Siyaset

Demokrasi Projeleri

demokrasi-projeleri

Türkiye’de muhalif olmak zordur. Büyük güçleri ve kodamanları ürkütmemeniz lazım. Hükümetle iyi geçinmeniz gerekir. Aykırı fikirleri dile getirirseniz adınız ya milliyetçiye, ya AB karşıtlığına ya da vatan hainliğine çıkabilir.

Ülkemizde muhalif olmanın dayanılmaz ağırlığını yaşayan aydınların en önemlilerinden biri Banu Avar. Sınırlar Arasında programıyla büyük ses getiren, Avrupa’nın ışıldayan ve parlayan yüzünü değil de varoşlarını, sefaletini ve tükenen hayatlarını gösteren, Batı’nın Ortadoğu’daki karanlık iş ve ilişkilerini objektife yansıtan Banu Avar haliyle hedef tahtasına oturdu. Dost ve müttefiklerimizi (!) üzmemek için programları sansüre uğradı. İstifaya zorlandı. Ama o yılmadı.

Hatta ifade özgürlüğünden dem vuran ve 301 için mücadele eden sözde liberal aydınlar Banu Avar’ın 301’den yargılanıp ceza almasını istediler.

Elinizdeki kitap Cem Küçük’ün Kasım 2007’de Banu Avar’la yaptığı söyleşidir. Avar’ın Avrupa’nın görünmeyen yüzünü, Batı’nın tükenmişliğini, yok olan aile değerlerini irdelediği fikirleri ezberlerinizi bozacak.

ÖNSÖZ
Sınırlar Arasında Sıra dışı Bir Aydın

Tanzimat’la başlayan Avrupa ve Batılılaşma yolumuz hâlâ sürüyor. Bu yolun nereye varacağını bilmiyoruz. İlkokuldan beri bize öğretilen muasır medeniyete varma hedefi bir türlü net bir şekilde anlaşılamadı.
Batı’nın sadece tüketim modelini alıp üretim esaslarını almamak bize biraz pahalıya mal oldu Batı’yı taklit etmek, sadece şeklen onlara benzemek ne Atatürk’ün ne de Cumhuriyet’in ana hedefiydi.
Atatürk’ün ölümünden sonra Batı hedefi iyice sarpa sardı ve yanlış yorumlanmaya başladı. İsmet İnönü’nün neredeyse tepeden inmeci ve halkı hiçe sayan yönetimi önce demokrasi sorununu ortaya çıkardı. Ardından Doğu kültürünü yok sayıp Batı klasiklerinin bizi adam edeceği fikri düşünce sistemimizi iyice hırpaladı. Batı klasikleri son sürat Türkçeye çevrildi ve Doğu klasikleri görmezden gelindi. Çünkü her şey Batı içindi. Tek yol orasıydı. Batı olmasa biz de olmazdık.
1950’Iilerden günümüze kadar bu durumda pek değişme olmadı. Batı sevdamız hâlâ devam ediyor. Her şeyimizi oraya göre ayarlıyoruz. Bu demek değil ki, Batı’nın yaptığı büyük icatları, araçları yok sayalım. Bilime yaptıkları katkı, büyük buluşları, insanlığa sağladığı katkı yadsınamaz.
Ne var ki Batı’nın mazisinde insanlığın hizmetine sunduğu büyük icatları dışında bazı kara lekeleri de vardır. Haksız yere işgal ettiği topraklar, hiçe saydığı halklar, öldürdüğü masum insanlar vb… Onları tekniğini almak, sistemlerini öğrenmek elzemdir, ama aynı şey mantaliteleri için geçerli değildir. Çünkü Batı’nın bir ürünü olan kapitalizmin mantığı bir yerde tıkanmakta ve insanlığa zararlı olmaktadır. Kapitalizm tekelci bir yapıya sahiptir ve sürekli büyümek, her şeye sahip olmak ister. Bugün dünya üzerinde gördüğümüz sistemler, üç otuz paraya çalışan insanlar, açlıkla boğuşanlar, bir kilo pirinç için ölenler… Hepsi bu sistemin kurbanlarıdır.
Sistemler, mekanizmalar zararlı olmaya başladığında ve işler çığırından çıktığında devreye aydınların girmesi gerekir. Çünkü aydın muhaliftir ve temel görevi de eleştirmektir. Zaten bunun için aydındır. Yönetimlerle arası yağlı ballı olmaz, halkının yanında yer alır… Gördüğü aksaklıkları sert bir şekilde eleştirir. Batı Almanya’nın 1974 ile 1982 yılları arası şansölyeliğini yapmış Helmuth Schmidt’in dediği gibi, “Aydın rahatsız etmelidir.” Ne var ki her aydın böyle değildir. Ünlü Fransız düşünür Julien Benda “Aydınların İhaneti” adlı sıra dışı eserinde aydınları ağır bir dille eleştirir ve şöyle tanımlar: “Onlar siyasi ihtiraslarının güdümündedirler. İktidarın muhalif görünen sözcüleridir. Esasen kendi gruplarının çıkarlarını kollamak adına sonsuz bir kin ve nefret duyarlar.”
Ülkemizde de durum pek farklı değildir. Aydın ya da entelektüel geçinenlerin tamamına yakını devlet çarkına hizmet etmekte ya da kendi menfaatini düşünmektedir. Çünkü zordan korkarlar ve mevkilerini kaybetmek istemezler.
Mevki ya da makamlar için çabalamayan, ihtirastan arınmış sağlam aydınlar çok az da olsa bu topraklarda da mevcuttur. İşte bu aydınlardan biri Banu Avar’dır.
TRT’de yaptığı “Sınırlar Arasında” programıyla adından söz ettiren ve gerçekleri masaya koyan Avar herkesin malumu hedef tahtasına oturtuldu. Önce AB’yi eleştirdiği için ülkemizdeki müzmin AB yanlılarının hışmına uğradı… Sonra dinler arası diyalog projesinin bir fiyasko olduğunu söyledi, belirli cemaatler tarafından tu kaka ilan edildi. Amerika’nın Afganistan, Irak ve Orta Doğu’daki haksız işgallerine vurgu yaptı, ABD karşıtlığıyla suçlandı.
TRT’deki programı sürekli sansüre uğradı. İfade özgürlüğünü savunanlar ve 3öTi ağır bir şekilde eleştirenler tarafından tam da bize özgü bir tutumla aynı madde ve aynı gerekçeyle mahkemeye verildi. İfade özgürlüğünü savununlar (!) Banu Avar’ın fikirlerini açıklamasına karşı çıktılar.
Halbuki onlar bilmezler ki, Banu Avar bu ülkenin sesidir, duruşudur, vicdanıdır. Avar’ın her söylediği tabii ki tek doğru, hak gerçek değildir. Ama bu ülkede sürekli olarak aynı notalarla tek bir müziğin ve sesin çıkmasını isteyenler haklı değiller. Bu ülkede birbirinden farklı düşünen, giyinen, hareket eden milyonlar barış içinde bir arada yaşıyorsa, kimse aynı doğrultuda davranmak zorunda değildir.
Yusuf Kaplan Yeni Şafak gazetesinde 2 Kasım 2007 tarihli “Gerçeklerin Bedeli ya da Nihat Genç’in ödülü” yazısında günümüzün önemli aydınlarından Nihat Genç’i şöyle savunuyordu: “Nihat Genç, Türkiye’de bedel ödemekten kaçınmayan ender insanlardan biridir Ruh sahibi bir adamdır. Nietzsche’nin dediği gibi, bir ruha sahip olma cesaretine sahip olan nadir insanlardan biridir.
Nihat Genç’in dünyası, bir yangın yeridir. Ülkemizin, bölgemizin ve dünyanın cehenneme çevrilmesine karşı isyan bayrağı çekebilecek kadar içi, ruhu alev alev yanan bir adamdır Nihat Genç. Yılmayan bir adam; teslim bayrağı çekmeyen bir şövalyedir.
Nihat Genç, bazen abartır, abartarak konuşur. Yaratıcılığın, gizlenen gerçekleri suratsızların suratlarına çarpmanın en iyi yolu haykırmaktan geçer, haykırabilmekten geçer çünkü. Her haykırış, bir doruk noktasıdır. Her esaslı doruk noktası, herkesin ulaşamayacağı yüksek, abartılı, abartılacak kadar yüksek bir yerdir.
Nihat Genç’lerin ödülü, öldürülmek, yok sayılmak olduğu zaman, bu ülke biter. Bu ülkenin, bu dünyanın gerçekleri daha kolaylıkla katledilir. O yüzden Nihat Genç’ler hakkında cümle kurarken birkaç kez düşünmek gerekir vesselam.”
Bu sözler aynen Banu Avar için de geçerlidir. Banu Avar bu ülkenin farklı, kimseye benzemeyen, kendine has ve bildiği doğruları söylemekten kaçınmayan sesidir… Bu ülke Banu Avar’larla vardır ve varolmaya devam edecektir. Banu Avar sınırlar arasında sıra dışı bir aydındır ve bizimdir.

