Şiir

Çile (kod4)

ŞİİRLERİM

ve şairliğim

Şairliğim on iki yaşımda başladı.

Bahanesi tuhaftır:

Annem hastane deydi Ziyaretine gitmiştim… Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı küçük ve eski bir defter… Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde… Haberi veren annem, bir ân gözlerimin içini tarayıp:

Senin dedi: şair olmanı ne kadar isterdim!

Annemin dileği bana, içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin ta kendisi.. Gözlerim, hastahane odasının penceresini savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı içimden kararımı verdim:

_Şair olacağım!

Ve oldum.

O gün. Bugün şairliği küçük ve âdi hasisliklerin üstünde gören, onu idrâkin en iteri merhalesi sayan ben. bu küçük ve âdi bahaneyi hiç unutmadım.

Sanat ve hayat, sanat ve hakikat üzerinde fikri olmayan, fikir tasası çekmeyen şair, bence kuyruğu kıstırılınca ağlayan bir hayvancıktan farksız,.. Birbirine aykırı çift başlı bir mahlûk olan şairde, biri süfli ve mahküm öbürü ulvi ve hâkim, iki kump var.. Bunların biriyle şair, insanoğlunun en altında; öbürüyle de nebiler ve veliler ayrı, en üstünde,..

Elbette ki, alt kattakilerden olmak istemeyecektim. Bunun İçin büyük bir memuriyeti yerine getirmek lâzımdı.

Buna çalıştım:

Bir yanda belli başlı bir sanat anlayışından tüten şiirler, bir yanda, bu sanat anlayışının tüttürdüğü şiir mefkuresi.. Bir yanda yemişin içindeki lezzet, bir yanda yemişin dışındaki lezzet reçetesi…

Kısacası, sezerek yapmak ve düşünerek bulmak.,.

Şiirlerim, yemişin içini şiir hakkında düşündüklerim de kabuğunu gösteriyor. Demek ki, ben, sadece şiir dokumakla kalmıyorum; Frenkçeden Türkçeleştirilmiş tabiriyle (Poetika)mın şiir sanatı üzerindeki fîkirlerimi de örgüleştirmiş bulunuyorum. Yaptığım işin değerini bilmem ama, böyle bir işin şiir an’anemizde şimdiye kadar mevcut olmadığını belirtmek hakkımdır.

Yarım metre bir cücede bu zamana kadar hangi dâhiye rastladık? El ilânı kadrosunda hiçbir hikmet tılsımı bilmiyoruz. Birkaç mısraın şairlerinden de fazla bir şey ummayalım! Keyfiyeti, kemmiyet zenginliği hiç olmazsa yeterlik içinde aramanın bir satırın olsa gerek.. Bu bakımdan ben, şairi, kitaplık çapta vazifeli görenlerin ölçüsüne inanıyorum, Böyle olduğu için, saf şiir plânında bile şairin kitaplık çapta tecellisine karşı hasretimi ilk defa bu kitapta ifadelendirmek dâvasındayım.

Bu son şeklin üç basamağı “Sonsuzluk Kervanı”, “Çile” ve “Şiirlerim” adiyle 1955, 1962 ve 1969’da çıkan kitaplardan evvelki üç eserim (Örümcek Ağı. Kaldırımlar, Ben ve ötesi), memleketimizde nasıl görülmüş ve gösterilmiş otursa olsun o vakitler Allah’a bağlılığım belli olmadığı için göklere çıkarıldım küçük ve kifayetsiz davranışlardı. Onlar yirmiyi sonra takip eden “Sonsuzluk Kervanı” ise, birçok bakımdan beni ifâdelendiremedi. O zaman en eski eserleri, mahzun ve mahpus keyfiyetlerinden kemmiyetlerine, şekillerine ve tertiplerine kadar ana kitabımda özleştirmeyi onlarda bağlı olduğum unsurları öbürlerinden süzmeyi ayıklamayı, düzeltmeyi ve yenileriyle bir arada bütünleştirmeyi dilemiştim. Eskilerden birçoğunu atmak ve onlarla bağımı koparmak istemiş ve demiştim ki:

