve yem ihtiyacını sağlamak bile bir mesele oluyordu. Bu günlerde deve, en aranır ve en verimli taşıt aracı olmak özelliğiyle başköşedeki yerini korumaktaydı.
Ankara-Eskişehir demiryolu Sakarya’dan çekilen Yunanlılar tarafından o derece planlı bir şekilde ve o kadar esaslı tahrip edilmişti ki, Polatlı’dan başlayarak Eskişehir’e doğru yapılan onarımlar daha çok zaman alacağa benziyordu. Demiryolu onarım malzemesi de çok kıttı. Kasım 1921 ortalarında, yani Sakarya savaşından iki ay kadar sonra Polatlı-Biçer istasyonuna kadar olan demiryolu onarımı ancak yapılabilmiş ve yol işletmeye açılmıştı ama bu da yetersizdi ve kapasite çok düşüktü.
Ankara bölgesi, bundan önceki savaşlarda ve son olarak da Sakarya Meydan Muharebesi sırasında ekonomik yönden o derece sömürülmüş ve ikmal için o denli zorlanmıştı ki, adeta boşalmıştı. Zaten çevre tarımca fakir olduğu gibi, doğru dürüst bir sanayiden de yoksundu. Yunanlıların Sakarya’dan çekilirken yaptıkları tahribat ve yağmayı da hesaba katmak lazım. Gerek demiryolunun tahribi ve gerekse bölgenin fakirliği, bu kış şartlarında ister istemez gözlerin, Fransızların yeni boşalttıkları Adana bölgesine kaymasına neden oluyordu.
Bu bölge tarım yönünden çok verimli, sanayi ve diğer kaynaklar bakımından da Ankara yöresine oranla daha zengindi. Adana-Konya-Afyon demiryolu sağlam ve çalışır halde olduktan başka, bölge karayollarıda daha iyiceydi. Üstelik Mersin limanı, dış dünya ile bağlantıyı sağlıyordu.
İşte, kuvvetinin çoğu ile Ankara-Eskişehir mihverinde toplanmış bulunan Türk Ordusu Sakarya savaşından sonra gerek ikmal gerekse ulaşım kolaylıkları nedeniyle yavaş yavaş güneye, yani Konya-Afyon demiryolu bölgesine doğru kaydırılmaya başlanmış, bu da Afyon batısından yapılacak bir Türk taarruzu (SAD Planı) ile uyumlu olmuştu.
Türk Ordusunun Eskişehir yöresinden Afyon yöresine doğru kuvvet kaydırması Yunan Ordusunu da etkilemiş, Yunan Ordu Komutanı General Papoulas da Türk Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya ayak uydurarak kuvvetlerini Afyon bölgesine intikal ettirmeye başlamıştı. Bu güneye doğru birlik kaydırmaları, aşağı yukarı Ekim ve Kasım 1921 ayları boyunca devam etmiş ve sonra başlayan sert kışın da etkisiyle yavaş yavaş durulmuştu. Bununla beraber Aralık 1921 başlarında 16 tümenli Türk Ordusunun 13 tümeni, 12 lümenli Yunan Ordusunun da 9 tümeni Afyon çevresinde toplanmış bulunuyordu. Bu yer değiştirmeler, daha zengin ve Eskişehir- Kütahya- Afyon demiryolundan yararlanan Yunan Ordusu için ne kadar kolay olmuşsa; olanakları kıt, ulaştırma araçlarından yoksun ve Kuzey- Güney yönünde bir demiryolundan mahrum Türk Ordusu için de o kadar zor ve zahmetli olmuştu.
Türklerin SAD taarruz harekâtını zorunlu olarak ertelemesinden sonra iki taraf da duruma razı olmuş ve bulundukları hatları tahkime başlamıştı. Gerçi Yunan Ordusunun Sakarya yenilgisinden sonra büyük çaplı bir taarruzu pek olası değildi ama hiç belli olmazdı ki! Yunanlılar için Türklerin de ne yapacağı belli değildi.
Sakarya’dan Sonra Durum
(Aralık 1921)
Yani, iki taraf da birbirinden çekinmekteydi. İşte yukarıdaki düşünceler içinde taraflar mevzilerini berkitmeye, savunma önlemleri almaya ve sert olacağa benzeyen kışı geçirmek için bir dam altı bulup askerini yerleştirmeye hız vermişlerdi.
İki ay içinde peş peşe yapılan Kütahya-Eskişehir ve Sakarya savaşlarının yorgunluğuna rağmen Türk Ordusu yine de hummalı bir faaliyet içindeydi. Bir taraftan hiç durmaksızın başta cephane ve silah olmak üzere eksiklerini gidermeye uğraşırken, diğer yandan da yeni yeni sınıfları askere alarak insan boşluğunu doldurmaya, birliklerini daha uygun şekilde düzenlemeye çalışıyordu.
Doğrusu aranırsa, bu işlere tâ Sakarya savaşının bittiği gün başlanmış ve hiç durmadan devam edilmişti. Daha Sakarya’nın hemen ertesinde Grup Komutanlıkları lağvedilerek bunların yerine Kolordu Komutanlıkları kurulmuştu. Şimdi bu da yetmemiş, tâ Gemlik’den -Yani Marmara’dan- başlayarak Bilecik ve Eskişehir üzerinden Afyon’a inen ve oradan da Büyük Menderes nehri boyunca batıya dönerek Kuşadası’na -yani Ege’ye- kavuşan 700 kilometre genişliğinde bir cephenin bir merkezden idaresi zor olduğundan ayrıca iki Ordu Komutanlığı kurulmuştu. 14 Ekim 1921 de beş kolordudan ikisi ve bazı tümenler emrine verilmek suretiyle karargâhı Bolvadin’de Birinci Ordu Komutanlığı faaliyete geçirilmiş ve bu ordunun komutanlığına, tutuklu bulunduğu Malta adasından kaçarak gelen Ali İhsan (Sabis) Paşa atanmıştı. Bundan bir ay sonra da, 19 Kasım 1921’de Yakup Şevki (Subaşı) Paşa komutasında İkinci Ordu Komutanlığı kurulmuştu. Birinci Ordu karargâhı daha güneye Çay’a alınmış, Bolvadin’e İkinci Ordu karargâhı yerleşmişti. Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa’nın karargâhı ise Akşehir’deydi.
Bu arada bazı birlikler ve Kuvayı Milliye kıtaları lağvediliyor yeni yeni düzenlemelere gidiliyordu. İzmit bölgesinde Kocaeli Mürettep Tümeni, Menderes bölgesinde de Mürettep Menderes Tümeni kurulmuştu. Bir taraftan da bazı birlikler, Doğu ve Güney Anadolu’dan Batı’ya aktarılmaya çalışılıyordu. Kars’tan Ağustos 1921’de, Sakarya savaşından önce yola çıkarılan 12’nci Tümen ve Merkez Ordusundan yine bu sıralarda Amasya çevrelerinden hareket ettirilen 17’nci Tümen, Batı Cephesine ancak ulaşabilmişlerdi.
Sakarya başarısından sonra Ankara hükümeti, ilk defa rahat bir nefes alabilmişti. Yunan Ordusu geriye çekilerek savunmaya geçmiş, Doğu’da Kars Antlaşması ile Ermeni sorunu kesinlikle halledilmiş, Ankara anlaşmasıyla da Güney de Fransızlarla savaşa son verilmişti. Yani, artık Anadolu’nun doğusu ve güneyinde silahlar susmuş, bu bölgelerdeki Türk kuvvetleri serbest kalmıştı. Gerçi Doğu Karadeniz yöresindeki Pontus Rum ayaklanması devam ediyordu ama hızı azalmıştı ve Sakarya’dan sonra takviye edilen Türk Merkez Ordusu daha da etkili olarak Rum çetelerini temizleme işlemini sürdürmekteydi.
Bu uygun ortamda artık bütün güç Batı’ya toplanabilirdi. Zaten Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın emirleriyle yapılan da buydu. Sakarya savaşı öncesinde ve devamında olduğu gibi şimdi de, hızı azalmayan bir şekilde Anadolu’da silah ve cephane olarak, malzeme ve insan olarak, yiyecek ve içecek olarak ne varsa Batı Cephesine doğru hareket halindeydi.
Ama, ne kadar zor!.. Ne kadar yavaş!..
Bir defa, demiryolu denen devrin en önemli ulaştırma aracının Batı’dan geleni Ankara’da, Doğu’dan geleni ise Sarıkamış’ta bitiyordu. Yani, Doğuyu Batıya bağlayan herhangi bir demiryolu olmadığı gibi şöyle doğru dürüst bir karayolu da yoktu. Zaten karayolu olsa da, herhangi bir motorlu araç mevcut değildi. Onun için bütün yükler, eşek, öküz, at, deve gibi canlı hayvan sırtında veya kağnıdan iki atlı arabaya kadar değ-
————
1- Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı: Türk istiklâl Harbi 2. cilt, 6. kısım, 1. kitap.
2- Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı: Türk istiklâl Harbi 2. cilt. 6. kısım, 1. kitap.
3- SAD Planı, 10 ay sonra yapılacak asıl büyük taarruzun da esasını teşkil edecekti.