Cem Küçük
Aralık 2007
Cağaloğlu/İstanbul

• İyi akşamlar değerli İzleyiciler. Satranç Tahtası programıyla bu akşam da sizlerle karşı karşıyayız. Bu hafta sizlerle çok özel bir konukla Avrupa’yı, Ortadoğu’yu ve dünyayı konuşacağız. Bu kişi aslında bütün sorumluluğu üzerine almış, belki göğsünü siper etmiş, belki de çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda elinden geleni yapan ve sözünü sakınmayan bir isim: Sayın Banu AVAR. Banu Hanım hoş geldiniz.
_Hoş bulduk, çok teşekkür ederim.
Sizin için aslında bunlar da çok az sözler, belki daha çok şey söylemek gerekir. Yaptığınız şeyleri, söylediğiniz sözleri, programlarınızı izlediğimiz zaman aslında hepimizin ağzı açık kalıyor. Hepimizin çocukluğumuzdan beri gelen bir batı hayranlığı vardır. Biz Avrupa’ya, yani Almanya’ya, İngiltere’ye, Fransa’ya, Eyfel Kulesine, Berlin’e, Viyana’ya hep hayranlık duyarız. Ama siz bize Avrupa’nın görünmeyen, göremediğimiz yüzünü gösterdiniz.

_Üsküp deyince kimse bilmez de, Sakrakör deyince herkes “Aaa evet!” der değil mi?

Evet, aynen öyle. İsterseniz Sınırlar Arasında ile başlayalım. Bu program nasıl başladı, bu noktaya nasıl geldiniz. İşlerinizin tabiî kolay olmadığını biliyoruz. Ve Avrupa’nın bize bu yönünü anlatırken acaba hiç zorluklarla karşılaşacağınızı tahmin ettiniz mi?
_Tabii zor oldu. Ama ben Sınırlar Arasında adlı kitabımın önsözünde söylediğim gibi uzun zamandır bu projeyi düşünüyordum. 10 yıl boyunca sınırlar arasında kalmış insanları anlatan bir program, daha doğrusu bir kitap yapmayı düşlüyordum. TV 8’den atıldıktan sonra bu projeyle TRT ye başvurdum. O zaman sağolsun Şenol Demiröze bu projeyle başvurdum. Beni kabul etti, “Yap bu projeyi” dedi. Ve bu şekilde 2004 Mayısı’nda başladık. Belki biliyorsunuz benim anne tarafım, anneanne, dedeler hepsi Balkan göçmenidir. Baba tarafı da Dağıstan göçmeni, yani Kafkasyalı. Dolayısıyla bizim evin içinde ben küçüklüğümden beri göçmen hikâyeleri dinleyerek büyüdüm. Sınırlar Arasında bunların sonucu doğdu.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Haluk Yurtsever – Özgürlük ve Örgütlülük

Editor

Abluka (Medya Nasıl Teslim Alındı?)

Editor

İstihbaratta Yeni Stratejiler Örtülü Operasyonlar

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası