giriş
PLAZA DE ESPANA
SEVÎLLA – İSPANYA
11:00
Denir ki, ölüm anında her şey açıklığa kavuşur. Ensei Tankado artık bunun doğru olduğunu biliyordu. Göğsünü tutup acı içinde yere yığılırken, yaptığı hatanın korkunçluğunun farkına varmıştı.
İnsanlar çevresine toplanmış, yardım etmeye çalışıyorlardı. Ne var ki Tankado yardım istemiyordu. Artık bunun için çok geçti.
Sol elini havaya kaldınp parmaklarını açtı. Eli titriyordu. “Elime bakın!” Çevresindekiler dikkatle baktılar ama o, söylediğini anlamadıklarından emindi.
Parmağında, üzerine birtakım işaretler kazınmış altın bir yüzük vardı. Yüzüğün üzerindeki işaretler bir an için Endülüs güneşinde parladı. Ensei Tankado bu güneşin görüp gördüğü son ışık olduğunu biliyordu.
1
Puslu Dağlardaki en sevdikleri otelde, yatakta kahvaltı yapıyorlardı. David kadına gülümsedi. “Ne dersin güzelim? Benimle evlenir misin?”
Kadın kubbeli yataktan bakarken David’in aradığı adam olduğunu biliyordu. Sonsuza kadar da öyle kalacaktı. Bakışları adamın koyu yeşil gözlerine kilitlendiğinde uzakta bir yerlerde kulaklarını sağır eden bir zil çalmaya başladı. Bu ses adamı çekip ayırıyordu ondan. Uzandı ama elleri boşlukta kalakaldı.
Susan Fletcher’ı gördüğü rüyadan uyandıran şey telefonun sesiydi. Soluk soluğa yatakta doğruldu ve el yordamıyla ahizeyi arayıp buldu. “Alo?”
“Susan, ben David. Uyandırdım mı?”
Susan yatakta diğer yanına dönerken gülümsedi. “Ben de tam rüyamda seni görüyordum. Çıkıp gelsene, oynaşırız biraz.”
Adam güldü. “Dışarısı hâlâ karanlık.”
“Mmm.” Sesinde davetkâr bir hava vardı. “Öyleyse kesinlikle gelmelisin. Kuzeye doğru yola çıkmadan önce bir şeyler yapabiliriz.”
David hüsran dolu bir sesle içini çekti. “Seni aramamın nedeni de bu zaten. Yolculuğumuz hakkında. Bu geziyi ertelememiz gerekecek.”
Susan birdenbire tamamen ayılıverdi. “Ne!?”
“Üzgünüm. Kentten ayrılmak zorundayım. Yarın geri döneceğim. Sabah ilk iş olarak yola çıkarız. Önümüzde hâlâ iki gün var.”
“Ama rezervasyon yaptırmıştım,” dedi Susan, incinmişti. “Taş Köşk’teki eski odamızı ayarlamıştım.”
“Biliyorum, ama—”
“Altıncı ayımızı kutlayacağımız bu gece özel olacaktı. Nişanlı olduğumuzu hatırlıyorsun, değil mi?”
“Susan,” diye iç geçirdi David. “Şu an bunu açıklamaya gerçekten zamanım yok, dışarıda bekleyen bir araba var. Uçaktan seni arayıp her şeyi anlatacağım.”
“Uçak mı?” diye tekrarladı Susan. “Neler oluyor? Üniversite niye sana uçak— ?”
“Üniversite değil. Daha sonra telefon edip açıklayacağım. Şimdi gerçekten gitmem gerek, beni çağırıyorlar. Seni arayacağım. Söz veriyorum.”
“David!” diye bağırdı Susan. “Neler—”
Ama artık çok geçti. David telefonu kapatmıştı.
Susan Fletcher, onun yeniden aramasını bekleyerek, uyumadan, saatlerce yatakta kaldı. Telefon bir daha çalmadı.
O gün öğleden sonra banyo küvetinde keyifsiz keyifsiz yattı. Sabunlu suya dalıp çıktı ve Taş Köşk’le Puslu Dağlar’ı unutmaya çalıştı. Nerede olabilir ki? diye düşündü, merak içindeydi. Neden aramadı?
Vücudunu saran su giderek ılıklaştı, en sonunda da soğudu. Telsiz telefonu çaldığında artık küvetten çıkmak üzereydi. Lavabonun üstünde bıraktığı ahizeye ulaşmaya çalışırken yere su sıçratarak küvetten fırladı.
“David?”
“Ben Strathmore,” diye yanıtladı karşıdaki ses.
Susan’ın omuzlan çöküverdi. “Ah,” Duyduğu hayal kırıklığını gizle-yemiyordu. “İyi günler, komutanım.”
“Daha genç bir adam mı bekliyordun?” Komutan kendi kendine gülüyordu.
“Hayır, efendim,” dedi Susan, utanmıştı. “Göründüğü gibi değ—”
“Aynen göründüğü gibi!” bir kahkaha attı. “David Becker iyi bir a-dam. Sakın onu elinden kaçırma.”
“Teşekkür ederim, efendim.”
Komutanın sesi aniden ciddileşti. “Susan, burada sana ihtiyacım olduğu için arıyorum. Derhal.”
Susan dikkatini toplamaya çalıştı. “Bugün cumartesi, efendim. Biz genellikle cumartesileri—”
“Biliyorum,” dedi Strathmore sakince. “Bu acil bir durum.'”
Susan doğruldu. Acil bir durum? Komutan Strathmore’un dudaklarından bu sözcüğün döküldüğünü hiç duymamıştı. Acil bir durum mu? Kripto’da mı? Tahmin edemiyordu. “E-evet, efendim.” Durakladı.