“Ne güzel geçiyordu günlerimiz. Üzülüyor, kırılıyorduk ama yine de mutluydum. Benim can arkadaşımdın. Birlikte daha ne oyunlar oynayacaktık. Bu seferkiler, büyüklere yakışır olacaktı. Adam olmaya yaklaşacaktı. Erkek olmuştuk, bu kez büyüyecek adam olacaktık. Uçurtmalarımızı uçuracaktık uçurtmalar dolusu gökyüzünde… Özgürce. En yüksekte uçacak, meratın semalarına geçecekti uçurtmalarımız. Ama gittin. Hiç gidemeyeceğin kadar uzun bir yolculuğa çıktın. Hayal bile edemeyeceğin kadar uzun…”
O an, çok konuşursam yüzümü değiştirdiğim belli olacakmış veya yüzümdeki karalık silinecekmiş gibi hissettim. Ben de sustum ve yürüdüm. Bu kez hareketlerime ve kendime de dikkat etmeye başladım. Ercette olmadığımı aklımdan çıkarmamalıydım. Ama bu bile, meratın sokaklarını ve yaşayanlarını büyük bir ilgiyle seyretmeme engel olamadı. Kendimi, masallarda anlatılanlar kadar uzak bir yere gelmiş gibi hissediyordum. Buraya gelişim bana büyüleyici ve etkileyici geliyordu.
Yıllarını birlikte geçirdikleri, hemen ötedeki, yanıbaşındaki; çok ama çok uzağındaki mahalleye özlem. Bu özlemi yıllar süren okulun içindeki ve dışındaki kavgaların azaltamayışı…
İki genç erkeğin gözüyle kavgalarla dolu, özlemin hiç bitmediği bir hikâye okuyacak, umudu, hüznü ve acıyı birlikte yaşayacak, belki de geçmişinize kanat çırptığınızı hissedeceksiniz…
1
“Sola kaçır, sola!” “Yavaşça çek yana!”
“Koşsana peşinden! Bak gidecek gibi ölüyor!” “Bunun duracağı yok! En iyisi ona yavaşça aşağıya indir!” Güneşi çok keskin olmayan bir gün… Rüzgârın, içinde keyfince koşturup durduğu sıcak bir hava… Havanın içinde şuradan şuraya savrulup duran kâğıt parçalan, tenekeler ve bir sürü şey…
Kafasından birer ses çıkıyordu her birinin. Hemen arkasından değişmeye hazır bu sesler peş peşe dökülüyordu ağızlarından; sözünü söyledikten sonra susan birinin peşinden öbürü söylüyordu isteğini bağırarak. Ama istisnasız hepsinin gözü önündeydi.
“Şuradaki meydana çık çabucak! Orada rahat hareket edersin” dedi biri bağırarak. Parmağını ileri fırlatıp bir yeri gösterdi Gösterdiği yer, taştan yapma küçük evlerin arasında geniş bir alandı. Kapılan biraz büyük olanlar, bunlardan işyeri olanlardı. Bulundukları yerden önlerindeki geniş meydana on metre giderek ulaşabilirlerdi. Birkaç minik bacak peş peşe koşmaya başladı. Yerde tozlar çıkararak gittiler. Çıkardıkları toz güçlü rüzgârın içinde çabucak kaybolmuştu. Sağa doğru sert bir dönüş yapmaları geniş alana varmaları için yeterli olmuştu.
Rüzgâr gelince avucunun içindeki ipi eline iki üç kez dolamıştı. İpin kopacağını düşünmüyordu, sağlamdı ip. Avucundan kayıp gitmesini Önlemek için elinin tersine kadar dolamıştı. Avucunun içindeki ipi gittiği yöne doğru çevirdi, aklı yüksekte duran uzantısındaydı. O yüzden çok hissetmiyordu avucundaki ipin, etini yumuşakça yanlamasını.
“Böylece tut, sağa sola sallama ipi” dedi kısa pantolonlu olan. İçlerinden bir iki tanesinin de gözleri gökyüzündeyken onun yanma gelip yardım etmeye çalışıyorlardı. Elleriyle tutarak kendilerine doğru ipten göbek oluşturuyorlardı. Yön verme çalışmalarının bir işe yaradığı pek söylenemezdi. Rüzgâr ipi çektikleri yönü de buluyordu.
“Ortada dur! Kenarlara gittikçe evlerin damlarına yaklaşır
“Ama ortada durdukça rüzgârdan daha çok sallanır. Fazla etkilenir,”
“Bana versene şunu!”
“Çek elini, ipi koparacaksın!”
Yağmursuz bir gün…
Göğe sabi Hedikleri başları tozla toprakla dolmuştu. Rüzgârın kaldırdığı toz, toprak ve çırpılar elbiselerinin içine çenelerinin altından, kollarından ve paçalarının içinden giriyordu. İçlerine bir şey girmemesi için ağızlarını kapalı, gözlerini de kısık tutmaya çalışıyorlardı. Ancak gözün birini kapatsalar bile öbürünü ister istemez açıyorlardı. Sağa sola tükürükler savurarak konuşuyorlardı.
“Dikkat et!”
Aralarında Saçı daha uzun olanı bağırmıştı. Elinden düşmek üzere olan ipi öbür eliyle de kavrayıp tekrar sıkıca elinin arkasına birkaç kez bağladı. Rüzgâr, içine aldığı toz ve çalı çırpıyı güçlü bir hamlelerle yanlardaki evlerin ve dükkânların duvarlarına çarpıyordu. Duvarların, uzun ve büyük taşlardan yapılmış ve çok eski olduğu anlaşılıyordu. Dolambaçlı aralan yer yer çimentoyla uzun ve kısa yamanmıştı; hemen göze çarpıyordu bu yamalar. Duvarlarına sertçe çarpıp tekrar hızlanmaya başlayan rüzgâr beraberinde yıpranmış yerlerinden bir miktar da toprak alarak delice savruluyordu.
Kısık tuttukları gözlerim hep göğe çevirince geniş alanda vücutlarını dengede tutmaları zorlaşıyordu. Görmeden irili ufaklı taşlara basınca düşecek gibi oluyorlardı. Buna rağmen geniş alanda gürleşen rüzgâr, etraftaki sokak aralarına girdikçe hızını azaltıyordu. Birkaç yerden kıvrılarak alana dökülen sokaklardan birine girmenin iyi olacağını birisi, çok sonra söyledi “İni çekmeyi denesen nasıl olur’.’ İpi çek ve sar.” “İpi sarmak mümkün değil. Başaramaz. Rüzgâr izin vermez
“Hıımı yapma sakın!”
“Hey! Şuraya bak, şu sokağa gir çabuk. Orada rüzgâr daha
Rüzgârın salladığı ipi elinde tutarken gösterilen sokağa baktı. Sonra kısık gözlerle göze çevirdi bakışlarını. Ucundakiyle beraber ipin daha kopmadığını görüp içi ferahladı. İp önce kolunu ileri çekiyordu, sonra da vücudunu. Bazen da tersi oluyordu, bu kez önce vücudunu geri çekiyordu, sonra da elini. İyi tıkır gibi göründü ona da. “Koşun!” dedi ve hızlı vücut ve ayır kol hareketleriyle ipin yönünü sokağa çevirdi.
Öbürlerinden daha genişti bu sokak. Meydanı çevreleyen evlerin çoğu iki katlıydı. Yüksek olmayan bu evlerin üstü kuş, güvercin dolardı. Daha çok güzel havada çamaşır asmak için kullanılan tahtadan direkler bu kez çıplak duruyordu. Çoğu damlar aynı zamanda gereksiz eşya, tahta gibi şeyleri saklamak içinde kullanılırdı.
Saçlarım rüzgârın dilediği yöne rahatça evirip çevirmesine bırakarak koşan bu afacanlar belirledikleri sokağa girdiler. “Dikkat et burada!” dedi aralarından biri saçlarını silerek. Toz toprakla birlikte rüzgâr azalmış, yerini yanık odun kokan bir havaya bırakmıştı. Rüzgâr, içine aldığı duman parçalarını deli gibi savurup duruyordu. Biraz sonra taze ekmek kokusu almaya başlamışlardı, İçlerinde sevinç bırakacaktı bu kokular ancak oraya dek varmaları gerekiyordu.
“Bakın çocuklar, taze ekmek yiyeceğiz şimdi.”
‘Dur bakalım. Başardık mı ki, öyle diyorsun,”
“Koşun. Bakın duman bu taraftan geliyor.”
Girdikleri sokağı geçmeye çalıştılar. Rüzgârın yavaşlamasının iplerini arlık koparmayacağını düşünüyorlardı. Avucunun içinde bir o yana bir bu yana giderek ince hisler bırakan ipi tutan çocuğa bir kişi daha yardım ediyordu. Bu, saçları diğerlerinden epey uzun olan çocuktu.
Kısa ve keskin dönüşler içeren sokak bazı yerlerde daralıyordu. Daraldığı yerlerde de damlardaki uzun tahtalar ve eşyalar daha görünür hale geliyordu. Onlara çarpmamaya çalışarak ilerlemeye çalıştı. Bir yandan da elini levha şeklinde açarak ipi sarmaya çalışıyordu. Hızım azalışa da rüzgâr onları yine etkiliyordu. Elindeki ipin yönünü değiştirecek gücü hâlâ vardı. Önlerindeki uzun ve dar dönemece girdiklerinde rüzgâr aniden hızını artırdı. Saçlarını dağıtarak üstlerindeki elbiseleri havalandırdı, ipi tutan çocuk, şişen elbisesinin üstündeki koluna hâkim olmaya çalıştı. Rüzgâr ipin taşıdığı yükü savurmaya başladı. Dar sokakla bir o yana bir bu yana salladı. Kolunu oynatarak dengede tutmaya çalıştığı ip de savruluyordu. O ipi kurtarmaya çalışırken, rüzgâr da öbür yandan onu sallayınca olan oldu. İpin tepesi hızlı bir şekilde köşedeki evin damına çarptı. Damda uzun tahta direk vardı. Gözleriyle tahta direğe çarpmasını seyretti. Aciz ve üzgün bir şekilde yerinde kalakaldı.
“Ne yaptın uçurtmayı?..”
Her çocuğun kolaylıkla yapabileceği sıradan bir uçurtmaydı bu. Bu sıradanlığa anlam kalan ise onun yaptığı uçurtmaların düşmesinin de artık sıradan olmasıydı. Gözleriyle yere şaşkın ve üzgün bir şekilde bakıyordu.
“Bir şey yapmadım. Ne yaptım ki?”
“Düştü…”
“Ne?., Düştü mü?” dedi sokağın ilerisinde duran birisi.
“Evet. Düştü…”
Uçurtması, damdaki tahta direğe çarpınca ipi kopmuş ve ona sanlı naylon da yırtılmıştı. Ardından yere, ayaklarının dibine düştü. Hızla ve kokarak etrafına yetişmişti afacan çocuklar. Saçları dalgalanırken bir ona bir de uçurtmaya bakıyorlardı. “Senin de uçurtmaların hep düşüyor, hep yırtılıyor be.” “Olsun. Düşmeyecek yerde uçururum ben de uçurtmamı…” Önce ayaklarının dibindeki yırtık uçurtmaya baktı hüzünle. Sonra da etrafında toplanan afacan arkadaşlarına…
2
“Hadi oyun oynayalım.”
“Oynamayalım.”
Niçin?
“Konuşalım.”
“Ne konuşalım?”
“Ne olursa…”
“Buldum. Oyunumuz bu olsun,”
“Nasıl yani?”
“Konuşmak olsun.”
Yeryüzünde birçok birliktelik vardır. Bu birliktelikler bazı şeyler için yararlı olurken bazı şeyler için de zararsız olabilmekte. Kimi zaman tek başına bir anlam ifade ederken kimi zaman da yanındakiyle bir anlam kazanır.
Farklılıklar bazı şeylerde zamanla ortaya çıkar. Sıcak ya? günlerini soğutmak için kış mevsiminin beklenmesi gibi. Ve bu soğuğun tekrar sıcak yaz günlerine gelebilmesi için soğuk kış aylarını aşılması beklenir.
Bazılarında da farklılık kişinin fiziksel ve zihinsel gelişmesiyle ilgilidir. Bu gelişim sürdükçe farklılık kendini göstermeye devam eder. Bir insanın çocukluk, gençlik ve yaşlılık aşamalarını yaşaması gibi… Yaşamının farklı dönemlerinde kişi değişiklik yaşamaktadır. Böylelikle kişi, yalnız çevresindekilerle değil kendisiyle bile farklılık gösterebilmektedir.
Benzerlikler ise çok fazladır. Ayrıntılarına inilmeden birçok benzerlikler bulunabilir. Değişik renklerdeki çiçeklerin yaprak şekillerinin benzer olması gibi. Veya uçtan uca göğü parıldaları yıldızlar gibi…
Bugünü yoğun şekilde rüzgârlı bir havada geçiren minik birkaç çift bacağın sahipleri de birbirine çok benzemektedirler. Sabahtan rüzgâr dininceye kadar gözleri ve akıllan gökteki uçurtmada olan çocukların bir benzerliği de yaşlarıydı. Uçurtmayı kurtaramadıklarına birlikte üzülen bu afacanların Simdi tek düşüncesi oyun oynamak ve yaramazlık yapmaktı
Üzüntüleri gibi boyları da benzer olan çocuklar aralarında konuşmaya başlamışlardı. Bazı yerleri yırtılan yamalı elbiselerinin üzerindeki tozlan çok umursamıyorlardı. Ne de olsa oyun oynuyorlardı ve hepsi de tozlanmıştı. Konuşan çocukların cinsiyeti de benzerdi Henüz çift sayıya varmamış yaşlan onların kız mı erkek mi oldukları hakkında fikir vermekten uzaktı. Öbürlerinden uzun olan saçına bakılmasa içlerindeki tek kızı fark etmek bile güç olurdu. Fiziksel ve ruhsal değişiklik de pek yoklu aralarında. Belki kız ya da erkek ayrımı yapılmayacak olsa hepsine birden ‘çocuk’ denilmesi doğru olacaktı.
Kafalarında beliren haylaz eğilimler hepsini aynı anda harekete geçiriyordu. İlk yarısı sıkıntılı geçen bir günün diğer yarısına sakın bir hava hâkim olmuştu. Onlar da üzüntülerine karışan yorgunluklarını atmaya çalışıyorlardı. Anık çok sevdikleri bölüme geçiş yapacaklardı…
Yağmursuz bir gündü. Birbirine sıkışık birkaç çift minik bacak yanındakine de yer bırakacak şekilde oturmuştu. Sivri yerlerinin batıp incitmesine aldırış etmeden sırtlarını kırışık duvara vermiş bakışıyorlardı. Duvar, boylanın da aşan bir uzunluğa ulaşınca yamularak ay şeklini alıyordu. Yağsaydı yağmurdan koruyacak bu küçük yer şimdi onları güneşten koruyordu.
….