Mal sahibi bensem, bunları istemediğim, tanımadığım ve Çöplüğe atacağım bilirsiz… Attıklarım, aldıklarımdan çok olan eski şiirlerimi yenileriyle demetledikten ve bu kitapta derledikten sonra meydana gelen şu kadar parça şiir, şu âna kadar şairliğimin tam ve eksiklik kadrosu oluyor. İşte şiir kitabım, bu, hepsi bu kadar, ve bu kitaba gelinceye dek başka hiçbir şiir, bana, adıma ve ruhuma mâl edilemez Buna rağmen nasıl kitaplık çapta bir eser vücuda geldiği meydanda.,.

Bu eski dileğim de, o zaman değil galiba bu defa gerçekleşmiş bulunuyor.

Yıllardır şiir kitabı neşretmeyişim ve şiire zahirde biraz seyrek el alışım, bazı nadanlara, benim şiiri bıraktığımı vehmettirmiş. Eğer büsbütün dilsiz ve hareketsiz kalsaydım  bu nadanlar, benim bulut üstünde, esrarlı bir laboratuarda, sihirli inbiklerden şiir süzmekle meşgul olduğumu sanacaklardı  Fakat beni fikre ve politikaya kaymış bulanlar, şiir yerme gücümü nelere harcadığımı görmekten midir, nedir, kaba bir   hükme vardılar:  Sabık sair! Şiirine yazık etti!

Bunlar görmüyor ve anlamıyorlardı ki, benim fikir ve politika yoluyle gerçekleşmesi için savaştığım şey, bizzat şiirimin muhtaç olduğu insan ve cemiyet iklimidir Ben böyle bir iklimin inşâsı cehdine bağlıyım. Bizzat şiir anlayışım bunu gerektiriyor.

Biraz evvel işaret etmiştim ya:

Cemiyet gövdesinde şair nazik ve tezatlı kaderi icabı, ya hayat rehberi bir hükümdar kafası, yahut Darülaceze malı bir dilenci ayağı… O kendi üstün memuriyetine doğru yükseldikçe, şiirini ‘Mavi Sakarın odası gibi bir halvet bucağında mahfuz tuttuktan sonra saraydaki başka odaların da teftiş hakkını yerine getirmekle mükellef.

Belki nihai mânâda mesut ve mezküreyi bir cemiyette şaire bu iş düşmez. Fakat ulaşılmaz bir gaye olan böyle bir cemiyet zaten bu dünyada hayat edilemezken, bir de, bizim cemiyetimiz gibi her mânanın en hor ve hakir seviyeye düşürüldüğü bir toplulukta şairin vazifeleri, düşünün, ne kadar çetin ve büyük!..

Bu vazifeler, taş kömüründen süzülen gaz ve katran gibi, herhangi bir maddenin, asit cevheri etrafında ifraz ettiği müştak nesnelere benzer Müştaklarını verene, asli cevherden mahrumluğu nasıl söylenebilir? Bir de, öz madeni yalnız bu müştaklardan ibaret olanlar var ki, onlar ya sanatr ya fikir asliyetinden mahrum, küçük esnaf… Asli cevhere sahip bulunanlar için onun müştaklarım vermek faaliyeti içinde, o cevheri, nadirlikle beraber gittikçe istifaya ve olgunluğa götüren bir sır da yok mudur?

Eserini, dil ve damak, his ve şuur sahibi insan için veren arının balı etrafında nasıl İnsandan çok sinek görünürse, kıymetler piyasasında aklınızdan fâzla almak birikmesi tabiidir Mahur hüküm sahipleri ise sinek de değil, kim bilir ne?

Ben şiiri, her türlü hasis gayenin üstünde, doğrudan doğruya kendi zat gayesine  sanat için sanat . fakat kendi zat gayesinin ismiyle de Allaha ve Allah dâvâsının topluluğuna cemiyet

için sanat bağlı kabul etmişim. işte kitaplık çapta zuhuruma kadar beni bekleten ve bu zuhura mânâda ve maddede şekil veren baş ölçü.

Biz şiiri iman için bilmişiz; ve bu mihrak bilgiyi her bilginin geçtiği bin bir yol ağzı biliyoruz.

Dilimin ucunda tek nükte kaldı:

Allah’ın kâinata Efendi olarak yarattığı, insan ehramının zirve taşı;ve şair.

Efendimiz, Kurtarıcımız, Müjdecimiz, Gâye insan ve UfukPeygamber.. O ve şair..

O, herşeyimiz, herşeyimiz, herşeyimiz; topyekûn varlık nimetinin her şubesiyle beraber (Poetika)mızın. şiir telâkkimizin de kaynağıdır Bu inceliği (Poetika)mızda gösterdik.

Ve şair demek. Gaye İnsan ve Ufuk Peygamberi Kâinatın Efendisini, Allah’ın Sevgilisini sezmeye doğru hususi ve ileri bir istidat..

Birçoklarınca Ona bağlanmadan Allah’a bağlanmak mümkün. Fakat bizce Allah’a bağlanmanın yolu Allah’ın iradesiyle yalnız O’na bağlanmak olduğuna göre, şiirin tahsisi gibi muhteşem bir dâvada O’nu. kendi yüzü suyu hürmetine yaratılmış olan Kâinatın ta merkezinde görmemek ne mümkün?.. Üstün idrâk müessesesi şiir ilk borç olarak, elinde kâinat sırlarının anahtarı O’nun hilkat sırlarının ve Kâinat Efendiliği makamının eşiğinde dize gelecektir

Şiir bu mukaddes eşiğin süpürgesi; şair de boynundaki süpürücülük borciyle insanoğlunun en yüksek rütbelilerinden birisim

Ben, bu rütbelerin en yükseği içinde, O’nun ümmettik liyakatinin en alçak ferdi olarak, o mukaddes eşiğin süpürücüsüyüm!

Kendimi böylece takdim ederim!

N.F.K.

ÇİLE

Gâiblerden bir ses geldi; Bu adam, Gezdirsin boşluğu ense kökünde! Ve uçlu tepemden birdenbire dam; Gök devrildi, kunde üstüne künde…

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet! Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı! Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent. Ok çekti yukardan, üstüme ava.

Ateşten zehrini tattım bu okun, Bir anda kül etti can elmasımı. Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un. Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

Bir bardak su gibi çalkandı dünya; Söndü istikâmet, yıkıldı boşluk. Al sana hakikat, al sana rüya! İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz. Kopandım yalağa son çare diye. Bir kanlı şafakta, bana çil horoz. Yepyeni bir dünya etti hediye

Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor; Mekânı bir satıh, zamanı vehim. Bütün bir kâinat muşamba dekor. Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil! Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam! Otursun yerine bende her şekil; Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

Aylarca gezindim/ yıkık ve şaşkın, Benliğim bir kazan ve aklım kepçe, Deliler köyünden bir menzil aşkın. Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakla? Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl? Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta? Sonum varmış, onu öğrensem asıl?

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap. Bir fikir ki, beyin zarında sülük. Selâm, selâm sana haşmetli azap; Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol! Ey yedinci kat gök, esrarını aç! Annemin duası, düş de perde ol! Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

Uyku, katillerin bile çeşmesi; Yorgan, Allahsıza kadar sığınak. Teselli pınarı, sabır memesi; Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet. Sırrını ararken patlayan gülle? Yeşil asmalarda depreniş, şehvet; Karınca sarayı, kupkuru kelle.

Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş. Mevsimden mevsime girdim böylece. Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş, Fikir çilesinden büyük işkence.

Evet, her şey bende bir gizli düğüm; Ne Ölüm terleri döktüm, nelerden! Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm. Yetişir çektiğim mesafelerden!

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Su Kasidesi

Editor

Fritjof Schuon – Bilgelik Şiirleri

Editor

Yok Karşılığı Yüzünün

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası